(1515 yılının altıncı ayı, Maisan)
Prens tapınağa altı kadın hizmetçisi ve sadık haremağası Park ile birlikte sabahın erken saatlerinde vardı. Başkentten dört gün süren bir yolculuk yapmışlardı. Güneşin sıcaklığına rağmen, Prens için sakin bir yolculuk olsa da beraberindekiler için aynı şey söylenemezdi. S Yollar yumurta pişirilecek kıvamdaydı son dört gündür ve kahyaları için üzgün hissetmeye başlamıştı sarayın kapılarından girmelerinden itibaren. Sıcaklıktan çok çekmelerine rağmen bir de Prenslerinin kahrını çekmişlerdi.
Bir keşiş onları karşılamış ve birlikte getirdikleri eşyaları yerleştirmelerine yardım etmişti birkaç hafta boyunca kalacakları odalarına götürdükten sonra. Prense küçük mütevazi bir oda verilmişti Hanyang'taki heybetli odasına karşı. Ne yatak ne de ipekten çarşaflar vardı, sadece ince bir şilte. Pencereler bile yoktu, kapı dışında ki o da hanjiden* yapılmıştı ve bazı yerleri yırtıktı.
(*Hanji el yapımı Kore kağıdı.)
Yine de Prens beğenmişti. Her gün vezirler tarafından en ufak hareketinde yargılanmayacağı ya da hizmetkarlarının boğucu varlığıyla uğraşmayacağı bir yerdeydi. Bütün hayatı boyunca sarayda yaşamış olsa da onun için fazlaydı bunlar. Her gün normal bir adam olabileceği, Joseon'un Veliaht Prensi olmayacağı bir yere gelmiyordu.
Beraberindekiler bütün hazırlıkları tamamladığında, Prens yağmur ayinin olacağı mabeti ziyaret etmeye karar verdi. Prensi kapıyı açtığında gördüğü şey onu şaşırtmıştı, oda çoğunlukla boştu, yalnızca bir odundan sunak vardı köşede porselen bir vazonun yanında duran, bir dal sarkıyordu zarif bir şekilde yeşil ve kahverengi yapraklarla bezenmiş onun ağzına doğru. Duvarları pencereler kaplamış, fenerler her bir köşede asılı duruyordu.
"Majesteleri, gelmişsiniz." Derin ancak nazik bir ses konuştu yakınlarında ve Prens genç bir adam buldu nezaketen eğilen. Prens yalnızca adamın şapkasının üstünü görse dahi çarpıcı renk tonu kendini fazlasıyla belli ediyordu. Diğeri başını kabul edilmeyle kaldırdı ve Prens'e parlak, kalp ısıtan ve yumuşak bir gülümseme verip şapkasını çıkardı. Gözleri elaydı, saçları pembenin büyüleyici bir tonuna sahipti Kyungsoo'nun annesinin çocukken sıklıkla oynadığı saraydaki bahçesinde yetiştirdiğine benzer.
Prens hayret etmişti bir erkeğin nasıl bu kadar... Güzel olabileceğine.
"Ah, evet." Boğazını temizleyip çok uzun süredir bakmakta olan gözlerini ondan çekti, geri cevap vermeden önce. Diğeri ona başka bir parlak gülümseme sundu, gözlerinin kenarlarını kırıştıran.
"Benim adım Kai, Majesteleri." Tekrar eğildi. "Size ayin boyunca eşlik edeceğim. Lütfen rahat olun."
"Tanıştığımıza memnun oldum," Geri cevap verdi. "Kai." Ah, bu isim. Hiç duymadığı bir isimdi ancak yine de ağzından akıvermişti çok... hoşça. "Ne kadar alışılmamış bir ismin var öyle." Ekledi, "Ama sana uyuyor." Anlaşılmaz derecede hızlı konuştu ne dediğini kavrayamadan önce.
Kai kıkırdadı yumuşakça. "Teşekkürler, Majesteleri." Prens kulaklarında kuşların cıvıldadığına yemin edebilirdi. "Umarım bu mütevazi tapınakta geçirdiğiniz vakitten hoşnut kalırsınız ve dualarınız duyulur." Utangaç bir gülümsemeyle söyledi. "Şimdi gitmeliyim. Yarın sabah görüşmek üzere."
Kai dönüp kapıya doğru yürüdü ve prens bilinmeyen bir güç tarafından kalakaldı, diğerinin geri çekilmesini izlemeye devam etti. Kai'nin giydiği lavanta rengi hanbok çiçeklerle donatılmıştı onun güzelliğine uyan bir şekilde ve dans ediyordu yumuşakça rüzgara karşı.
O akşam Prens geçici odalardan birinde uzanırken, çiçek tarlasının rüzgara doğru büküldüğünü, her bir tomurcuğun ise sabah çiyiyle kaplı olup Kai'nin saç renginde olduğunu hayal etti.
***
Prens doğuda daha gün doğmadan uyandırıldı. Ayin güneş gökyüzünde belirmeye başladıktan iki saat sonra başlamalıydı.
