"Aile Fotoğrafı"

96 6 0
                                    


♣️

Bölüm 3:
Aile Fotoğrafı

Siyah minibüsün içinde, tanımadığı adamın yüzüne bakıyordu genç kadın.
 
Karşısındaki adam ise rahat bir tavırla uzun sakalını kaşıdı. Ardından parmaklarını alnına vurdu.
 
Cansu korku dolu gözlerini minibüsün içinde bulunan üç adamda gezdirdi. Biri, açık olan kapının önünde bekliyordu. Karanlık ve ıssız bir yerde durduklarını biliyordu.
 
Titrek dudaklarının arasından onu deli gibi meraka düşüren o soruyu sordu.
 
“Ne istiyorsunuz benden?”
 
“Güzel soru.” Karşısındaki adam sert olan bakışlarını daha fazla çattı. “Sen bir ganimetsin Cansu. Sen,” diyerek genç kadının üzerine eğildi. “Eryiğit çiftliğine, dışarıdan girebilen tek kişisin.”
 
Cansu kaşlarını çattı. “Anlamıyorum.”
 
Kötümser bir gülüş belirdi adamın dudaklarında. “Bize çalışacaksın.” Yerinde doğruldu. “Yapman gereken tek şey, Ateş Akça’yı kendine bağlaman. Sana aşık olmasına gerek yok. Tabi bunu başarabilirsen, ekmeğimize yağ sürmüş olursun.”
 
“Ne saçmalıyorsunuz siz?”
 
Karşısındaki adam işaret parmağını sinirle şakağına vurdu. “Kafa basmıyor mu güzelim senin?” Dilini sinirle ağzının içinde çevirdi. “Eryiğit çiftliğindeki adamımız olacaksın. Kapito?”
 
Cansu anlamıştı ki bu adamlar, sıradan insanlar değildi. Emindi ki birazdan biri başına silah bile dayayacaktı. Korkuyla gözlerini kırpıştırdı.
 
“Ben böyle bir şeyi yapamam.”
 
“Sorun değil. Cevabını tahmin etmiştim.” Rahat bir tavırla ceketinden telefonunu çıkardı. “Galeri.. fotoğraflar.. işte! Yeğenin bugün parkta kalan zamanlardan daha fazla eğlendi. Her gün gözünün önünde olunca fark ediyorsun.” Telefonunu genç kadına çevirdi.
 
Cansu onun telefonunda yeğeni Kuzey'in fotoğrafını görür görmez ağlamaya başladı. “Bir şey yapamazsınız.”
 
Telefonunu cebine geri koyan adam rahat tavrıyla devam etti. “Emin ol Cansu. Görmek istemeyeceğin kadar pis bir çukura düştün. Neler yapabileceğimi hayal bile edemezsin.” Arkasına yaslanarak, bir bacağını diğerinin üzerine attı. “Kardeşinin eşi, Gizem. Bir bakmışsın markete giderken bir araba çarpmış. Kardeşin Çağatay, bir bakmışsın eve dönerken bıçaklanmış. Baban? Eve giren bir soyguncu tarafından kurşun yağmuruna tutulmuş.”
 
Cansu içini çekerek gözlerini yumdu. Bu yaşadığının bir kabus olması için dua ediyordu. Kendini neyin içinde bulmuştu böyle? Bu adamlar, o iyi insanlardan ne istiyordu, bir türlü aklı almıyordu. Bekledi ve düşündü.
 
“Ne yapmamı istiyorsunuz?” Dedi çaresizce.
 
Kısa bir an polise gitmeyi düşündü. Ama karşısındaki adamlar hafife alınacak tipler değildi. Bunu anlamıştı. Kaya Beyden yardım istemeyi aklından geçirdi. Ona her şeyi anlatmalıydı belki de. Sonra gözünün önüne tekrar yeğeni geldi. Üç yaşındaki çocuğu zarar verebilirler miydi? Büyük ihtimal yaparlardı. Çünkü dünya kötülüklerle doluydu.
 
Teslim olmaktan başka çaresi yoktu. Ailesi onun her şeyiydi. Onlar için her şeyi yapardı. Peki Kaya Beye, kolayca ihanet edebilir miydi? Hayatını borçlandığı adama nasıl ihanet edecekti?
 
“Plana sadık kaldığın sürece ailene dokunmayacağım Cansu.” Biraz duraksadı. “Ateş Akça’yı baştan çıkarabilir misin?”
 
Başını olumsuzca sallarken ağlamaya devam ediyordu genç kadın. “Hayır.”
 
“Yapma. Sen onun takıldığı kadınlardan daha güzelsin. Senin için çocuk oyuncağı.” Genç kadın hıçkırmamak üzere dudaklarını birbirine bastırırken karşısındaki adam rahatlıkla devam ediyordu. “Evine girip çıkıyorsun, dikkatini çekmişsindir mutlaka.”
 
“Benden hoşlanmıyor. Hatta nefret ediyor diyebilirim.”
 
“Bu bizi yavaşlatır ama engel olmaz. Sana olan nefretini yumuşatıp, onu kendine bağlamanı istiyorum.” Tekrar genç kadına doğru eğildi. “Sen kaledeki adamım olacaksın Cansu. Ve ben kaleyi içten fethedeceğim.”
 
“Hepsi bu mu?” Ağlamaktan kızaran burnunu çekti.
 
“Hayır canım. Oyun asıl o zaman başlayacak. Sen sadece bu kadarını bil yeter.” Yanındaki adama işaret etti. Genç kadının telefonu uzatan adamla birlikte konuşmaya devam etti. “Numaram telefonunda. Musa Yakaza. Ne dersem onu yapacaksın Cansu. Her aradığımda o telefon açılacak. Unutma, seni ve aileni yedi yirmi dört izliyorum. Olası bir yanlış hamlende, kötü haberi almak zorunda kalırsın.”
 
Cansu dudaklarını birbirine bastırırken başını hızlıca salladı. Bu yaşadıklarına hala inanamıyordu. Yüreği kıvrılıyor, midesine sancılar giriyordu. Deli gibi korkuyordu. Titreyen parmaklarını dudaklarına bastırdı.
 
Musa Yakaza, minibüsten inip adamına, “Kızı evine bırakın,” dedi. “Gözünüz üzerinde olsun.”
 
♣️
 
Günler geçti. Genç kadın sürekli diken üstündeydi. Musa Yakaza onu her gün arıyor, sıkıştırıyordu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Evden çıktığında, onu izleyen gözleri hissediyordu.
 
Pazartesi sabahı evden çıktığında, karşısında siyah arabanın yanında dikilen iki adamı görmesi uzun sürmedi. İçindeki sıkıntı daha da büyüdü.
 
Bugün çiftliğe gidecekti.
 
Telefonu çaldığında, dalgınlığından kurtularak telefonu açtı. Adını ekranda her gördüğünde yüreği ağzına geliyordu. Musa Yakaza. Rehberindeki ismini değiştirmiş, Mehtap yapmıştı. Her hangi bir şüphe çekmek istemiyordu.
 
“Efendim?” Dedi her zamanki gibi. Aynı ses tonu, aynı tepkiyle, korku dolu.
 
“Hazır mısın Cansu? Bugün senin için büyük bir gün. İlk hamleni bekliyorum.”
 
Genç kadının bedenini tekrar bir titreme aldı. Dudaklarını ıslatırken, kızaran gözlerini arkasındaki parka çevirdi. “Ben yapabilir miyim bilmiyorum.”
 
“Aptal olma. O eve istediğin zaman, rahatça girebilmenin tek yolu bu!” Sinirle nefes aldığını duydu. “Yapmaktan başka çaren yok. Anladın mı beni? Ailen avucumun içinde Cansu. Ama kaderleri senin elinde.”
 
Cansu nefes alırken göğsü sıkıştı. Telefon yüzüne kapandı. Sessizce içini çekti. Arkasından bağıran kornayla, korkuyla sıçrayarak arabaya döndü.
 
Tanıdık yüzü görünce rahatladı. Ali araladığı camdan kaşlarını çattı. “Cansu? İyi misin sen?”
 
Hızlıca başını sallarken dolan gözlerini sildi. “İyiyim. Günaydın.”
 
“Korkuttum mu? Betin benzin attı.”
 
“Yok. Gece pek uyuyamadım. O yüzden bugün kendimi pek iyi hissetmiyorum.”
 
“Kendini iyi hissetmiyorsan gitme bugün kliniğe. Ceren idare eder biliyorsun.”
 
Cansu tebessüm etti. “Bugün çiftliğe gideceğim zaten. Sonra eve gelirim.”
 
“Tamam gel ben bırakırım seni.”
 
Genç kadın sakince arabanın kapısını aralayıp, arkadaşının yanına geçti. Ali'ye yaşadığı olayı anlatıp anlatmamak arasında kalmıştı. Düşünüyordu. Ama bu kez onu da tehlikeye sokacağından da korkuyordu.
 
Üzerindeki stresi atmak adına derin bir soluk alıp verdi genç kadın. “Eylül nasıl?”
 
“İyi, çalışıyor. Sizi çok sevmiş.”
 
“Bizde onu çok sevdik. Birbirinizi bulduğunuz için şanslısınız. Gördüğüm kadarıyla çok uyumlusunuz.”
 
“Tuhaf. Aynı şeyi, onu ilk gördüğüm an bende düşünmüştüm.”
 
Cansu gülümsedi. “İlk görüşte aşk demek?” Gözlerini kısa bir an ona döndü. Arkadaşıyla göz teması kurmaktan kaçınıyordu. Bir şey anlamasından korkuyordu.
 
“Yani. Umudumu kestiğim anda onu fark etmem tesadüf değildi. Kader bir şekilde onu karşıma çıkardı.”
 
“Yapma.” Diyerek bakışlarını devirdi genç kadın. “Kadere inandığını söyleme bana.”
 
“Biliyorum sen inanmıyorsun. Ama ben inanıyorum.”
 
“İnsan kendi kaderini kendi yazar.” Bakışlarını camdan dışarı çevirdi.
 
♣️
 
Çiftliğin önündeki iki korumayı geçen Cansu, sıkıntılı bir nefes alıp bıraktı. Aklında sadece tek bir cümle dolanıyordu. ‘Ailem için.’ Korkuyla kapıyı çaldı.
 
Bugün üzerine kendisine çok yakışan haki yeşili elbisesini giymişti. Tüm bedenini saran elbisesi, krem topuklu uzun çizmeleriyle uyum içindeydi. Saçlarına daha bir özenmişti.
 
Kapının önünde yüzünü buruşturarak ofladı. Oysa kendisi her zaman pozitif olurdu. Şimdi ise kendisini ilk kez, sıkışmış hissediyordu.
 
Çok geçmeden kapıyı yardımcı Gülşen açtı. Genç kadın anında yüzünü toparladı.
 
“Buyurun Cansu Hanım. Kaya Bey veranda da sizi bekliyor.”
 
Genç kadın doğruca arka tarafa ilerledi. Verandaya adım atar atmaz, rahat bir nefes alıp bıraktı. Yemyeşil manzarası insanın içini açıyordu.
 
Kaya Bey, Cansu’nun topuklu çizmesinin sesini duyar duymaz ayağa kalktı. “Hoş geldin Cansu kızım.”
 
“Nasılsınız?” Diyerek tokalaştı.
 
“Çok şükür. Asıl sen nasılsın? Son geldiğinde biraz tatsızlık oldu ama, yeniden kusura bakma.” Kaya Bey tüm kibarlığı ve içtenliğiyle konuşuyordu. Bu, genç kadının daha çok vicdanını sızlatıyordu.
 
“Hiç önemli değil.” Dudaklarını birbirine bastırdı. Şimdi ağzını araması gerekiyordu. “Yeniden karşılaşmazsak onun için sorun olacağını sanmıyorum. Evde değil anladığım kadarıyla?”
 
“Yukarıda uyuyor. Ama merak etme..” elini sakince sallarken, karşısındaki kadının da sakin olmasını istiyordu bu hareketiyle. “Akşam biraz fazla dağıtmış bizim oğlan. Şu sıralar yoğun. Yeterince uykusuz geçiriyor günlerini, bende dinlenmesi için uyandırmadım.”
 
Cansu sıcak bir tebessüm etti. “Oya Hanım bahsetmişti. Yeni otel için Ateş Bey çok çalışıyormuş.”
 
“Tuttuğunu koparır.”
 
Gülşen geldiğinde ikisinin de bakışları ona döndü. “Bir şey arzu eder miydiniz?”
 
Cansu mahcup sesiyle, “Sadece su rica edebilir miyim?” dedi.
 
Kaya Bey oturduğu yerde sırtını sandalyesine yasladı. “Kahve içseydik kızım?”
 
“Teşekkür ederim, almayayım. Karayel ve Kartopu’na bakmakla başlayalım mı tekrar?”
 
“Olur tabi!”
 
Kısa bir sohbetin ardından, çiftliği dolaştılar. Cansu tüm kontrolleri yapsa da verandaya yürürken ellerini birbirine sürttü.
 
“Dediğim gibi Kaya Bey. Atlarınızı başka bir hekim görmeli. Ben sadece genel kontrol yapıyorum. Benim ilgi alanım; daha minimal.”
 
“Genel kontrolde bir hastalık olsa anlarsın ama değil mi?”
 
“Ben bir arkadaşımı getirsem bir dahaki sefere? İnanın işinde çok iyidir. Özellikle atlara âşıktır.”
 
Kaya Bey ellerini arkasında birleştirirken omuzlarını kaldırdı. “Olmaz. Olmaz!” dedi uzatarak. “Şu kapıdan içeri senden başka kimse giremedi, giremez. Sen zaten bir problem görsen, görürsün.”
 
Cansu kısa bir an tüm sıkıntısını unutup ufak bir kahkaha attı. “Peki tamam. Ben arkadaşımdan gözden kaçırmayacağım bir şey var mı onu sorarım.”
 
Kaya Bey keyifle güldü. “Şimdi bir kahve içeriz artık.”
 
Verandaya geçtiklerinde genç kadın gülümsedi. “Oya Hanımı göremedim, yok mu?”
 
“Dernek işleriyle uğraşıyor. Bu aralar fazla sosyal. Neredeyse gelmek üzeredir.”
 
Kahveleri gelirken, içeriden bir ses duyduğunu sanan Cansu içine dolan sıkıntıyla içini çekti. Ateş’in olma ihtimalini düşününce heyecanla gözlerini yumdu. Gülşen Hanım, “Kusura bakmayın. Cam çarptı sanırım,” dedi.
 
Kaya Bey dikkatle ona bakıyordu. “Sen iyi misin Cansu?”
 
“İyiyim. Bir elini yüzümü yıkasam ben?”
 
“Tabi tabi!”
 
Cansu merdivenleri çıktı. Lavabonun yerini biliyordu. Ama o, hemen karşısındaki kapıya odaklıydı. Ateş’in odasına. Bekledi. Birden kendini yoğun bir stres altında hissetmişti. Her şey üzerine geliyor, nefes alamıyordu. Bedenini bir titreme alırken, bacaklarını hissetmemeye başladı. Duvardan destek almaya çalıştı. Ama eli yalnızca kısa bir temas kurdu. Genç kadının gözleri karardı ve bilincini kaybetti.
 
Ateş, üzeri çıplak yattığı yatağından, gürültüye sıçrayarak kalktı. Eli, refleksle hemen yanındaki komodinin çekmesini buldu. Aceleyle içinden çıkardığı silahını kavradı.
 
Hızlı adımlarla odanın kapısını araladı. Ama karşısında bulduğu manzara onu şaşkına uğratmıştı. Birkaç saniye boyunca, yerde yatan genç kadını izledi.
 
Parkeye dağılmış saçlarına, ardından yüzüne baktı. Çatık bakışlarıyla genç kadını incelerken, merdivenlerin ucunda eniştesinin sesini duydu.
 
“O gürültü neydi?”
 
Ateş aceleyle silahını komodin üzerine bırakıp odadan çıktı. Bu kez yardımcıları Gülşen'in panik dolu sesi, çiftlikte yankı yapmıştı.
 
“Ah! Aman Allah’ım! Cansu Hanım!”
 
Merdivenlerde Kaya Bey ve Gülşen gözüktü. Ateş, hızla eğildi ve genç kadını kucakladı. Adımları doğruca kendi odasını buldu.
 
Eniştesinin endişeyle arkasından koştuğunu biliyordu. “Ateş ne oldu?!”
 
“Bilmiyorum. Gürültüye uyandım.” Genç kadını yatağına bıraktı. “Yerde yatarken buldum.” Naif bedeninin üzerinden çekildi. Gözlerini ağırca genç kadının üzerinde gezdirdi.
 
Kaya Bey, Gülşen’e döndü. Elini telaşla kapıya doğru salladı. “Gülşen hemen doktor Mithat'ı ara. Çabuk.”
 
“Hemen Kaya Bey.” Gülşen, hızlıca odadan ayrılırken ikisinin de gözü Cansu'nun üzerindeydi.
 
Genç adam, yüzünü sıvazladı. Dolabından aldığı siyah tişörtü üzerine geçirdi. Saçlarını gelişigüzel düzeltti. Kaya Bey çalan telefonuyla odadan ayrıldı. Ateş, gardırobunun aynasından kendine bakarken, aynadaki yansımadan yatağında yatan kadına takıldı gözleri.
 
Ne düşündüğünü o da bilmiyordu. Yavaşça yüzünü ona döndü. Ağır adımlarla yatağına sokuldu. Genç kadının, kendi yastığına serilen saçlarına uzandı. İlk kez bir kadın onun yatağında yatıyordu.
 
Yatağın kenarına oturdu. Genç kadının, dolgun dudaklarını, iri gözlerinin üzerinde bulunan uzun kirpiklerini, biçimli burnunu, kusursuz yüz hatlarını inceledi. Kıstığı gözlerini yumuşak ve parlak saçlarından hızlıca kaçırdı. Bu kadının birden, nasıl hayatında belirdiğini anlamaya çalışıyordu.
 
Kaya Bey, telefonunu ceketinin cebine atarak odaya girdi. “Oya. Yolda geliyormuş.”
 
Ateş çatık bakışlarını bu kez eniştesine çevirdi. “Bu kadının numara yapmadığından emin miyiz?”
 
“Ne?” Kaya Bey hem şaşırmış, hem sinirlenmişti. “Neden böyle bir şey yapsın Ateş? Senin Cansu ile ne alıp veremediğin var?”
 
“Onda hoşlanmadığım bir şey var.”
 
Sert bir dille, “Bu iyi!” diye soludu Kaya. “En azından ondan uzak durman gerektiğini bir türlü biliyorsun.” Ellerini pantolonunun cebine yerleştirdi. Sinirle bedenini çevirdi.
 
“Bu kadını neden bu kadar çok kolluyorsun?”
 
“Çünkü onun kadar iyi birinin bu ailede işi yok!”
 
“Neden burada o zaman?”
 
“İşini yapıyor.”
 
Ateş sinirle alnını sıvazladı. Bir şeyler olduğunu hissediyordu. Bunu bir şekilde öğrenecekti. Eniştesinden olmasa da Cansu'dan öğrenecekti.
 
Dakikalar sonra Ateş dikildiği pencerenin önünden, doktorun gelmesiyle ayrıldı. Doktor genç kadını muayene etti. Ateş uzakta dursa da doktorun ne diyeceğini merak ediyordu. Dikkati doktorun üzerindeydi.
 
Kaya Bey ise merakına yenik düşerek, “Neyi var Mithat?” diye sordu.
 
Doktor Mithat, yatağın kenarından kalktı. “Merak edilecek bir şey yok. Ama hanımefendinin bu yaşadığı konversiyon bozukluğu olabilir. İlk defa mı oldu, daha önce yaşadı mı bilmiyoruz.”
 
“Bu dediğin, kötü bir şey mi?”
 
“Değişir. Bu aşırı korku, suçlanma, şiddete maruz kalma, endişe, pişmanlık, yoğun stres, ruhsal zorlanma gibi duygusal bir semptomdur. Bir şekilde kendini korumak adına, yoğun ruhsal acıdan kurtulmak için hastanın bilinci kapanır.”
 
Ateş sert bakışlarını genç kadına çevirdi. Böyle bir duruma gelecek kadar ne yaşadığını merak etmeden duramamıştı. Bu kez doktora soru yönelten kendisiydi.
 
“Tedavisi var mı?”
 
“Psikiyatri.” Diyerek cevapladı doktor.
 
Kaya Bey sakinlikle başını salladı. “Tanıdığım iyi bir psikiyatri doktoru var. Cansu'yu hemen ona yönlendireceğim.”
 
Doktor Mithat, “İlk önce hasta ile konuşsam daha iyi,” dedi. “Nasıl ayılacağı da önemli.”
 
“Ne gerekiyorsa Mithat.” Diye uyardı.
 
Oya Hanım da merakla odaya çıktı. Eşi Kaya, ona olan biteni sakince anlatmak için odadan çıkardı.
 
Cansu, yavaşça gözlerini araladı. Doktor, sakince “Cansu Hanım beni duyuyor musun?” diye sorduğunda genç kadının bakışları, doktoru buldu. “Sakin olun. Her şey yolunda. Ben doktor Mithat Şanlı.”
 
Cansu'nun bakışları bu kez yanı başında dikilen Ateş’i buldu. Aceleyle yerinde doğrulmaya çalıştı. “Kusura bakmayın. Ben nasıl oldu anlamadım.”
 
Doktor genç kadını durdurdu. “Lütfen. Sizinle konuşabilir miyim?”
 
Cansu itiraz etti. “Ben iyiyim.” Aslında onun yanında Ateş'in olması, şuan onu aşırı derece panikletiyordu.
 
Ateş, genç kadının doktoru dinlemeyeceğini anlamıştı. Göğsünde birleştirdiği kollarını çözdü ve elini genç kadının omuzuna koydu. Onun kalkmaması için bir uyarıydı bu. Cansu korku dolu bakışlarını kaçırıp doktora baktı.
 
Doktor, “Bu sıradan bir bayılma olmayabilir Cansu Hanım,” dedi. “Bir konversiyon bozukluğunuz olabilir.”
 
“Sanmıyorum. Benimki anlık bir şeydi.”
 
“Bunu daha önce yaşadınız mı?”
 
“Hayır.”
 
“Ben yine de bir psikiyatriye görünmenizi önereceğim.”
 
Cansu, bakışlarını kısa bir an Ateş’e çevirdi. Sanırım bundan kurtulamayacaktı. “Tamam.” Dedi.
 
Ateş sert bakışlarını genç kadından ayırmadan doktor ile birlikte odadan ayrıldı. “Gülşen sana su getirsin. Kalkma.”
 
Cansu sıkıntıyla nefes alıp verdi. Bacaklarını yataktan aşağı sarkıttı ve oturdu. İçi daralıyordu. Böyle olacağını tahmin edememişti. O bilinçli bir kadındı, ancak psikiyatriye gidip tehdit edildiğini anlatamazdı. Yavaş ve derin soluklar alarak kendini sakinleştirmeyi denedi.
 
Doktor, karşısında duran Kaya ve Ateş’e baktı. “Yalan söylüyor. Psikiyatriye de gitmeyecek.”
 
Kaya Bey elini cebine yerleştirirken kendinden emin bir şekilde başını salladı. “Ben onu ikna ederim Mithat.”
 
“Bu iyi olur Kaya Bey. Cansu Hanımın sıkıntısı her ne ise, büyük bir stres yaşıyor. Tedavisi bir an önce başlamalı. Aksi halde, ataklar büyür ve değişir.”
 
Kaya Bey, doktorun omuzunu sıktı. “Sağ ol Mithat.”
 
Doktor yanlarından ayrıldığında, Ateş ve eniştesi birbirine baktı. Cansu araladığı odanın kapısıyla onlara ne diyeceğini bilemedi.
 
“Kusura bakmayın, ama ben daha fazla rahatsızlık vermeden gitsem iyi olacak.”
 
“Ateş. Söyle arabayı hazırlasınlar.”
 
Ateş, genç kadına ardından eniştesine baktı. “Ben bırakırım.”
 
“Hiç gerek yok.”
 
Ateş, genç kadının dibinden ağırca geçti. “Üzerime bir şey alıp geliyorum. Beni aşağıda bekle.”
 
Cansu gerginlikle yutkundu. Kuru dudaklarını hızlıca ıslattı. Kaya Bey ile merdivenlerden aşağı indi. Oya Hanımı görür görmez tebessüm etti.
 
“Ah! Cansucuğum geçmiş olsun. İyi misin şimdi?”
 
“Sağ olun iyiyim.”
 
“Gidiyor musun? Sana bitki çayı hazırlatıyordum.”
 
“Teşekkür ederim. Gitsem daha iyi. Babama bugün evde olacağımı söylemiştim.”
 
“Kendine dikkat et lütfen.”
 
Kaya Bey, genç kadını kapıya kadar geçirdi. “Bak Cansu kızım. Bir derdin olduğunda bana söylemekten çekinmemeni istiyorum. Biri canını sıkarsa eğer, direk bana geleceksin.” Konuşmasına izin vermeden, “İtiraz istemiyorum,” dedi. İçeriden hızlıca kağıt kalem aldı ve kâğıda yazdığı ismi genç kadına uzattı. “Bu benim eski bir dostum. Çok iyi bir psikiyatri doktorudur. İlk boşlukta ona gitmeni istiyorum. Arayıp gidip gitmediğini soracağım ona göre.”
 
“Sağ olun ama ihtiyacım olduğunu sanmıyorum.”
 
“Sağlık boşlamaya gelmez Cansu kızım. Mithat tedavinin bu olduğunu söyledi. O da işinde çok iyidir ha!”
 
Cansu gülümsemeden edemedi. “Teşekkür ederim.”
 
“Sadece unutma. Ben her zaman buradayım.”
 
Aralarına Ateş'in gelmesiyle, Kaya Bey ile vedalaşan genç kadın hafifçe sıkıntılı bir nefes alıp verdi. Ateş soğuk bir tavırla arabasının kapısını açtı. Cansu yan koltuğa geçtiğinde, Ateş arabayı çalıştırdı.
 
Arabanın içinde sessiz geçen dakikaların ardından Ateş yalnız olmanın avantajıyla Cansu'ya baktı.
 
“Eniştemle ne zamandan beri tanışıyorsunuz?”
 
“Yıllar önce birbirimize ufak bir yardımımız oldu. Ama sonra bir daha Kaya Bey ile bir iletişimim olmadı.”
 
“O yüzden seni daha önce görmedim.” Konuşmaları her zaman sert ve soğuktu.
 
“Muhtemelen. Ama neredeyse bir yıldır da çiftliğe geliyorum. Seni sadece birkaç kez gördüm.” Cansu sürekli bakışlarını kaçırıyordu.
 
“Ortalıkta görünmeyi pek sevmem.”
 
Cansu bakışlarını ona çevirdi. Nasıl bir olayın içine düştüyse, bunu çözmek istiyordu. Kötü tarafı tartmak istiyordu belki de. Belki hiç tanımadığı yanındaki bu adama ihanet edebilirdi. Sonuçta Musa Yakaza sadece onun adını vermişti.
 
“Sen ne iş yapıyorsun Ateş?”
 
Genç kadının sorusu üzerine, adam şaşkınlıkla kaşlarını çattı. “Otel.” Diyerek kısa kesti.
 
“Sadece onun olduğunu sanmıyorum.” Ateş direksiyonu sıkarak, derin bir soluk alıp verdi. Cansu ise genç adamın damarına bastığını bilmeden konuşmaya devam etti. “Silahın var.”
 
“Saygın bir aile olduğumuzu söylesek de, herkes bundan memnun olmuyor Cansu Hanım!” Tane tane sinirle döktüğü cümlesini tamamladı. “Düşmanlarımız da var.”
 
Genç kadın bir türlü konuya değindiğini anlamıştı. “Ne kadar tehlikeli olabilirler ki? Baş ucunda silahla uyuyacak kadar?” Ateş anlamsız bakışlarını ona çevirdi. “Gördüm. Komodinin üzerinde silahın duruyordu. Hani şu; başıma dayadığın silah..”
 
“Senin gibi iyilik meleğinin aklı almaz, yapacakları şeyleri.” Sakince kurduğu cümle kendisini bile şaşırtmıştı.
 
“İnsan öldürecekler sanki..”
 
Ateş, genç kadının yüzüne baktı. Onun bu kadar saf olduğuna inanamıyordu. Bir başkasının insanları öldürmesine bile inanmıyordu. Oysa, daha önce defalarca insanın canını almış bir adamın arabasında olduğunu düşünmesi, onu ne hale sokacağını bile tahmin edemiyordu.
 
Lâkin Cansu'nun amacı; karşısında, kendisini tehdit eden adamların ne kadar ileri gidebileceğini öğrenmekti.
 
Ateş, yola baktı. “Seni ilgilendirmeyen bir konu bu.”
 
Genç kadın soğuk sesiyle daha fazla gerildi. Sakince bir soluk alıp verdiğinde, Ateş bunu fark etmişti. Yan gözle ona gözleri değdiğinde, genç kadının dışarıyı izlediğini gördü.
 
Sessiz geçen yolculuğu, evinin önünde son buldu. Cansu kibar bir şekilde, “Teşekkür ederim,” dedi. “Zahmet ettin buraya kadar.”
 
Genç kadın kapısını açtı. İneceği sırada Ateş'in ismini söylemesiyle duraksadı. “Cansu.. ailemi nereden tanıdığı bana bir gün ayrıntılı bir şekilde anlatacaksın.”
 
“Samimi olduğumuz bir gün, belki.. ki bu hiç olmayacakmış gibi hissediyordum.”
 
Birbirlerine bakakalan adam ve kadın, aralarında bulunan buz gibi duvarı ikisi de hissediyordu.
 
Cansu arabadan iner inmez karşısında Yusuf belirdi. Cansu, hem şaşkınlığa uğramış hem de yoğun bir stres altına girmişti.
 
Yusuf, “Bu o adam,” dedi. “Kliniğinde gördüğüm adam.”
 
Cansu aceleyle dudaklarını ıslattı. “Evde konuşalım.”
 
Yusuf Cansu’nun omuzunu sert bir hamleyle yakaladı. Ateş, onları arabanın içinden izliyordu. Seslerini de net bir şekilde duyuyordu.
 
Yusuf dişlerini sıkarken, Cansu’nun kolunu da beraberinde sıktı. “Bu yüzden mi beni terk ettin? Onun için mi?”
 
Cansu sinirle ve şaşkınlıkla araladı dudaklarını. Dirseğiyle Yusuf’u itekledi. “Sen ne saçmalıyorsun?!” Elinin tersiyle karşısındaki adamın omuzuna vurdu. “Sana defalarca açıklama yaptım! Kulağını açsaydın da beni dinleseydin!”
 
“Doğru söyle. Erkek arkadaşın mı?”
 
Cansu gözlerini sıkarak sakin olmayı denedi. “Evde konuşalım mı bunu?”
 
“Cevap vermedin.”
 
Ateş, Cansu’ya göz kulak olma adına onu bırakmak istemişti. Onu hasta eden bu adam olduğunu düşündü. Çatık bakışlarını önüne çevirirken, dudaklarının arasından bıkkın bir nefes bıraktı.
 
“Çattık ya.” Diyerek arabadan indi. “Senin derdin ne birader?” Adımları, arabanın etrafından dolandı. Cansu’nun hemen yanında durdu.
 
“Derdim sensin.”
 
“Öyle mi?” Ateş gergin kaşlarını kaldırdı. “Çözeyim ben o zaman senin derdini.”
 
Yusuf’un üzerine yürüdüğü an Cansu korkuyla Ateş’in koluna sarıldı. “Lütfen yapma.” Ateş, Cansu’nun sıkı sıkıya kavradığı koluna baktı.
 
Yusuf, “Seni uygunsuz bir şekilde Cansu’nun kliniğinde görüyorum,” dedi. “Şimdi de evine bıraktığını görüyorum.”
 
Cansu yanındaki adama daha fazla rezil olmak istemedi. Utanarak tekrar araya girdi. “Yusuf. Lütfen gider misin artık?”
 
Yusuf birkaç saniye bekledi. Cansu’nun öfkesini kabartmak istemiyordu. Pazarlık yapmak istedi. “Yarın sabah, senin kahvesini beğendiğin şu kafede buluşacağız?”
 
“Tamam.” Dedi Cansu tüm teslimiyetiyle. Tek derdi şu an ikisinin arasında olmak istememesiydi.
 
Yusuf kısa bir göz teması kurarak yanlarından ayrıldı. Ateş, Cansu'nun rahat bir nefes alıp verdiğini fark etti.
 
“Bıraksaydın elemanı sallayıp kafasını yerine getirecektim.”
 
Cansu şaşkın bakışlarını gizleyemedi. Ardından yüzünü toparladı. Bunu fırsata dönüştürmek istiyordu.
 
“Kusura bakma. Onun adına özür dilerim.”
 
“Kimsenin adına özür dileme.” Ateş'in sert cümlesiyle gerilmeden edemedi.
 
“Benim yüzümden olmaman gereken bir duruma girdin.” Ateş kaşlarını çatmış öylece kadının yüzüne bakıyordu. “Neyse. Anlaşılan özürden de hoşlanmıyorsun. Yukarı gel. Sana kahve ikram edeyim?”
 
Adam duraksadı. İçinden davetini kabul etmek geliyordu. Ama gitmemesi gerektiğini de biliyordu. “Gerek yok.”
 
“Korkma seni yemem.” Kadın söylediği cümleyle dudakları aralandı. Böyle samimiyeti yalnız arkadaşlarıyla birlikte kullanırdı. “Yani; benden bu kadar nefret mi ediyorsun? Alt tarafı kahve.”
 
Adam tekrar duraksadı. Belki onun hakkında daha fazla bilgi edinebilirdi. Onun yaşam alanına, evine girecekti. Orada hiç bir şey saklayamazdı.
 
“İyi.”
 
Kadın bakışlarını devirmeden edemedi. Apartmana girerken, sabah gördüğü siyah arabası olan adamları tekrar gördü. Adamların, koltuklarında sindiğini de fark etti.
 
Anahtarıyla kapıyı aralayan kadının ardından Ateş içeri girdi. Antreye adım atar atmaz, arkasındaki ve önündeki odaya kafasını çevirerek kısa bir göz attı.
 
Kadın, onu salona yönlendirdi. Ateş koltuğa geçerken, Cansu mutfağa yöneldi. “Kahveni nasıl içersin?”
 
“Sade.” Derken gözleri salonu inceliyordu.
 
Ateş, televizyon ünitesinin üzerinde duran fotoğrafı gördü. Oturduğu yerden kalktı ve doğruca fotoğrafa doğru ilerledi. Kemikli parmaklarıyla çerçeveyi kavradı.

SÜVEYDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin