Uyandığımda yatağın sol tarafımdaki soğuk tarafına alışamamış bir biçimde uyandım. Celal ve Reşat abimin yeriydi boş kısımlar
Bugün biraz daha geç kalktım. Güneş çoktan almış yerini,kış sona ermek üzere. Kızgın güneş yavaş yavaş eritiyor karları. Açığa çıkan su çamura bulamış her yeri , hayvanlar otlaklarına çıkmaya başlıyor. Kahvaltıdan sonra ben ve Doğukan abim hayvanları otlatmak için çıkıyoruz evden. Çok değil üç inek, iki buzağidan oluşuyor sürümüz. Vadiye doğru ilerlerken geçen yıl düştüğüm yere geliyoruz. Suyun sesiyle o güne dönmüş gibi hissediyorum. Karların erimesiyle coşan su yine aynı taşkınlıkta gürlüyor neyse ki bu sefer Doğukan abim var yanımda.
Otlağa vardığımızda karşımda duran manzara karşısında adeta büyülenmiş gibi oluyorum. Her taraf buram buram bahar kokuyor.
İkindiye doğru iyice acıktığımızın farkına varıp erzaklarımızı yemek için küçük bir tepeye oturuyoruz. Hemen yanımızdaki çıkını yokluyorum. Menü aynı mekan farklı bu sefer. Ekmek, peynir ve soğanı tereddüt etmeden mideye indiriyoruz tek seferde. Saatin geç olduğunun farkına varınca eve doğru yol alıyoruz.
Abim hayvanları içeri koyarken, bende içiboş çıkınla eve doğru yürüyorum. Kapıya yaklaştığımda duyduğum ses birkaç kere dolaşıyor beynimde. Ses hakkındaki tahminlerimden emin olamamanın verdiği merak ile hızlıca dalıyorum avluya. Doğru tahmin! Gelmişler evet gelmişler! Celal ve Reşat abim.Koşarak sarılıveriyorum boyunlarına. O sırada annemle göz teması kuruyoruz ve yine nemli gözleri. Hiç şaşırmadan babama döndürüyorum heyecanlı bakışlarımı. Yine kurulmuş köşeye, istifi hiç bozulmamış buna da şaşır mıyorum.
Akşam yemeğinde aylar sonra hep beraberiz. Ve yine aylar hatta yıllar sonra üç çeşit yemek var evde. Bunları abimlere borçluyuz. Biraz erzak ve hepimize birer çift ayakkabı haricindeki tüm gelirler babamın elinde tabiki. Aylarca kazandıkları maaştan tek kuruş almadan babama verdiler. Babam da alkole!sanırım bahsetmem gerekiyor. Babam...evet alkolkullanıyor. Soylenilenlere göre bu kadar sefil olmamızın tek sebebi babammış. Önceden bu kadar fakir değilmişiz. Babam ve kötü alışkanlıkları yüzünden bu haldeymişiz.
Bize bıraktığını söylüyor fakat annem ve abilerim inanmıyorlar. Ben de birkaç kere duvar diplerine şişe sakladığını görmüştüm. Babama ne olduğunu sorduğumda:
-Seni ilgilendirmez, hadi kaybol şimdi!
Deyip geçiştirdi. Bir keresinde 'git burdan' dedikten sonra hala ona baktığımı görünce öldüresiye dövmüştü beni. Annem zor elinden almıştı,her tarafım kan içindeydi ama annemin gözünden süzülen yaşlarla bakışınca hafif ve zoraki bir tebessümle "ben iyim annecim" diyebilmiştim. O da babamın beni neden dövdüğünü sordu kısa bir sessizliğin ardından istemsizce dolan gözlerimin anneme dikerek sorusuna soruyla cevap verdim :
- Anneciğim, babam neden sürekli duvar diplerine şişe saklıyor ?
Annemin göz pınarları bir kere daha yaşla dolmuştu ve ağzından çıkan tek kelime şu oldu:
- Geçecek yavrum...
"Geçecek yavrum"dedi ve başımı göğsüne gömdü. Aslında hiç ses duymamıştım ama anladım canım annem ağlıyordu. Sessiz sessiz , için için...Ertesi sabah nihayet abimlerle beraber uyandım. Güneş tam da olması gereken yerde , yeni yeni doğuyordu.
Avluya çıktım. Çok garip evden kimseyi göremedim, birkaç adım ilerleyince sobanın yanında ki tahta dikkatimi çekti. Başta çözemedim sonra daha dikkatli bakınca bunun bir tabut olduğunu farkettim. Oldukça ürkütücü görünüyordu , içine bakmaya yeltendim tabutun kapağını hafifçe araladım daha kapağı açmadan bileğimde ıslak, kanlı, yumuşak ve ince bir el hissettim. Geri çekmeye çalışırken bir çığlık!
Ohh be! Rüyaymış. Yüzüm gözüm terlemişti, derin derin nefes aldım. Daha da kötüsü yatakta farklı bir ıslaklık hissettim. Açıkçası çok utanmıştım. Hemen pijamamı kurutmak için yeni doğan güneş ışınlarının karşısına koydum. Kimsenin uyanmaması için bir hayli uğraştım. Ardından yorganı kaldırıp döşeyi kurutmaya çalıştım.
Salondan gelen sesler kahvaltı başlangıcının ezgileri gibiydi. Hem oyalanmadan kuruyan pijamamı giydim ve salona kahvaltıya gittim. Abimler artık evdeydiler ve mutluyduk.
Evdeki işlerim bittikten sonra uzun zamandır ugramadığım köy meydanına indim. Mustafa abim yok bu sefer. Sabah babamın zoruyla kasabaya gitti istemeyerek. Annem "bırak istemiyorsa gitmesin" dedi. Ama babam kendisinden beklenilecegi üzere bir çuval için abimi de zorla aldı yanına. Yani meydan da tektim. Gökhan abilerin evinin önünden geçerken kısık bir ağlama sesi duydum ve sokağın sonuna doğru ilerledim. Benim yaşlarımda bir kız çocuğu kafasını dizlerinin arasına gömmüş hıçkırarak ağlıyordu.
Giyinişi hiç köy çocuğuymuş izlenimi vermiyordu. Gökyüzü kadar mavi ve temiz entarisi dizlerine kadar uzanıyordu,bacaklarının kalan kısmını uzun çizgili bir çorapla kapatmış diz kapağındaki açıklıktan beyaz teni parlıyordu. Saçları omuzlarına kadar uzanıyor ve tabiki gözleri yaşlı.
Önce yaklaşıp yaklaşmamakta çok kararsız kaldım çünkü çok beceremem kızlarla konuşmayı ama o güzel gözlerinin yaşlı olması beni üzdü ve ona yaklaştım.
"Merhaba" dedim. Sesi çıkmadı. Sadece hıçkırıyor ve toza bulanmış elleriyle gözünün yaşını siliyordu. Açıkçası cevap vermemesine bozulmuştum. Kalkmaya yeltendim ki bir ses duydum. Derinden gelen yumuşak bir ses.
- Dur! Kusura bakma kabalık etmek istemezdim.
Şimdi utanma sırası bendeydi. Yanına oturdum birşey sormadım ama konuşmaya başladı:
- Buraya babaannemin yanına geldim artık onunla birlikte burada yaşayacagım.- Peki neden ağlıyorsun?
Cevap vermeden tekrar ağlamaya başladı. Birkaç dakika suskunluğun ardından devam etti:
- Annen ve babam... Bir hafta önce kaybettim onları.
Birşey diyemedim. Sadece şu birkaç kelime çıkabildi ağzındam:
- Ba ba ... Başın sağolsun. Ben eee ben üzüldüm.
Bir süre ikimizde sessizligimizi koruduk. Ardından cesaretimi toplayıp tekrar söze girdim:
- Daha önce çok yakın birini kaybetmedim ama bu seni anlayamayacağım anlamına gelmez. Bu saatten sonr yapacak tek şey onlara layık bir evlat olup üzüntülerinin vermiş olduğu hüznü dayanma gücüne çevirerek hayata daha sıkı tutunmak çünkü onlarda senin üzülmeni istemezler emin ol.
- Teşekkür ederim sen gerçekten iyi birine benziyorsun. Sanırım bu iyi geldi şimdi gitmem lazım, daha sonra görüşürüz.
Giderken arkasından seslendim :
- Dur!
Efendim dercesine baktı yüzüme- Adın. Adını söylemedim.
- Ha! Adım nisan. Peki ya senin ?
- Be be... Benim adım şey Emin.
- Emin misin?
"Evet"dedim ve kıkırdayarak arkasını döndü. Tam adım atacakken tekrar döndü ve el salladı 'görüşürüz' dedi.
"Görüşürüz"dedi gözden kaybolana kadar onu izledim. Yüzümdeki anlamsız tebessümle eve kadar yürüdüm. Eve yaklaşınca mercimek kokusu burnumla dans ediyor, evdeki sıcaklığı tüm hücrelerimde hissede biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON NOKTA
Non-FictionDokuz çocuklu bir ailenin Anadolu'nun ücra bir köyünde yaşamın zorluklarına karşı mücadeleleri...