Eski püskü odada uyanmak ona inanılmaz geliyordu, Veliaht Prens olarak taç giydiği günün sabahı sahip olduğu garip duygular gibi. Saray kesinlikle zalim bir yerdi, avlarını bekleyen aslanların ve kapların ini. Mucizevi bir şekilde, bütün o karmaşadan kaçabilmişti ve lanetli bir şekilde tüm kardeşlerinin canı alınmıştı, ve birçok olayın eşliğinde, varis olarak taç giyip ağabeyi Prens Seungsoo'nun yanına oturmuştu tüm hayatı boyunca.
Hiçbir zaman Saray mutfağındaki yetenekli bir kadından doğan genç bir prens olmanın dışına çıkmak istememişti. Annesi kralın gözlerinde bir parça iyilik görmüş ve cariyesi olarak seçilip eşlerinden biri haline gelmişti. Eğer Kral bu şekilde devam edebilseydi, Leydi Do kraliçe olabilirdi. Yeni bir kraliçe tahta geçmişti bir diğeri oğlunun tacını korumak için diğer prensleri öldürmekle suçlandığında.
Şimdi prensin yerine getirmesi gereken birçok görevi vardı, tek isteği ise ailesini ve halkını gururlandırmak ya da en azından olduğu yere değer olduğunu göstermekti.
Hak etmediğini düşünen birçok kişi vardı. Önceki Veliaht Prens güçlü bir soya sahipken, kendi değildi. Ama bunu daha da beter hale getiren taç giyme töreninden sonra gelen kuraklıktı. Genç prens sorgulamaya başlamıştı tanrıların onun varis olmasından memnunluğunu. Tahttan indirilen kraliçenin ölmeden önce son söylediklerinden korkmaya başlamıştı: Kyungsoo hiçbir zaman kral olamayacak.
O zamandan beri, krallık açlıktan ve yoksulluktan çile çekiyor, salgın çıra gibi yanıp tüm ülkeyi katlediyordu ve bütün suç başındaki taca atılmıştı.
Şimdi insanlar, rahipler ve Kraliyet Ailesi sakinleri ondan kendisini kanıtlamasını böylece göklerin onun tahta çıkışını onaylamasını bekliyordu. Kyungsoo'nun gökleri ayinle yatıştırmasını ve böylelikle tahtın varisi olarak onu kabul etmeleri bekleniliyordu, ayrıca bununla birlikte gökler insanların hasatlarına tekrar büyümeleri için yağmur yağdıracaktı.
İnsanlar ve aileleri için umutsuz bir zamandı. Prens için umutsuz bir zamandı.
Sonuç olarak burada küçük bir odanın içinde, çekirdeğinden çıkmış, sarayın rahatlığından ve lüks yaşamından uzaktı. Hiç kimseydi artık burada, Veliaht Prens değil sadece Kyungsoo, göklere ölü krallığa yaşam vermesi için yalvaran insanların temsilcisi.
"Majesteler, uyanık mısınız?" Haremağası Park'ın sesi odada yankılandı, sarayda güne başlamadan önce olduğu gibi. Cevap olarak homurdandı hala bedeninde dolaşan uyku ile, bir saattir karşı koyamıyordu beyninde onu rahatsız eden düşüncelerden dolayı.
Uyandığından beri sayısız düşünce kafasını doldurmuştu, son olarak ne düşündüğünü pek iyi hatırlamasa da gece gördüğü rüya açık bir şekilde duruyordu zihninde: Tarladaki çiçeklerin dikkat çekici rengi. Her nasılsa, Prens ayini dört gözle bekler olmuştu pembenin o güzel tonunu tekrar görebilmek umuduyla.
Uzun haremağası, sarayda giydiği yeşil kaftanı giymeye devam eden, kucağında katlanmış kıyafetlerle girdi ve prens ayağa kalkana kadar bekledi giydirip gününün resmi olarak başlatmak için.
Prens gençliğinden beri giydiği tarzda sade beyaz, ipekten değil ama ince ve basit bir kumaştan yapılan bir hanbok giydi. Haremağası prensin saçlarının yalnızca tepedeki ufak bir kısmını toplayıp geri kalanını sırtından aşağı serbest bıraktı. Bir süre sonra haremağası Park bir adım geri çekilip mırıldandı, "Hazırsınız Majeste."
Ve Kyungsoo mabet için odadan ayrılması gerektiğini anladı.
-Azra
Evet canlarım resmi olarak başladık denilebilir, uzun bir süre fic yazmayıp bunu çevirmeye odaklanacağım yalnız size minik bir sorum var. Hikaye çok uzun olduğundan bölümlere böleceğim ama kısa kısa bunun gibi bölümler mi okumak istersiniz yoksa uzun uzun mu?
Umarım çevirimi beğenmişsinizdir felaket heyecanlıyım çünkü!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paint the Sky for Me // DoKai-KaiSoo (Çeviri)
Historical FictionBir efsane, dört mevsimin Prens Kyungsoo'nun ilk aşkı için bir araya gelişini anlatan. -aerinikolai Joseon!au, genderswap, fantasy, royalty!au https://www.asianfanfics.com/story/view/1299986/1/paint-the-sky-for-me-goldenexofest-17-fantasy-exo-kaiso...