Pirates!

1.6K 85 0
                                        

Çeviren: Yei

Yazar: LalaLuhanne

Gemiyi durdurma zamanı geldiğinde henüz iki gündür yoldalardı. 
Jongin güverte altında paspaslama işleriyle meşgulken ilk başta fark etmemişti. Geçen geceki az uykusundan dolayı yorgundu ve temizleme bezinin döşemenin üzerindeki hareketleriyle çalışırken ara vermek için dışarı çıktı. Teknenin yavaşlayıp durduğunu hissetmedi, güverteden gelen yabancı ayak seslerinin gürültüsünü de duymadı.

Duyduğu şey ise, ilk çığlıktı.

Duyduğu sesle Jongin’in kanı donmuştu ve nefesini kesmek için ağzını kapattığında paspasını düşürmüştü. Lanet olsun. Paspas tam anlamıyla sessizce düşmemişti. Nereye gidebilirdi? Nereye kaçacaktı? Kaçabileceği bir yer var mıydı ki? Birkaç gündür bu gemideydi ve hala arka güvertedeki labirent gibi ağlar halinde birbirine tıpa tıp benzeyen ahşap koridorları hazmedememişti. Mürettebatın çığlıkları ve talimatlar yağdıran yabancı ses şimdi her yandan geliyordu ve Jongin olduğu yerde bayılamazdı. Sırtını duvara yasladı, ayağıyla paspası daha yakınına çekti. 

Biri tarafından görülmemiş olmak için sessizce dua etmeye başladı.

Beni bağışla. Tekrar tekrar düşündü, istikrarlı bir şekilde nefesini tutuyordu. Beni bağışla. Nefes al. Beni bağışla. Nefes ver. Beni bağışla. Nefes al. Beni bağışla. Nefes ver. Beni bağışla. Nefes al.

“Bağışla bizi!” Jongin şok oldu, bu ses kaptanındı. Paspası daha sıkı kavrayıp göğsüne doğru çekti ve dua etmeye devam etti. Umut içinde. 

Lütfen. Lütfen. Lütfen. Lütfen. Lütfen.

Mantra*ları artık ne nefesleri ile uyumluydu ne de kalp atışlarıyla. Üst güverteden gelen seslerin kesildiğini çok geç fark ettiğini düşünürken ayak sesleri koridorda gittikçe yaklaşıyordu. 

Lütfen. 

Ayak sesleri sert ve keskindi. Topuklu botların sesi demir gibiydi, 
yerde yavaşça tıkırdıyorlardı, belki de çelikten yapılmışlardı. Jongin’in karanlıkta yüzleşmek istemediği kişinin botları dar koridordan yaklaşıyordu.

Lütfen.

Bu gemiye daha iyi bir hayat için katılmıştı. On sekiz ölmek için genç 
bir yaş değil miydi?

Tıkırtılar yaklaşıyordu.

Jongin gözlerini kapadı.

Lütfen.

Yaklaştı.

Yaklaştı.

Tıkırtılar durdu.

Jongin sonunda gözlerini yeniden açtığında bir adam ifadesi anlaşılmaz bir şekilde karşısında dikiliyordu. Sürpriz bir şekilde genç görünüyordu, belki de Jongin’in yaşlarındaydı, boyu yaşının eksikliğiyle uyumluydu. Saçları gözleri gibi siyahtı –büyük gözleri Jongin’in yüzünde durmadan önce onu baştan aşağı birkaç kez taramıştı. Koridordan gelen zayıf ışık bu gözlerden, bu küpelerden, ceketindeki düğmelerden ve botlarındaki tokalardan yansıyordu. 
Belki başka bir durumda olsalaardı, onun Jongin’e yaptığı gibi Jongin’de onun yüzünü incelerdi ve belki de, eğer ondan yaşlı değilse, onu oldukça yakışıklı bulabilirdi. Şuanda, her nasılsa, tamamıyla adamın sağ elindeki kılıca odaklanmıştı.

Kılıcın üzerinde biraz kan lekesi vardı ve Jongin’in karşısındaki adam yaralanmış gibi görünmüyordu. 

Korsan.

Oluyordu. Jongin burada, bu koridorda, ismi bile bilinmeyen paspasçı çocuk olarak elinde bir paspasla ölecekti. Gözleri diğer adamın kılıcında sabit kaldı –nasıl ölecekti? Bıçaklanacak mıydı? Parçalarına mı ayrılacaktı? Katili merhametli mi davranacaktı yoksa onu dışarı mı sürükleyecekti? Jongin dudağını ısırdı, babasını düşünürken yeterince sertti. Onu kısa süre sonra tekrar görecekti. Hayatı bir flaş gibi saldırganın kılıcından yansırken babasının anılarına odaklanmıştı –iyi bir çocuk olduğunu, zeki olduğunu, hayatını güzel geçirecek biri olduğunu söylediği zamandan başlamıştı. Babası Jongin’in saçlarını karıştırırken hep bu sözleri söylerdi. Şuan hemen hemen bunu hissedebiliyordu.

Onun haricinde şimdi yanağında bir el hissediyordu. Bu çocukluğundan hatırladığı bir şey değildi. Gözleri kılıçtan uzağa kaymıştı, Jongin yanağındaki elin diğer adama ait olduğunu anladı; silahını indirdi, gözleri hala Jongin’in yüzündeydi. 

Siren Song. [Çeviri]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin