John elindeki kitaplarını dolabına hızlıca yerleştirirken bir yandan da kolundaki saatine bakmaya çalışıyordu. Kitaplarını başarılı bir şekilde dolabına yerleştirdikten sonra zaferle gülümsedi ve rahatça saatine baktı. Saatine bakınca geciktiğini fark etti ve hızlıca dolabını kilitleyip eve doğru ilerlemeye başladı. Bu gün Damian'ın evine gidicek olması onu hem strese sokuyor hem de mutlu ediyordu. Bu aralar evdeki gergin ortam Jon'u da geriyordu, babasının eve gelmiyor oluşu annesini çok üzüyordu, bu sebeple John elinden geldiğince annesinin yanında olmaya çalışıyordu. Tek umudu Damian ile keyifli vakit geçirmekti. Okuldan çıkıp biraz ilerleyip ara sokaklardan birine daldı. Heyecanla gözlüğünü ve gömleğini çıkrtıp çantasına yerleştirdi. Gömleklerini çok yırttığını söylüyordu ailesi, bu yüzden Gömleğinin düğmelerini düzgünce açarak çıkarmaya özen gösterdi. Çantasını sırtına takarak, ara sokaktan yükselerek çıktı. Metropolis havadan muhteşem görünüyordu, insanlar mutlu ve rahat görünüyorlardı. John düşüncelerini bir kenara bırakarak hızlanarak Gotham'a doğru uçmaya devam etti....
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Alfred kapıyı gülümseyerek açtı. "Hoşgeldiniz Bay Kent" Jon içeriye gülümseyerek ama girdi. Alfred kapıyı kapattıktan sonra Jon'un yanına gelerek konuşmaya başladı. "Efendi Damian sizi bekliyor, beni takip edin bay Kent" Jon elleriyle ağzını kapatıp kıkırdamasını engellemeye çalıştı. "Alfred, bana bay Kent demene gerek yok" Alfred gülümesdi ve Damian'ın odasına gelince durdu. "Nasıl isterseniz bay Jon" Jon teşekkür ederek kapıyı çaldı ve içeri girdi. "Damian? Burda mısın?" Damian Titusu'u seviyordu. Jon'un geldiğini fark edince ellerini cebine koydu ve ciddileşerek konuşmaya başladı. "Seni buraya önemli bir şey için çağırdım." Jon çantasını Damian'ın masasının yanında duran pufidik koltuğa doğru fırlattı ve kollarını kavuşturup ayağıyını belli bir ritimle yere vurarak. "Öf tabii tabii biliyorum Damian" Sesindeki bıkkınlık Damian'ın daha da ciddileşmesine sebep olmuştu. Odasının bir diğer ucundaki kapıya doğru yöneldi ve Jon'un onu takip edip etmediğine dahi bakmadan ilerlemeye başladı. "Damian, nereye gidiyorsun? Hey DAMIAN?" Jon Titus'un tam biraz sevmek istemişti ki, kafasını kaldırıp baktığında Damian neredeyse kocaman odanın sonundaydı. Jon süper hızını kullanıp Damian'a yetişti ve kapıdan içeri giren Damian'a yetişti. Jon kapıdan içeri girince şaşkınlığını gizleyemedi ve ağzı açık ekrana bakakaldı. Damian yanlarına yenice gelen Titus'un kafasını okşarken"herkesi sevmez" diyerek sesizliği bozdu. Jon hala ekrana bakıyordu ve Damian'ın tam olarak ne dediğini anlayamamıştı. "Ha? Efendim? Ben mi? Kimi sevmiyorum??" Gözleri hala ekrandaki kocaman kırmızı şeytani yaratık da idi. Kimdi bu? Kesin sihirle alaklı bir durumdu. Sihir kelimesini duyduğu zaman Jon'un tüyleri kalkıyordu. Güçlerinin tam olarak çalışmadığı zamanlar, durumlar hoşuna gitmiyordu. Büyük bilgisayar ekranının önündeki koltuğa geçen Damian derin bir iç çekerek birkaç ekstra sayfa daha açtı. "Aldığımız bilgiler bunlar. Ne düşünüyorsun? Sence Titanlarla halledebilir miyiz?" Jon afallamıştı. Titan'lar dendiğinde tüyleri kalkıyordu. Konunun eğer titanlarla bi alakası varsa neden Jon'u çağırmıştı ki? "Damian beni bunun için mi çağırdın?" Ellerini saçlarının içinden geçirip gözlerini sıkıca kapatıp açtı. "Tanrım, dalga geçiyorsun." Damian Jon'a dönüp ellerini kavuşturdu. "Ciddiyim" Jon Damian'ın gözlerinin içine bakarak parmağını dikte edermişçesine kaldırdı. "Bana bak Damian Wayne, eğer ki" kafasını yere eğip derin bi soluk aldı. Damian hafifçe sırıttı ve ellerini arkasında birleştirdi. "Devam et Kent" John kafasını kaldırıp parmağını Damian'ın göğüsüne vurarak. "Bunlar bana hiç söylemediğin şeyler." Damian tek kaşını kaldırıp Jon'un göğüsündeki eline bakarak "Sana söylediğim şeyler neymiş peki?" Jon'un bakışları normal olmasına rağmen süper lazer gözleriyle bakıyormuşçasına deliciydi. "Beni deli ediyorsun!"