Çeviren: Yei
Yazar: LalaLuhanne“Kaptanın kamarasındaki resmi biliyorsun değil mi? Hani şu kadın olan?”
“Evet, biliyorum. Ne olmuş ona? Oh, çiviler.”
“O kim?” Uzun boylu adamı iş üzerinde izlerken kutunun içinden Chanyeol’a çivi uzattı, ambardaki zarar görmüş olan duvarla ilgileniyorlardı. Diğer gemiyle aralarında olan çarpışmanın üzerinden birkaç gün geçmişti ama geminin etrafındaki bakım çalışmalarında
Chanyeol’a yardım ediyordu. Jongin Chanyeol’un onun adını hatırlamadığından oldukça emindi ama bu sorun değildi –yeterince eğleniyordu ve Jongin’e gemiyi nasıl tamir edebileceğini öğretiyordu. Jongin’in tek yaptığı izlemek, öğrenmek ve gerekli malzemeleri
Chanyeol’a vermek olsa bile.
Çiviyi nereye çakması gerektiğini düşünen sessizdi. “bilseydim sana söylerdim. Demek istediğim, eğer kaptan sana söylememişse, bu demektir ki henüz bilmeni istemiyor.”
“Sevgilisi ya da onun gibi bir şey mi?”
Jongin Chanyeol’un kahkaha atmasını beklemiyordu, şaşkınlıkla
çivileri yere düşürdü. Hafifçe dizine dokunmadan önce yerde bir süre Jongin’e doğru yuvarlanmışlardı.
“Onun kim olduğunu sana söylemem ama kim olmadığını söyleyebilirim. Sevgilisi değil.”
“Tamam.” Çivileri tekrar eline aldı ve Chanyeol koyduğu çiviye vurmak için çekici ayarladı. Çekicin sesiyle birlikte kulaklarını kapadı, sonra tekrar elleriyle kurulu duvarı destekledi.
“Kaptan Kyungsoo’yu aşağı yukarı üç yıldır, Siren denizlere inmeden önceden beri tanıyorum. Hiç sevgilisi olmadı. Tabii ki, şuan böyle şeyler için meşgul, ama peki ya önceden? Demek istediğim, yüzünü sende gördün.”
“Mhm.” Jongin bununla ilgili bir şey söylemedi. Evet, kaptanın yüzünü görmüştü. Ve gemiye bindiğinden beri her gece onun tarafından öpülüyordu. Chanyeol’un bunu bilmesine gerek yoktu.
“Sana çok şey anlatmıyor, değil mi?” Chanyeol ayağa kalktı ve aletlerini aldı, Jongin’e el hareketleriyle takip etmesini söyledi, ama çocuk donakaldı.
“Ama hiçbir şey anlatmıyor…”
-
İlk çarpışmanın heyecanından bu yana, diğer gemilerle yaptıkları
çarpışmalar Jongin için büyük ölçüde olaysız olmuştu. Birkaç saat kaptanın kamarasında kendi başına oturuyordu, kapıya, pencerelere veya tavana bakıyor, kalemler ve bıçaklarla oynuyor, masada ritim tutuyor, birisinin saldırının başarılı bir şekilde bittiğini haber vermesini bekliyordu. Bu neredeyse onun için normal bir hale gelmişti, kaptanın izniyle masada otururken mürettebatın geri kalanın dönüşünü bekliyordu. Bütün mürettebatın tamamıyla silah donanımlı olduğunu ve Sapphire denizcilerinin nasıl çaresiz olduğunu biliyordu.
Gerçekten, karşılaştıkları ilk gemi bir istisna olmuştu ve diğer gemilerle olan karşılaşmalarda nispeten daha hızlı ve daha az incinmiş şekilde dönmüşlerdi. Bazen markete alışverişe gitmek kadar kolay görünüyordu. Jongin işgalci partiden biri olmanın nasıl olduğunu merak etti ama birine silah doğrultması gerektiğini fark ettiğinde çabucak bu düşünceden kurtuldu. Tayfaya yeni yeni uyum sağladığını hissediyordu ama onların adı altında birilerini öldürmeye hazır değildi.
Özellikle bir çarpışmadayken, kaptanın kapısı normalden hızlı bir şekilde açıldığında bıçağa uzandı, bu bir şekilde ona iyi hissettiriyordu.
Ancak gelenler Sehun ve Jongdae’ydi, ikiside bir sandığı kucaklamışlardı.
“Geri döndük!” Jongdae sırıtarak sandığı Sehun’un elinden çekti. Jongin bunun alışılmışın dışında olduğunu düşündü –normalde Kyungsoo onu almaya gelirdi. “Ama şuna bak –diğer geminin kaptan kamarasında bu sandığı bulduk ama kilitli. Sen kilitleri açabiliyordun değil mi?”
“Açabiliyorum.” Kutuya daha iyi bakabilmek için ayağa kalktı. Bu çok güzel bir sandıktı, etrafına desenler kazınıştı ve tahtaya küçük mücevherler gömülüydü. İçinde harika bir şeyler olmalıydı.
“Pekala, neden onu açmayı denemiyorsun? Tekmeleyerek açmak için fazla sevimli görünüyor.” Sehun Jongdae’yle aynı fikirdeydi, söylediğini vurgulamak için silahını kaldırdı.
Kutunun arkasında menteşeleri sıkıştırmış küçük bir parça tel vardı.
Jongin sandığı Jongdae’nin elinden dikkatlice aldıktan sonra masaya oturdu ve teli çıkarttı. “Şanslısınız ki bu burada yoksa bunu açmak için başka bir şey bulmam gerekecekti… bu bir askının çengeli gibi görünüyor.”
“Sandığı giysi dolabında bulduk.” Jongdae’nin gözlemine karşı Jongin kaşlarını kaldırdı. “İşte anlaşma –eğer bu kutuyu açabilirsen, içinde ne varsa alabilirsin.”
Sehun karşı çıktı ama Jongin kolayca anlaşmayı kabul etmişti. Bunu bir meydan okuma gibi görüyordu. Bunu kabul etmişti, zaten anlaşmayı izleyecek başka bir tanıkları daha olacaktı.
Jongin koridorun aşağısından gelen botların tıkırtısını nasıl fark edemediğini merak etti.
“Siz ikinize ganimetleri taşımada yardım etsin diye Jongin’i getirmesini söyledim.” Kyungsoo masanın etrafında toplananlara kaşlarını çattı ama Jongdae coşku içinde onu yanlarına çekti.
“Ama bak! O kutunun kilidini açacak!”
Kaptan bu olayın seyircisi olduğu için rahatsız olduğunu belirten
sesler çıkarıyordu ama Jongin gerektiği gibi sessizce işini hallediyordu. Bu çok konsantrasyon gerektiren ayrıntılı bir işti, ve bu yüzünden o kadar belli oluyordu ki Jongdae bile onu iş üzerinde rahatsız etmemek için sakin kalmaya çalıştı. Biraz uzun sürmüştü ve
Jongin neredeyse Sehun’un elindeki sopayı alıp bu işi daha hızlı halletmek isteyecekti ama kilidin açıldığını haber veren tatmin edici klik sesi Jongin’in kulağına müzik gibi gelmişti.
Kapağını nazikçe kaldırdı, kutunun içindeki pırıl pırıl mücevherler sürpriz bir şekilde ona göz kırpıyordu.
“İnanılmaz! İçinde ne varmış?”
“Mücevherler.” Sehun iç çekti. “Neden hepsini almasına izin verdik? Onları bende alabilirdim.”
“Onları saklamıyorsun ki. Hepsini birer birer karadaki metreslerine veriyorsun.” Marangoz onu ince bacaklarıyla tekmelemeye çalışan Sehun’a öpücük attı. Kaptan Kyungsoo kutuyu açmaya başladığından bu yana kadar sessizce Jongin’i izliyordu.
“Bunu alıyorum.” Jongin sandığın en üstünde duran her renkle süslenmiş olan altın kolyeyi eline aldı. Çok güzeldi; neredeyse zincire takılmış bir gökkuşağı gibiydi. Ona bakmak Jongin’i mutlu ediyordu.
“Ve siz ikiniz kalanını aranızda bölüşebilirsiniz.”
“Sandık benim.” Kyungsoo hazineyi heycanlı bir şekilde hazineyi karıştıran iki korsanı umursamadan keskin bir ses tonuyla konuştu.
“Anlaşıldı, kaptan. Onu daha sonra getireceğiz.” Ve bununla birlikte Jongdae gitti, peşinde sandığı yakalamaya çalışan ateşli bir genç ile.
Ayak sesleri ahşap koridorda solarken, gürültüyle kahkaha atıyorlardı.
Kyungsoo Jongin kadar ilgili bir şekilde kolyeye baktı. Böyle apaçık görkemli ve pahalı bir şeyin Jongin’in yıpranmış tişörtüne ve küçük göğsüne karşı durması biraz komikti. O an kralın giysilerini giymiş bir köylü gibi hissediyordu ama bu çok iyi hissettiriyordu. Parmak uçlarıyla her düzgün taşı ve altın sargıyı okşadı.
“O sandıktaki her şey senin olacaktı. Bunun için anlaşma yapmıştın.” Jongin’in parmakları kolyenin her santimini dolaşırken, Kyungsoo gözleriyle onu takip ediyordu.
“Ben bunu beğendim.” Jongin cevap verdi.
Ve kaptan başka soru sormadı. Bir süre sessizce onu izledi sonrada nihayet onu yalnız bıraktı. Jongin kısa bir süre kaptanın kamarasında kolyeyle birlikte yanız kaldı, sonunda onu yastığın altına sakladı ve son alınan ganimetleri yerleştirmeden diğer korsanlara yardıma gitti. Yine meyve vardı ve bu defa kasalar ağırdı ama Jongin önemsemedi.
Kaptan Kyungsoo akşam yatmaya hazırlanırken kolyeyi buldu, Jongin onu hangi yastığın altına koyduğunu unutmuştu. Kaptan mücevheri başucundaki çekmeceye koyarken Jongin sadece özür dileyen bir gülümseme verebildi. Kyungsoo o çekmeceye kendi özel eşyalarını koyardı.
Jongin bu sayede onunda kaptana ait olduğunu anlamıştı.
