Çeviren: Yei
Yazan: LalaLuhanne
Birkaç gün geçmişti, belki de bir hafta. Calling Siren’in tayfası çürümesini önlemek için bol miktarda meyve yemişti, alt güvertenin tamiratı için mutfaktan ambara taşınmıştı, başka bir gemi ile çarpışmalarından alacakları hazineler için ortam hazırdı. Jongin artık geminin geri kalan mürettebatıyla uzun konuşmalar yapabiliyordu, ne de olsa ilk başlarda sadece Minseok’la uzun uzadıya konuşmuştu.
Kyungsoo genel olarak ne Jongin’le ne de bir başkasıyla hemen hemen hiç konuşmuyordu. Her geceleri ilkiyle aynıydı –kaptan sessizce uykuya dalmadan önce Jongin’den bir öpücük alıyordu. Gün boyu Jongin’den kaçınmazken, diğer herkes gibi onunla uzaktan ve az miktarda konuşuyordu, ve akşamları garip ritüelleri için asla ısrarcı davranmıyordu. Jongin bundan hiç bahsetmemelerinin daha iyi olduğunu anlamıştı. Diğerlerine taşıma işlerinde veya Chanyeol’a tamirde yardım etmediği zamanlarda (ne zaman ona ihtiyaç duysalar yapabileceği her türlü yarımı yapıyordu) üst güvertede vakit geçiriyordu, dalgaları izleyip deniz havasını soluyordu. Bazen geri kalan tayfayla eğlenip, bazen de güvertede paspas yapıyordu. Bu şaşırtıcı derece rahatlatıcıydı. (paspas yapmak)
Tabii ki, çok uzun sürmemişti.
“Ufukta birileri var, kaptan.” Baekhyun yüzünde ciddi bir ifadeyle uzakta duran küçük teleskopu getirdi. O mürettebatın sessiz üyelerinden biriydi ve çocuk gerçekten konuştuğunda bu hala Jongin’i şaşırtıyordu. “Mavi yelkenler. Kesinlikle bizim istediklerimizden biri.”
“Çarpışmaya giriyor muyuz?” Chanyeol zaten güvertede koşuyor olsa bile bağırdı. Kaptan başını salladığında o da gerçek bir cevap beklemiyordu zaten.
“Tabii ki. Baekhyun, Minseok, Luhan, pozisyonlarınızı alın. Jongin, ayrıca sen gemide kalacaksın. Benimle gel.” Jongin’in bileğini kavradı ve onu arkasından sürükledi; şüphesiz Jongin’in her zaman hiçbir soru sormadan takip edeceğinden emindi.
Minseok yüksek sesle öksürüp kaptanın dikkatini çekti. “Tayfada sekiz kişi var, dördünü cidden arkamızda bırakmamız gerekli mi? Partine bu defa benimde katılmam gerektiğini düşünüyorum.”
“İmkansız.” Kyungsoo Jongin’in bileğini daha sıkı tuttu, büyük gözleriyle Minseok’a baktı. “Komutada ikincisin. Eğer ikimize birden bir şey olursa, diğerlerine ne olacak?”
“Bir şekilde kıyıya dönebilirler.; onlar bebek değil Kyungsoo. Bunun yerine iki kılavuzunu, iki sağlıkçını ya da şuradaki zavallı genç Jongin’i kaybetme riskine girmek istemiyorsan seninle gelmekte ısrar edeceğim. Baekhyun mutfağı ve ambarı koruyabilir, hepsinden sonra orada tek bir yol kalıyor. Luhan da kendi kendine göz kulak olabilir.”
Kyungsoo yutkundu, etraftaki mürettebata bakındı. Duruşunu doğrulttu, öncesinden biraz daha uzun görünüyordu. “Tamam. Silahlarını al ve diğerlerine katıl. Jongin, şimdi benimle gelmene ihtiyacım var.” Bileği tekrar çekiştirildikten sonra
Kyungsoo’yu aşağıya kadar takip etti, alt güverteden kaptanın kamarasına gelene kadar. Kyungsoo’nun botlarından çıkan nazik tıkırdama sesleri Jongin’i ürpertiyordu, korsanla tanıştığı ilk günü tekrar yaşıyor gibiydi. Koyu renk ahşap koridorlar, Kyungsoo’nun botlarının sesi, Jongin’in kalbi yol boyunca göğsünden dışarı çıkacak gibi çarpıyordu. Eski gemisinin mürettebatı da o gün aynı şeyleri mi hissetmişti? Hayatları için umutsuz ya da korkmuş mu hissetmişlerdi?
Kapı arkalarından kapandı ve Kyungsoo Jongin’i odanın köşesindeki, duvardaki portrenin altında olan ahşap masaya götürdü. “Biz dönene kadar burada kalmalısın, Jongin. Eğer içeri biri gelirse görevin kendini savunmak olacak ve bir şeyleri almak veya zarar vermek isterse buna izin vermeyeceksin. Normalde kimse bu gemiye giremez ama bazen bizi geçebilecek gibi oluyorlar, bu yüzden hazırlıklı olmalıyız.”
Jongin başını salladı, kendini savunması gerektiğini düşündükçe ağzı kuruyordu. Daha önce dövüşmüştü ama sadece kendisi tehlikedeyken. “Benim… Savaşmak için hiçbir şeyim yok, kaptan.”
Masada bir pot ve içine daldırmak içinde bir tüy vardı. Kyungsoo nazik bir şekilde mavi, pembe ve yeşil renkteki tüyü özellikle kaldırdı, Jongin ucunda bir kalem olmasını beklerken onun yerine bir bıçak görmüştü. Metal kan vaadi ile parıldıyordu. “Burada birkaç tane işine yarayacak olanlardan var. Bir şekilde hayatının tehlikede olduğunu düşünüyorsan…” Biraz öksürdü. “Masanın üst çekmecesinde bir tabanca var. Tehdit altındaysan kullanmaktan çekinme –sana hiçbir zarar gelmemeli.”
“Neden ben, kaptan?”
Kyungsoo cevap vermedi, onun yerine ellerini Jongin’in yüzünün kısımlarına getirdi. Jongin’in nefesi aksadı –kaptan onu öpecek miydi? Gün içinde öpülmesi onun için bir sürpriz olurdu.
Ancak kaptan böyle bir şey yapmadı. Bir süre hiçbir şey söylemeden Jongin’e baktı, parmaklarıyla gencin elmacık kemiklerini okşadı. “Kapı kilitli kalmayacak, kilitli bir kapı sadece şüphe uyandırır. Eğer kapıyı kilitlersek daha çok tehlikeye girersin.” Jongin anlayışla başını salladı. “Olabildiğince sessiz kal, ve bizden biri gelip seni bulana kadar da odadan çıkma.”
“Evet, efendim.”
Kyungsoo’nun dikkatli bir şekilde koruduğu ifadesi Jongin’inkine çok zıttı. Kyungsoo onu ikna etmeye çalışmadan sadece yüzüne dokunuyordu ve bu onu ürkek hissettiriyordu. Bu bir ışıktı, kontrollü dokunuşlar; Jongin’in alt yüzünün ve çenesinin haritasını çıkarıyor gibiydi.
“Dikkatli ol.”
Gitti ve Jongin’i odada yalnız bıraktı. Üçüncü olmasına rağmen aniden ilk seferki gibi hissettirmişti. Kyungsoo’nun botları tıkırdayarak sessizliğin içinde kayboldu ve Jongin masanın önündeki sandalyeye çöktü.
Ellerine yüzüne koydu.
Korkuyordu.