AŞTIK.

203 22 0
                                    

Sevgili günlük,

Gitmedi. Nasıl bir mutluluğa sürükledi bu bedenimi, tahmin bile edemez. İlk önce eve çıktık. Hafif sarsak yürüyordu, yine de ondan başka kimse o kadar sağlam basamazdı taş küreye.

Evime girdi. Bağırmak istedim, 'Evim, uyan! O burada, neden hala sessizsin?' Bağırmadım.

Bana çevirdi elalarını, oturduktan 5 dakika sonra koltuğa. Bense ayırmamıştım gözlerimi yüzünden.

Ağzını araladı, diyeceklerini duymak için kavruldu sanki kulaklarım. "Yaralanıyorsun, ama açıkçası.." devamını getirmedi haklı cümlesinin. Gelmesin istedim. İlk defa cümlesinin devamını duymamak istedim ama, öyle ya işte, söz geçiremedim kalbimden emir alan dilime.

"Ama, ne?" dedi ağzım, ağzından bir-iki söz daha duyma aşkıyla yanarken kulaklarım. Bana baktı, tekrarlıyorum. Yeryüzü ve gökyüzü böyle bir bakış görmemiştir.

Araladı ağzını, biliyordum yaralanırdım. Ve evet, onun sözleri kadar kimse yaralayamazdı. Umursamadı. "Ama açıkçası.. Umurumda değil."

Gülümsedim. Biliyordum. Umurunda değildi. Yine de böyle duymak.. Özür dilerim sevgilim, dur! İsyanım sana değil, anlasana, ne olur terketme beni bu karanlıkta. Ne olur.. Ne olur gitme şimdi, daha çok var sabaha. Hem, nasıl uyurum şimdi sensiz? Ne olur..

Gözlerim doldu. Aynı anda bu kadar duyguyu, sevgilim, senden başka kimse bu kadar dorukta hissettiremezdi. Bu yüzden suçlama kendini.

Ağzımı açtım. "Benim de değil." dedi dilim. Ne kadar doğruydu? Bilmiyordum. Özür dilerim sevgilim, sana karşı hiçbir zaman tamamen dürüst olmadım. Ama zaten.. Umurunda da değil..

Gözlerini indirdi ellerine. Yorgun muydu o? Yoksa çökmüş müydü omuzları? Neden hala dimdik öyleyse? Eğilemez bir demir mi o benim gözümde?

Evet sevgilim, senden beteri yok. Sen iflah olmazsın.. Ama dur! Bir de, gel sen onu bir de kalbime sor. O senden bile beter. Asla iflah olmaz.

Olmasını da istemedim.

Ellerini yüzüne dayarken koltukta kaydı. Uykusu mu vardı? Ağzımı araladım. "Aç mısın? Ya da uykun mu var? Evet evet, senin uykun var.."

Duyuyor muydu? Emin olamadım. Çünkü kafasını kaldırmak bir yana, nefes bile almıyormuş gibi göründü gözüme.. Kendi düşüncelerimi tekrar ettim zihnimde, 'nefes almıyormuş gibi..'

Böyle korkunç bir şeyin ihtimalini dahi düşünmek, sevgilim, o urganı boynumda hissettirdi. İnanır mısın, gram korkmadım.

Kısık sesini duydum sonra. "Uyuyacağım."

Bir telaşla ayağa kalktım. "Uyuyalım o zaman.. Ya-yani sen u-uyu. Yatağımın çarşafını de-değiştirmeliyim.."

Telaşıma tepki vermedi. Dalga geçmesine bile razıydım, oysa boş gözlerle izledi.

Ağzını araladı ayağa kalkarken. "Gerek yok. Geliyor musun?"

Bana gel dedin. Nasıl reddederdim ki seni? Beynim söylemeye karar verse, dilim üzerine bile alınmaz. Üzgünüm sevgilim, telaşımı mazur gör. Alışkın değilim beni çağırmalarına.

"Evet.."

Ayağa kalkıp peşine takıldım. Odamı biliyordu. Bu evi biliyordu. Sadece uzun zaman olmuştu ve hatırlaması bir kasırganın yavaşlamasına neden oldu.

Kapımızın önünde bir kasırga olsaydı sevgilim, yemin ederim yavaşlardı.

Kapıyı açıp içeri girdi. Montunu çıkarıp yere attı. Yatağa kendini yüz üstü attı. Bir eli aşağı sarkıyordu. Üzerindeki siyahlık, beyaz çarşafımda adeta can buluyordu.

Durdum, bu görüntüyü böyle es geçemezdim. Bir sanatkarın elinden çıkmışsın, belli, sevgilim. Şimdi o sanatkara yalvarıyorum, karşımdaki adam bir kere sevmeden beni, ölmeyeyim.

Ve üzgünüm sevgilim ama, sanırım yeryüzünde en çok yakıştığın yer burası.

"Daha duracak mısın?" Sesini duyunca kendime geldim. Eğilip yerden montunu aldım. Gözleri kapalıydı, ben de kapattım ve montunu doyasıya kokladım. Hiç eksiklik hissetmeyeceğim şekilde, tamamen o kokuyordu. Kendimi evine dönmüş gurbetçi gibi hissettim. Benim gurbetçi olduğum doğruydu da, o benim hiçbir zaman evim olmamıştı.

Yine ayakta, montunu burnuma dayamış koklarken bana seslendi elaların sahibi. "Gerçeği burada, kokusuyla neden oyalanıyorsun ki?"

Utandım. Koskoca adam, bir çift ela gözün karşısında nerdeyse ağlayacaktı utançtan. Fırsat vermedim. O böyle, nasıl denir.. Beni bekliyorken?

Ah, bu kelime öyle iyi geldi ki bedenime. Hiçbir yerim ölene dek ağrıyamaz artık sevgilim.

Yavaşça montunu tekli koltuğuma bıraktım, geri çekilirken biraz okşadım. Gerçeği burada demişti. Onu da sevebilir miydim ki böyle? Okşayabilir miydim saçlarını? Ya.. Ya izin verirse bana? Nasıl yaparım, ne yaparım? Elim hareket etmeyi unutmuşken şimdiden.

Yavaşça yanına adımladım. Hareketlerim öylesine titrek ve tutarsızdı ki, bana acıdığını düşündüm. Birine böylesine bir aşkla yanmak delilikti. Ama ben zaten hiçbir zaman yeterince akıllı değildim.

Yanında dikeldim. Ne yapsam, nereye yatsam.. Ya da yatsam mı? Bilemiyordum. Ta ki eli bileğimi yakalayana dek. Bana dokunmuştu, o çok sevdiğim elleri, bileğime dokunmuştu. Tanrım, galiba artık mutlu ölebilirdim.

Sözsüz davetine uydum. Ellerim öyle titriyordu ki, onun kolunu da titretiyordum. Az önce içerdiyeken tepkisiz diye üzüldüğüm yüzü, ısındı mı sanki? Bir dakika, gülümsüyor mu o? Alay mı ediyor yoksa aşkımla?..

Ne önemi var ki? Yüzündeki gülümsemenin sebebini bilsem ne olur? Önemi olmadığı için yalvarmaya gitmedim mi zaten, sevdiğim adamın sevdiği mavilere?

Yanına oturdum, sonra uzandım. Sopa yutmuş gibi tavana bakarken ben, arkasını döndü. Sarılmak için ölesiye bir istek duydum. Ama yapamazdım. O bana bir adım atmadan, ben ona sarılamazdım. Çünkü onun sarılmak istediği kollar ben değildim, hiç olmadım..

Bütün savaşım bu değil miydi zaten günlük? Bir koku hayatından eksiliyor ve sen zayıfladığını hissediyorsun. Tartıda değil, hayatta..

O benim en büyük zayıflığımdı. Yine de hiç gitmesin istedim..

OlmayacakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin