Keyifli okumalar!
''Lilyum!'' Çatının üzerinde dengede durmaya çalışıp kedinin kendisine gelmesi için yalvarırcasına elini uzatmıştı. Balkona çıkmamın sebebi de onun sesini duymuş olmamdı. ''Hadi güzelim, in aşağıya.'' Hırkamı sırtıma attığım gibi evden çıktım ve dükkanının önünde durdum. Göz göze geldiğimizde bir an dengesini kaybedecek gibi oldu. Korkuyla çığlık attığımda önce beni sakinleştirdi. ''İyiyim.'' Lilyum'un miyavlaması arttıkça aşağıya atlamak için hazırlandığını anladım. ''Gel pisi pisi...'' Birkaç saniye sonra kedi aşağıya atladığında onu tutmak için ellerimi semaya kaldırdım. Gökyüzündeki kara bulutlardan birkaç damla Lilyum yere düşmeden üzerime damladı. Ardından avuçlarım arasında tutmuş olmama rağmen korkuyla yüzümü tırmalayan kediyi kendimden uzaklaştırdım. Dişleri parmaklarım arasında gezinirken canımı çok fazla acıtmadığını fark ettim. Engin çok geçmeden nefes nefese yanımıza geldiğinde kediyi benden aldı. Onu içeri yollayıp ellerini yüzüme koydu. ''Ah, yaramaz kedi!'' Azatlığımı hatırlamam uzun sürmemişti ki geldiğim yere geri dönmem gerektiğini anladım. Çevirdiğim bedenimi salisede geri çekip elimden tuttu. ''Temizlememe izin ver, lütfen.''
''Bunu kendim de halledebilirim.'' dedim yine gitmeye teşebbüs ederken.
''Gel benimle...'' Hızla içeri girip kapıyı kilitledikten sonra evine doğru yol aldı. Peşindeki beni durdurmayı denesem de yapamıyordum. Attığı adımları takip ediyor ve sesimi dahil çıkartmıyordum. ''Hata bende.'' dedi banyodaki dolabında bir şeyler ararken. ''Çatının kapısını açık bırakırsam olacağı bu.'' Oksijen ve pamuğu eline alıp dolabın kapısını kapattı. ''Sanırım bunlar işe yarar. Oturma odasına geçtiğimizde koltuklardan birine oturmam için işaret etti. ''Neden geldin?'' Sorusunun cevabını bilmediğimi fark edince biraz bekledim. ''Affedersin,'' dedi. ''Ani ve gereksiz bir soru oldu. Ne zaman istersen...''
Cümlesini tamamlamasına izin vermeden konuştum. ''Lilyum için endişelendim birden. Yardım edebilirim sandım.'' Yanıma oturduğunda omuz silktim. ''Belki de ayaklarım beni buraya getirdi.'' Bir önceki cümleme göre daha alçak bir ses tonunda söylemiştim. Üstelik bundan hoşlanmamıştım.
''Ettin...'' Ne demek istediğini anlamadığımda tamamladı, ''Yardım ettin.'' Oksijen suyunu pamuğa döktü. ''Ama yaralandın.''
''Kazadan sonraki yaralarımın yanında hiçbir şey.'' Bana hak verircesine başını salladı. Pamuk burnumun üzerindeki küçük, adına yara denilen çiziğe değdiğinde kendimi geri çektim. ''Özür dilerim.'' Yeniden sürdüğünde gözlerimi kapattım. Yara ne boyuttaysa o kadardı acısı. İçimdeki yaraların merhemini bana verebilecek bir hekim yoktu. Bu acı veren yaralara alışmak zorundaydım. Zira her biri avazım çıktığı kadar bağırmama sebep olacak kadar büyüktü. Yüzüme üfleyişi ani bir irkilmeden sonra huzura yelken açmışçasına beni deryanın bir tarafına sürüklerken gözlerimi araladım. Nefesi nefesime yakınken hissettiğim tek şey huzurdu. Azat edildiğim bu huzura geri dönmem anlaşılmaz bir yolculuktu. Gitmeliydim. Gidecek bir yerim vardı. Fakat kalmanın uçuk kaçık hali daha cezbediciydi. Alnımdan sonra dudağımın kenarına da sürdüğü oksijenli suyun verdiği acı tat git gide artarken dudaklarıma çarpan nefes ensemden tutmuş ve beni başka bir yere götürmüşçesine içimdeki alevi körükledi. Mazi beni çağırıyordu. Hatıralar her geçen gün beni içine çekerken bu vaziyetten kurtulmak istedim. Bir yenisinin daha eklenmesi tüm dengemi iyice alt üst edecekti. Kurumuş dudaklarına kayan bakışlarımın ardından gözlerine baktığımda aynı şeyin onda da olduğunu gördüm. İrileşen gözbebeklerinde görebildiğim ateş hem onu yakıyordu hem de benim ateşime köz oluyordu. İkimiz de böylesine yanarken ait olduğum yeri düşünmeye çalıştım. Ya burada yanıp kül olacaktım ya da kendi ateşimin beni zamanla yakışını seyredecektim. Kalbim hadsizce göğüs kafesim içinde çırpınırken hıçkırdım. Bu hıçkırık ağlamaya başlamamın hıçkırığından başka bir şey değildi. Yaşarmış gözlerimin az önce sürülen oksijen suyuna karışıp çenemden süzüldüğünde elinin tersiyle sildi. ''Ağlama.'' dedi yutkunmadan önce. ''Kendini bu kadar üzme.'' Başını salladı. ''Bak, mesele bensem, seni rahatsız ediyorsam bir daha karşına çıkmam. Daha önceden olduğu gibi buraya saklanır görünmem.''
''Görün!'' dedim aniden sesimi yükselterek. ''Yani...'' diye gevelemeye başladım sonra gözlerimi kaçırarak. ''Beni rahatsız etmiyorsun, anlasana. Ben beni rahatsız ediyorum. Korkularım, endişelerim, hüznüm, acım... Her ne varsa beni içine o kadar çok çekiyor ki bundan kurtulamıyorum. Sen varken bir önceki beni özlüyorum. Ama sensizken de seni özlüyorum.'' Kurduğum son cümlenin benden bağımsız dudaklarım arasından kaçtığını biliyordum ama bunu ona kanıtlayamazdım. Dediğim şeye eşlik edip kaçarcasına ayaklandım. Yerdeki koli kutuların içleri dolu olmalıydı ki her birinin üzeri yazılıydı. ''Umarım veda etmeyi düşünmüşsündür.'' Plakların olduğu kutuya göz ucuyla bakıp devam ettim. ''Neyse, azat edildiğimi unuttum, affedersin.
''Odadan çıkmak üzereyken beni durdurdu. ''İşe yaradığını biliyorum.'' dedi. ''Sana onu söylerken ayağımı kaldırdım. Yani yalan söyledim, ciddi değildim. Seni azat etmedim. Etseydim bana geri dönmezdin.''
Başımı salladım. ''Ben sana geri dönmedim.'' dedim inkar edip. Ama düpedüz ona geri dönmüştüm. Kader ortağımı kaybetmekten duyduğum endişenin yeni yeni farkına varıyordum. Bir süre sessiz kalışımızın ardından gitmek için kapıya doğru yol aldım. Peşimden gelmeyişine gönül koymaya kalkışsam da yapmadım. Dakikalar içinde evime geri dönüp içeri girdim. Hala dağınık olan bu evden kaçıp kurtulmak istercesine yatak odama girdim. Bazanın altındaki bavulumu çıkarttım. Buraya taşındıktan uzun zaman sonra ilk defa kullanacaktım. Fermuarı açıp gardırobumdaki katlanmış kıyafetleri çifter çifter alıp bavula koydum. Pantolon ve iç çamaşırlarımdan sonra fotoğraf albümümü de gelişi güzel bıraktım. Kitap gibi meşgul olabileceğim birkaç şeyi de bavula atıp mektupları kol çantama koyduktan sonra hazırlanmaya başladım. Şarap kırmızısı rengindeki Strong yazılı tişört ve siyah dar paça yüksek bel pantolonu giydiğim gibi banyoya girdim. Dişlerimi fırçalayıp saçlarımı taradım. Aynada kararlı kendime son kez baktığımda derin bir nefes aldım. ''Kaçmak için bundan başka kusursuz bir zaman olamazdı.'' Başımı sallayıp gülümsedim. ''Gidecek başka bir yerim yok sanıyordum.'' Fırça ve tarağı elime aldım. ''Meğer hatırlamadığım bir dedem varmış.'' Odaya geçip bavula elimdekileri bıraktım. ''Bulmam imkansız olsa da gideceğim.'' Fermuarı çekip odaya ve dağınık evime son kez baktım. Ne zaman döneceğimi kestirmeye çalışırken burayı özleyeceğimi fark ettim. Dükkanımı ve içinde solmuş çiçeklerimi de bu özlemime dahil etmiştim. Vazgeçmek üzereyken kendime kızdım. ''Saçmalıyorsun!'' dedim. ''Vazgeçmek yok.'' İçimin rahat etmeyeceğini anladığımda bavul ve çantayı kapıya bırakıp oturma odama geçtim. ''Sen Kalender Akhan'ın kızısın.'' Yerdeki market poşetini alıp sehpa ve koltuk üzerindeki çöpleri içine doluşturdum. ''Vazgeçmek fıtratında yok.'' Bir an durdum. ''Fıtrat mı?'' Dudaklarım arasından küçük bir kıkırdamadan sonra devam ettim. ''Acaba kullanmayalı ne kadar zaman oldu?'' Yaklaşık on dakika içerisinde hem oturma odasını hem de mutfağı toparlamıştım ki son kontrolleri yapmayı unuttuğumu fark ettim. Açık kalan pencereleri kapatıp balkon kapısını kilitledim. Ocağı ve doğalgazı da kontrol ettikten sonra ayakkabılarımı giydim. ''Gitme vakti.'' Paltomu elime alıp evden çıktım. Çelik kapıyı hem üstten hem de alttan kilitleyip duamı ettim. Merdivenlerden aşağı bavulla zorla inip dükkanımın kepengini indirdim. Onu da kilitledikten sonra Engin'in kitabevine baktım. Led ışıklarla içeriyi aydınlatan dükkanının camekanına yakın olan raflardan birine kitapları yerleştiriyordu. Burnu üzerindeki gözlüğü düzeltip bedenini çevirdi. Ona baktığımı fark etmesini istemiyordum. Bu yüzden bavulumu aldığım gibi yürüdüm. İskeleye bu şekilde ilerlemem epey zaman alabilirdi. Evim ve iskele arasındaki mesafenin bazen kısalıp bazen uzadığı fikrine zaman zaman kapılırdım. Bu sefer uzun olduğunu anladığımda gelmekte olan faytonu durdurdum. Kısa süre sonra tıklım tıklım olan iskele önünde durdu. Şansıma yanaşmakta olan vapuru gördüğümde hemen İstanbul karta para yüklemek için makineye yanaştım. Önümdeki iki turist nasıl olacağını anlamaya çalışırken yardımcı oldum. Yaşlı adamın elindeki yirmi lirayı makineye atmadan önce kartı cihaza bıraktım. Saniyeler sonra işlem tamamlandığında teşekkürlerini sunup gülümseyerek yanımdan ayrıldılar. Belli ki benden önce vapura yetişeceklerdi. Zaman kaybetmeden paltomun cebindeki kartı az önce yaptığım gibi bırakarak işlemi kısa sürede sonlandırıp koşar adımlarla ilerleyen kalabalık arasına karıştım. Turnikeden geçtim. Vapura binebilmem için önümde yalnızca beş kişiyi vardı. Ağır vasıta gibi ilerliyorlardı. Onları geride bırakacaktım ki vapur yolcu alımını doldurduğu için olduğum yerde kalmış, binememiştim. Bir sonraki vapur seferini beklemek zorundaydım. Elim pantolon cebime telefonu çıkartmak için gittiğinde bir telefon sahibi olmadığımı hatırladım. ''Çok güzel (!)'' diye fısıldadım omzumdaki çantayı düzeltirken. Yeni bir telefon almalıydım ama bankadaki paraya henüz dokunamazdım. İşleri yoluna koymadan harcama yapmam benim yararıma değil, zararıma olabilirdi.
Hemen arkamdaki çiftin konuşmaları kulağıma iliştiğinde başka bir şey düşünmeye çalıştım. Yine de onları dinlemekten kendimi alamamıştım. Kadın adama düğünlerinin bu adada olmaması için birkaç sebep sıralarken gözlerimi devirdim. ''Tamam, bir de Kınalıada'ya bakalım.'' dedi adam evleneceği kadını mutlu etmeye çalışırken. ''Orası daha güzel.'' Bu adada olmak beni kötü hissettirmiyordu. Şimdiye kadar öyleydi... Saklandığım yerden ifşalanmış gibi hissediyordum ve bu diğer duygulardan daha ağır geliyordu. Burası bana aitti. Benim evimdi. Etrafım denizle kaplıydı. Ufuğa baktığımda başka bir dünyayı görebiliyordum ama Büyükada bütünüyle bendim. Bazen kalabalıktı, faytonlar içimde koşuşturan deli taylara benziyordu. Birilerini taşıyor, indiriyor, sokak sokak geziyordu. Kimi zaman sert esintisiyle insanın etini lime lime ediyordu. Kışın karaya vuran dalgasıyla şaha kalkıyordu. Bunlar bendim. Belki de yeni bir bendim. Ancak diyorum ya; sonuç olarak bendim. Başka bir adanın varlığını bile bilmezken kendimi oraya ait hissettirecek sebepler bulmak için gidiyordum. Daha çok babamın bir nevi bana bıraktığı vasiyetini yerine getirmek için gidiyordum. Dedemi bulup onunla zaman geçirecektim. Ne kadar huysuz bir delikanlı olduğunu şimdiden hayal ettiğimde anlaşacağımızı düşündüm. Bende biraz huysuzdum. Zıt kutupların birbirini çektiğini söyleyenlerin haklı çıkmasını istiyordum. Karşıdan gelmekten olan vapuru görünce ayaklarım hareketlendi. Zincirin yerinden çıkarılıp yolcuların alınmaya başladığı an koşarak vapuru bekledim. Yanaştığında nihayet geçmişime yolculuk yapmak üzere bindim. Güverteye geçmek için bavulum ve çantamla büyük bir mücadele verirken birinin ayakkabıma basıp ayağımdan çıkmasına sebep olması çığlık atma isteği uyandırıyordu. Dudaklarını kıvırıp elini göğüs hizasına kadar kaldıran genç kızın güverteye benden ve diğer yolculardan önce çıkmak mıydı bilmem ama acelesi olduğu kesindi. Gerçekçi olmasa da gülümseyip sorun olmadığını belirttikten sonra ayakkabımı giymek için kenara çekilip eğildim.
Vapura binen son bir yolcudan sonra halat çekildi ve güzel İstanbul'un derin sularına açılmak için hareketlendi. Sağ tarafımdan gelen ses üzerine başımı çevirdim. Adımı seslenen adamı tutmaya çalışan görevliler daha fazla dayanamadı ve onu bıraktı. ''Beni bekle!'' diye bağırdı motorun sesinden anlayabildiğim kadarıyla. Başımı sallayıp durmasını söyledim. Geri geri gidip koştu. Çığlıklarım Engin'i durdurmayı başaramamıştı. Tıpkı onu tutmaya çalışan görevliler gibi...
Güverte demirlerine tutunmayı başarmıştı ama dayanamayacağı aşikardı. Vapurdaki yolcuların telaşlı sesleri içimdeki korkuyu ateşleseler de sakin olmaya çalıştım. ''Açılın!'' diyerek hızla toplanan birkaç kişiden oluşan kalabalığı kara bulut misali def ettim etrafımdan. ''Sen delirdin mi?'' diye sordum öfkeyle.
''Sana eşlik etmeye çalışıyorum.'' diye yanıtladı beni gülüşleri arasından. ''Sanırım kolumda bir hasara sebep oldum.'' Onu tutmaya çalışırken engel oldu. ''Dokunma! Kendim halledebilirim.''
''Biri kaptana durmasını söylesin, lütfen!'' Vapur görevlilerinden birinin harekete geçtiğini gördüğümde rahatladım. ''Birazdan kurtulacaksın, merak etme.''
''Hiç sanmıyorum.'' dedikten sonra kendini suya bıraktı.
Yeni bir çığlıktan sonra ayakkabılarımı çıkarttım ve yakınımdaki genç kızdan, ''Bunları sana emanet edebilir miyim? Lütfen başında dur.'' diye bir ricada bulunduktan sonra kendimi vapurdan aşağı atarak denizin soğuk suyuyla buluştum. Gözlerimi bir müddet açmakta zorlanmışken bedeninin bana yaklaşmakta olduğunu gördüm. Tuttuğum nefesimi denizden kafamı çıkarttıktan sonra düzenledim. O da aynı şeyi yapınca ellerimi bağırarak suyun üzerine hızla vurdum. Masaya vurur gibi yapıyor olmam onu biraz korkutmuşa benziyordu. ''Burada bir sıkıntı mı var?'' Parmağımı şakağına koyup bastırdım. ''Sen kafayı yemişsin!'' Buradan nasıl çıkacağımı düşünerek etrafa bakındım. ''O kadar insanı da meşgul ettin. Ne oldu şimdi? Başın göğe erdi mi?''
''Erdi!'' diye bağırdı öfkeme katılarak. ''Neden gideceğini söylemedin?''
''Neden söyleyecekmişim? Seni geçmişime katmaya hiç niyetim yok!'' Titreyen çenem üşümekten kaynaklıydı. ''Bu vapurun altında parça parça oluşunu izlemek için atladım denize.''
''Benimle birlikte parçalanacağını hesaba katmadın mı?'' Ona cevap vermedim. Denedim ama yapamadım. Bana biraz daha yaklaşıp bedenimden kavradı. ''Sana sordum... Katmadın mı?'' Omuzları üzerinde duran elim ıslak boynuna gidince kendimi oraya bakmaktan alamadım. Doğum lekesine bu kadar yakından bakma fırsatını denizdeyken bulmuş olmam çokta adaletli sayılmazdı. Soğuk deniz suyunda buz gibi olan elleri yüzümde buluştuğunda irkildim. ''Katmadın...'' diye fısıldadı yüzünü yüzüme yaklaştırırken. ''Katamadın...''
''Tutunun şuna!'' Vapurdan gelen sesin kimden olduğunu anlamak için başımızı kaldırdık. Attığı halata tutunup güçlükle, önce ben sonra da o, sırayla çıktık. ''Siz kafayı mı yediniz?'' diye sordu kaptan olduğunu düşündüğüm kişi. ''Ya ölseydiniz...''
Titreyen bedenime hakim olmaya çalışıp bavulumu kendi eşyasıymış gibi yanında tutan ve sahiplenen genç kıza doğru ilerledim. ''Çok teşekkür ederim, güzel kız. Geçmişimi koruduğun için teşekkür ederim.''
''Önemli değil.'' diye yanıtladığında kolunda tuttuğu paltomu omuzlarıma attı. Gitmek üzereyken onu durdurdum. ''Benden istediğin bir şey var mı?'' Yanındaki arkadaşına baktıktan sonra cevaplayacakken devam ettim. ''Yapabileceğim herhangi bir şey varsa lütfen söyle.''
Başını salladı. ''Aşkınızı İstanbul'un derin sularına mahkum etmeyin, yeter.'' dedi ciddiliğini koruyarak. ''Bu adam sizi çok seviyor. Kaybetmeyin...''
Gülümseyerek, ''İyi de...'' diye başladığım cümlemi yarıda kesip yanıma gelen Engin'e döndüm. ''Bu kadar aksiyon yeter. Bedava yolculuğunun tadını çıkart. Adaya vardığımızda evine döneceksin. Dönüş biletin benden. ''
''Aslında,'' dedi kızlara biraz baktıktan sonra, ''Sen de benimle birlikte dönüyorsun.''
''Ne münasebet?'' dedim omzumdan düşen paltoyu düzelterek. ''Dönmüyorum.''
''Ben değil, kaptan inmemizi istedi.'' İşaret parmağını göstererek devam etti. ''Ve bak, yanaşıyoruz.'' Kaptanın kabinine doğru yol alıp kapısına tıklattım. Engin'in peşimden gelmesi durumu değiştirmeyecekti. ''Yapma.''
''Sen karışma!'' Kaptan kabinden çıktıktan sonra sesimi yükseltmemeye gayret ederek konuştum. ''Bakın, olanlar için özür dilerim. Fakat geri dönemem. İstikametinize devam edin, lütfen.''
''Yaptığınız manyaklıktan başka bir şey değildi. Benim başımı mı yakacasınız siz? Ya ölseydiniz? O zaman ne olacaktı?'' Haklı olabilirdi ama tüm bunların suçlusu ben değildim.
''Bir kere ölümden dönen biri için bu durum pek fark etmiyor açıkçası.''
''Daha önce de böyle manyaklıklar yaptınız yani?'' Gözlerimi devirip bilmem kaçıncı kez kullandığı bu kelime için ona haddini bildirmek üzere dudaklarımı araladım.
Engin benden evvel atıldı. ''Manyaklık dediğiniz şeyin bir sebebi vardı. Daha önceki hadise trafik kazasıydı. Bilmediğiniz şeyler hakkında yorum yapmayı bırakın da şu adaya varın. Sizi bağlayan bir durum yok. Yolculardan hem sizin hem de kendi adımıza özür dileriz.'' Onu omzundan tutup içeri girmesini sağladı. Kapıyı da kapattığında ellerini birbirine vurarak, ''Tamamdır.'' dedi.
Onu itekledim. ''Hepsi senin suçun!'' Ellerini teslim olmuşçasına kaldırıp beni takip etti. ''Gelme peşimden. Git başka bir yerde otur.'' Güverteden eşyalarımı alıp içeri geçtim. Kapıya yakın, insanların bakışlarından biraz uzak bir yerde durup Kınalıada'ya bir an önce varmamız için içimden dualar etmeye başladım. Elindeki bisküviyi üzerine dökerek yiyen küçük kızı izlemeye koyulduğumda başımı can simidine yasladım. Ablasının saçlarıyla uğraşmasına aldırış etmeden yolculuğun tadını çıkarıyordu. Hatırladığım anılarımın çoğu babama aitti. Bana anlattıkları hatırlamama sebep olmuştu. Bu yüzden çocukluğumu az çok biliyordum. Esmer kız annesinin ona uzattığı meyve suyunu aldı ve bir kerede içip bitirdi. ''Özledim.'' Bakışlarım onunla buluştuğunda yaklaştım. ''Küçük bir kız olup babamla oyunlar oynamayı, gezip dolaşmayı özledim.'' Üşüdüğünü fark ettiğimde konuyu hızla kapatıp bavulumun fermuarını araladım. Göz ucuyla bakıp kendim için bir hırka çıkarttım. ''Paltomu tutar mısın?'' Kabul edip paltoya uzandı. Hırkayı giyip fermuarı çektim. ''Arkanı dön.'' Bana boş bakışlar attığında bedenini çevirdim. Paltoyu omuzlarına bırakıp işaret parmağımı ona yönelttim. ''Sakın itiraz edeyim deme.''
Mecburen kabul ettiğinde titreyerek konuşmaya başladı. ''Gitme kararın çok ani olmadı mı?''
Omuz silktim. ''Geç bile kaldım.''
Başını sallayıp yakınlığımıza fark attı. Kimsenin duymasını istemiyormuşçasına yaklaştı ve kulağıma doğru eğildi. ''Senin gidecek bir yerin var. Ama benim senden başka gidecek bir yerim, çalacak bir kapım yok.'' Yüreğime esen rüzgarın ondan geldiğini biliyordum. Kendimi bu rüzgara bırakırsam ya gökyüzünde sonsuza kadar sürüklenecektim ya da ani bir kesintide yere çakılacaktım. Ben ikinci ihtimali göz önüne alarak sözlerini duymamış gibi yaptım. Fakat o konuşmasını sürdürdü. Beni yine bu esintiye kaptırmak istercesine zarif sesini kulaklarıma iliştirdi. ''Beni yalnız bırakmasan olmaz mı?''
''Geri döneceğim. Evim ve işim burada. Sadece geçmişimi öğrenmek istiyorum. Kim olduğumu, kazanın neden ve nasıl gerçekleştiğini, acılarımın asıl sebebini öğrenmek istiyorum. Babam dedemi bulmamı boşuna istememiş olmalı. Ona benden sonra güvendiği aşikar. O olmadığına göre benim de tek güvenebileceğim büyüğümü bulmaktan başka yapacak bir şeyim yok, Engin.'' Dışarıya kısa bir bakış attım. ''Ayrıca yalnız değilsin. Ailen var. Onlara gidebilirsin. Onları arayabilir, görüşebilirsin. Ama benim hiç kimsem yok. Dedemden başka...''
Alnını ovup saçları arasından parmaklarını geçirdi ve kaşıdı. ''Benden bir şeyleri gizlediklerini biliyorum. Hatta onların benim gerçek ailem olmadıklarını düşünüyorum.''
''Saçmalıyorsun.'' dedim. ''Öyle olmadığına eminim. Sen onlardan kaçarsan nasıl sevgilerini, varlıklarını öğrenebilir, hissedebilirsin?''
''Hafsa, yanlarındayken veremedikleri sevgiyi şu saatten sonra da veremeyecekleri ortada.'' Gözlerindeki acıyı görmekte gecikmemiştim. ''Tamam...'' Paltomu bana geri verip omuzlarıma bıraktı. Yakalarından kavrayıp sıkıca kapattığını varsayarak düzeltti. ''Şimdi bir karar vermeni istiyorum.'' Aldığım birçok karar vardı ve bir yenisinin de eklenmesinin bir zararı olmazdı. Hazırdım. Dinlemeye devam ettim. ''Eğer henüz yer etmediğim hayatından tamamen çıkmamı istiyorsan söyle. Bir daha karşına çıkmayacağım. Hatta öyle ki bu adadan gideceğim.
''Vereceğim kararın bu denli zor olacağını tahmin etmemiştim. Onu geçiştirmek için öylesine bir şeyler geveledim. ''Adaya geri döneceğim. Çok sürmeyecek.''
''Sorumun cevabı bu değil.'' Bileklerimden kavrayıp oturmam için boş koltuğa doğru yürüdü. Üzerimdeki paltoyu oturacağım yere serip oturdum. O da yanıma oturduğunda devam etti. ''Kınalıada'ya gidene kadar düşün ve kararını ver.'' Onu başımla onaylayıp ıslak saçlarımı sağ tarafımda topladım ve omuzlarımdan sarkıttım. Üzerimizdeki ıslak kıyafetler git gide bizi daha fazla üşütüyordu ve ikimiz de titriyorduk. İstemsiz aniden gelen kıkırdama sonrası sordu. ''Neden gülüyorsun?''
Omuz silktim. ''Üşüyoruz.'' dedim ona yaklaşarak. ''Isınmaya ihtiyacımız var. Aksi taktirde hasta olacağız.'' Sırtını yaslaması için göğsünden itekleyip sarıldım. Bu onu şaşırtmış olmalıydı ki kolları havada kaldı. Bir süre sonra yanımda duran paltoyu alıp üzerimi örttü ve ellerini bedenim üzerinde birleştirdi. Dakikalar geçerken gözlerim uyumam için kapanıyordu. Buna engel olamıyordum. Göz kapaklarım tamamen kapanmadan bugün bana yardımcı olan genç kızın bavulumu yanımıza itekleyip çantayı üzerine koyduğunu gördüm. Onun için gitme vakti olmalıydı ki el sallayıp buradan ayrıldı.
*
''Kınalıada'dan dönecek olan yolcularımıza duyurulur! Bir sonraki vapur seferimiz başlayacak olan lodos sebebiyle yarına ertelenmiştir.'' Bu duyurunun rüyamda gerçekleşmesini isterdim ama değildi. Gözlerimi hızla açtığımda Engin'in hala uyuduğunu gördüm. Kolundan dürttüğüm gibi korkuyla uyanmıştı. Bas bas bağıran adamın sesini duymamış olduğuna inanamıyordum.
''Ne oldu? Geldik mi?'' diye sordu gözlerini ovuştururken.
''Gelmiş olmalıyız.'' dedim çantamı koluma atıp bavulumu elime alırken. ''Bir sonraki vapur seferi iptal olmuş. Yani Büyükada'ya anca yarın dönebilirsin.''
Biraz durdu. ''Sanırım kararını verdin.'' dedi. ''Benim inmeme gerek yok. Şurada bir yerde yarına kadar uyurum. Sonra da...''
''Saçmalama.'' dedim yine bunu söylemeyi alışkanlık etmişçesine. ''Ben öyle bir şey demedim. Eve dönmen senin için daha iyi olur. Lilyum ne olacak?''
''Canan Hanım'a emanet ettim onu.'' dediğinde şaşkınlıkla dudaklarımı araladım.
''Canan Hanım dönmüş mü? İnanmıyorum, neden bana haber vermedi ki?'' Bir an bunun cevabını çabucak bulmuştum. ''Ben gibi hayalet bir komşuya geri döndüğünü haber vermemekte haklı.''
''Hayır, öyle düşünme. Sen giderken o da evinin kapısı önündeydi zaten.'' Vapurdan inmek üzere harekete geçtim. Benim için bavulumu aldığında ona engel olmadım. ''Gittiğimi nereden biliyordun?''
Yüzünü buruşturdu. ''Bana baktığını fark ettikten üç saniye sonra öğrendim. Sen giderken ayak izin kaldırımda çıkmıştı bile.''
''Peki bana nasıl yetiştin?'' diye sordum merakla.
''Adanın en hızlı bisiklet sürücüsü olabilirim.'' dedi gülerken. Kolunu arkasında saklayıp önce kendisi geçti, ardından da benim geçmem için elini uzattı. Tutmayı bıraktığı bavula yardımını geri çevirip uzandım. Ben taşımalıydım. Tekerlekleri olmasına rağmen onda ağırlık yapmasına müsaade edemezdim. Kolunun acıdığını biliyordum. Bu yüzden gördüğüm ilk sağlık merkezinde gereken müdahalenin yapılmasını rica edebilirdim. Şimdilik sessiz kalmalıydım. ''Başka sorun yok mu?''
''Var.'' dedim henüz ne soracağımı bilmeden. Demir kapıdan geçtikten sonra önce sağıma sonra da soluma baktım. ''Önce şu ıslak kıyafetlerden kurtulalım.'' Palmiye ağaçlarını gördüğümde oraya doğru ilerledim. ''Ama nasıl?''
''Buralarda giyim mağazası olduğunu sanmıyorum.'' dedi daha önce buraya gelmiş gibi. ''Büyükada'ya göre biraz daha sessiz ve sakin bir yer.''
''Ciddi olamazsın. Her semtte, hatta her mahallede mutlaka mağaza vardır. Hem sen nereden biliyorsun bunu?'' Bavulu benden tekrar alıp yürümeye devam etti. ''Her gün bir şeyler öğreniyorum. Babandan yeni bir mektup aldığın günün gecesinde bu adayı araştırmıştım.'' dedi. ''Kısaca bildiğim milyonlarca şey var.''
''Ukala!'' deyiverdim birden. Ardından dudaklarımı kapatıp, ''Özür dilerim.'' dedim.
Başını gülerek salladı. ''Sorun değil. Birazcık öyle olabilirim.'' Çevredeki evlerin ilgimi ziyadesiyle çektiğini itiraf etmeliyim. Buradaki palmiye ağaçlarının altında oturup dalgaların karaya belli belirsiz bir ritimde vuruşunu seyrettiğimi hayal ettiğimde gülümsedim. Yazın sıcağında buranın daha güzel olduğunu düşünüyordum. ''Dedeni nasıl bulmayı düşünüyorsun? Elinde bir fotoğraftan başka bir şey yok.''
''Dedektif filmleri izleyen sensin, ben değil. Madem buradasın, pekala bana yardımcı olabilirsin. Doğru mu?'' Gülümseyerek beni onayladı. ''İçimden bir ses buralara çok yakın bir evde oturduğunu söylüyor.'' dedim. ''Yarın sakin kafayla arayışa geçsem...'' Düzelttim, ''...geçsek daha iyi olur. Kalacak bir yer bulmalıyız.''
''Beni burada bekle.'' dedi ve biraz ileride, hayalimi yaşayan adamın yanına gitti. Ancak beklemeyip peşinden gittim. Ne sorduğunu duyamamıştım ama adamın söylediklerini işitebilmiştim. ''Şu sokaktan batı yönüne ilerle, kardeşim. Bir değil ikinci sokaktan sağa sap, hemen göreceksin.''
''Tamam, çok teşekkür ederim. İyi akşamlar.'' Tarif ettiği yere doğru ilerlerken devam etti. ''Sanırım kartlarım cüzdanımda sapa sağlam duruyorlar. Bu yüzden ödemeyi yapmaya yeltenme. Ben ödeyeceğim.'' Bisiklet kiralama dükkanının önünde durup ona öylece baktım. ''Rica ediyorum, bakma bana öyle. Ben varken senin...''
Sözünü yarıda kesip, ''Benim meselemde senin en fazla dahil olacağın şey yanımda öylece durman. Harcama yapmanı istemiyorum.'' dedikten sonra geri döndüm. ''Şimdi kaptandan güzel vapurunda yarına kadar konaklama izni isteyebiliriz.''
''Sen ve ben mi? Birlikte mi kalacağız?'' diye sordu şaşkınlıkla. ''Bu delilik!''
''Bence de...'' diye yanıtladım. ''Ben gelmiyorum. Sen gidiyorsun.''''O adam beni öldürür.'' dedi. ''Yine de almaz güzel yelkensiz gemisine.''
''Bugün boğulmayıp, hatta en kötüsü o vapurun altında parçalanıp ölmediysen kaptanın seni öldürmesini bekleme. Ölüm seni başka bir yerde yakalayacak.''
Yutkundu. ''Senin kollarında olmasını ümit ediyorum.'' yanıtını ondan beklemiyordum. Aslına bakılırsa sözlerim üzerine başka bir şey söylemeyeceğini düşünmüştüm. Ancak bu durum tam tersi bir hal almıştı ve ben bir şey diyememiştim. ''Bak, alt tarafı üç beş kuruş ödeyip rahatça uyuyabileceğiz.''
''Sen ödedikten sonra benim rahatça uyuyabilmem mümkün değil.'' Israrcı olacağı o kadar belliydi ki attığım her adımı taklit ediyordu. ''Pekala, senden kurtuluş yok. Yaptığın harcamaları geri ödememe izin verirsen benimle gelebilirsin. Yok, bunu kabul etmiyorum dersen 'Sapık var!' diye bağırırım.'' Ellerini teslim olmuş gibi kaldırıp başını salladı ve bavulu alıp koşarak yanımdan hızla uzaklaştı. Ancak ona yetiştim. Sol tarafından gelen bisiklet geniş bir şekilde dönüş almışken ona seslendım. ''Engin!'' Olduğu yerde durup kendisine doğru gelen acemi sürücüye baktı. Kaldırıma çıkıp bekledi. Ona yaklaştığımda, ''Önüne bak, lütfen. Buralarda 'Dikkat bisiklet çıkabilir!' ve benzeri bir levha da bulunmuyor. Dikkat etmelisin.'' Daha fazla oyalanmadan ikinci sokağa sapmak üzere birkaç adım daha attım. Oteli gördüğümde küçük bir çocuk gibi heyecanla koştum. Peşimde bana yetişmekte olan Engin'i görünce sakinleşip bekledim. Elimle işaret edip, ''Çabuk ol!'' dediğimde nefes nefese yüzünü buruşturdu. Yanıma gelince, ''İyi misin?'' diye sordum gülmemeye çalışarak.
Nefesini düzenleyip yutkundu. ''Bana güldüğünü gördüm.'' Bu gülmemi arttırmıştı. ''Gülmeye devam et. Bunu görmek güzel.'' dedi dudaklarıma kayan bakışlarını gizlemeye dahil cüret etmeyip. ''Her zaman güldüğünü görmüyorum, malum.''
''Hiçbir zaman da göremeyeceksin.'' diye fısıldadım kendi kendime.
''Efendim?'' Anlamadığına sevinmiştim. Bir şey demeden kapıyı aralayıp içeri girdim. Resepsiyondaki kıza gülümseyerek, ''Merhaba.'' dedi. ''Umarım boş odanız vardır.'' Kız gülümsemesine karşılık vererek kocaman gülümsedi. ''Merhaba, hoş geldiniz.'' Bilgisayar ekranına bakıp, ''Evet, bir boş odamız var.'' dedi.
Atıldım. ''Bir boş oda mı dediniz?'' İstifini bozmadan başını salladı. ''Ama bize...''
Engin sözümü tamamlayamadan kıza dönerek, ''Tutuyoruz.'' dedi. Onu kenara çekip konuşmak için dudaklarımı araladığımda yine aynı şeyi yaptı. Benden önce konuşmayı sürdürdü. ''Başka kalacak bir otel bulmamız neredeyse imkansız. Bu ıslak kıyafetlerle daha fazla dışarıda kalırsak hasta olmayı bırak ölürüz. Anlıyor musun? Eğer mesele bensem merak etme, yerde de uyurum.''
Sözlerinin çoğuna hak verdiğim için kabul ettim. ''Kaç gün burada kalacağız?''
''Sen ne zamana kadar istersen.'' Biraz düşündüm. Ne kadar süreceğini az çok tahmin edip kavramaya çalıştım ancak ne yazık ki daha dedemi aramaya çıkmadan buna karar vermek zordu. Omuz silkip bilmediğimi söylediğimde, ''Sen şurada otur, dinlen. Ben giriş işlemlerini yaptırayım.'' dedi. İkiletmeden yakınımızda bulunan sandalyeye oturdum. O işlemleri hallederken bir an önce yapmak istediğim şeyleri sıraladım. Önceliğim duş almaktı. Sonra yemek yemeli ve uyumalıydım. Kendimi çok yorgun hissediyordum. Kısa süre sonra yanıma gelen Engin, ''Hadi, aşkım.'' diyerek beni yerimden kaldırdı. Kulağıma yaklaşıp, ''Evli olup olmadığımızı sordu.'' dedi. Bu küçük role kızmak yerine idare edebilirdim. Ona gülümseyip odamıza çıkmak için yürüdüm. Üst kata çıkıp ilerideki altı numaralı odanın kapısını açtı. Önce bavulla birlikte girdikten sonra benim girmem için geride bekledi. Ben de içeri girince kapıyı kapattı ve kilitledi. Ona bunu neden yaptığını sorarcasına baktım. Bunu anladığında yanıtladı. ''Daha güvenli geliyor. Hep öyle yaparım.'' Bavulu kenara çekip odaya baktı. Banyoyu kontrol edip yere oturdu. ''Uyumak istiyorum.''
''Ben de.'' dedim. ''Ama çok acıktım.'' Odada bulunan telefona yönelip üzerinde yazan numaraları tuşladı. ''Bekle.'' Telefon ahizesi kulağındayken indirdi. Yerine bıraktı ve bana döndü. ''Uyursam açlığım geçer.''
''Hafsa, bana yerde parçalara ayrılan şişeyi hatırlatıyorsun.'' dedi üzerindekini çıkarıp. Gözlerim önünde soyunuyor olması şaşkına uğramamı sağlasa da atletinin olması da şimdilik yeterliydi. ''Paramparçasın ama geri dönüşümle eskisinden daha iyi hale gelecek gibisin. Süpürge ve kürek ile parçaları bir araya toplayabilirim ama ya seni? Senin iyi olman için ne yapabilirim?'' Omuz silktim bunun mümkün olmadığını belirtircesine. ''Biliyorum.'' dedi gülümseyerek. ''Yemek sana az da olsa iyi gelecektir. Sonra da uyur ve dinlenirsin.'' Telefon ahizesini kulağına tekrar götürdü. ''Şimdi duş al.'' Ona bir süre baktım. ''İstersen odadan çıkabilirim.''
''Banyo kapısının bir kilidi olduğundan eminim.'' diye yanıtladım onu vücuduna bakmamaya çalışırken. ''O zaman ben kıyafetlerimi hazırlayayım.'' Beni başıyla onaylayıp arama yapmak için yeniden numaraları tuşladı. Bavulumla banyoya girip kıyafetlerimi seçtim. Duşa kabini aralayıp suyu açtım. Kapıyı kilitlemeyi unutunca kapatmak için geri döndüm. İki defa kilitleyip kendimi yosun ve tuzlu sudan arındırmak için sıcak suyun altına bıraktım. İşte bu iyi gelmişti...
*
Banyo kapısını açtığım sırada yere oturmuş televizyon izleyen Engin'in yorgun gözlerle bana bakmamaya çalıştığını fark ettim. ''Sıhhatler olsun.'' dedi televizyona bakmayı sürdürürken.
''Teşekkür ederim. Sıra sende...'' Banyoda kuruttuğum saçlarım arasından parmaklarımı geçirip sıktım. Baş ağrımı aldığını biliyordum. Ve bu hoşuma gidiyordu.
''Yeni kıyafetler olmadan yıkanamam.'' Ona yeni kıyafet gerekiyordu ve bunu nereden temin edeceğimi bilmiyordum. ''Şey...'' dedim dudaklarımı kıvırıp. Çekingenlikle devam ettim. ''Banyoda bir tane daha bornoz var. Şimdilik onunla dursan da olur.'' Yeni bir şey söylemesine fırsat vermeden sözlerimi sürdürdüm. ''Hadi, sen duş alırken ben de burayı keşfedeyim.'' Aklıma gelen soruyu yanından henüz ayrılamamışken sormalıydım. ''Bu arada Lilyum'u Canan Hanım'a verirken evinin anahtarını da mı verdin?''
Biraz düşündü. Başını salladı ve kalorifer peteğinin yanıp yanmadığını kontrol etti. ''Evet, elbette. Herhangi bir şeye ihtiyacı olabileceğini düşündüm. Kedi maması, kedi kumu vesaire... Malum, hepsi evde. Lilyum'un ona zorluk çıkarmasını istemedim açıkçası.'' Bu harika bir ayrıntıydı. Canan Hanım ona kendi evinde de bakabilir, yiyecek verebilirdi. Ancak ona anahtarını vermiş olması benim için bir avantajdı. ''Neden sordun?''
''Hiç.'' dedim. ''Sadece bir an aklıma geldi.''
''Pekala.'' dedi. ''Lütfen gecikme. Yemek birazdan gelir.''
Bir süre sessiz kalıp çantamı ve paltomu alıp yanıtladım. ''Gecikmem. Görüşürüz...''
Odadan ve ardından otelden çıktıktan sonra adımlarımı hızla iskeleye çevirdim. Sanırım içimden geldiği gibi hareket etmenin beni daha iyi hissettireceğine inanıyordum. Ve bunun düşüncesi bile mükemmeldi. Ona yapacağım bu iyilikten sonra tek bir ricam ile benden uzak bile durabilirdi. Evine gidip birkaç kıyafet seçmem hem onun hem de benim açımdan rahatlatıcı olacaktı. Buralarda giysi satan bir esnafa rastlamamın beni eve geri dönme zahmetinden kurtaracağını biliyordum ama burada bir giyim dükkanı aramak daha fazla zaman harcayacağım anlamına geliyordu. Eve gidip gelmek belki de daha az bir vakit kaybı olacaktı. Görecektim. Bundan pişmanlık duymamak için mantıklı adımlar atmalıydım. Bunlardan biri de yanımdan geçen, karşıdan gelen insanlara sormaktı. Otuzlu yaşlarındaki genç kadını gülümseyerek durdurdum. ''Affedersiniz, buranın yabancısıyım da... Buralarda kıyafet satın alabileceğim bir yer biliyor musunuz?''
Dudaklarını kıvırdı. ''Ah, tatlım,'' dedi. ''Ben de buranın yabancısı sayılırım. Misafirliğe geldim ve nereden bulabileceğini bilmiyorum.''
Dik omuzlarım kendini saldığında hayal kırıklığına uğrayıp konuştum. ''Ya? Pekala, teşekkür ederim. İyi akşamlar.''
''Rica ederim. Sana da...'' dedikten sonra elini salladı. Karşıdan gelen başka bir kadına sormak için dudaklarımı araladığımda bundan vazgeçtim. Daha fazla vakit kaybetmeden gözüme kestirdiğim tekne sahibinin yanına doğru ilerledim. Tek umudum kabul etmesindeydi. Şans denen bir şey varsa, onun benimle olması için içimden dualar etmeye başladım. ''Affedersiniz...'' diye başladım sözlerime, az önceki gibi... ''Sizden bir şey rica edebilir miyim?'' Bedenini çevirdiğinde gördüğüm adamın bugün vapurda bizi boğulmaktan kurtaran kaptan olması benim yararıma mıydı yoksa zararıma mı, bilememiştim doğrusu. ''Siz...''
''Sen...'' Elini beline koyup kaşlarını çattı. ''Yine mi sen? Diğer eleman nerede?''
''O mu?'' Biraz düşündüm. Ona yalan söylememin doğru bir yanı yoktu. Bu yüzden her şeyi anlatabilirdim. ''O bir otelde kalıyor ve bana yardım etmeniz gerekiyor. Size her şeyi anlatırım. Hatta ne kadar para isterseniz veririm. Beni adaya geri götürür müsünüz?''
''Havanın nasıl olduğunu görmüyor musun? Bu delilik olur!'' dedi haklı olarak. ''Eğer adaya gidebilseydim vapur seferleri de devam ederdi, değil mi? Olmaz. Yapamam.''
''Çok çabuk karar vermeyin.'' dedim. ''Belki düşünüldüğü gibi olmaz. Hava kötüye gideceği sanılırken çok güzel olabilir.''
''Kızım, sen Polyanna mısın? Gerçeklere dön.''
''Hayır, Polyanna falan değilim ama ben o adaya gitmezsem...'' Sözümü yarıda kesmek için konuşmaya başlayacakken durdurdum. ''Bu adaya geçmişimi öğrenmeye geldim. Hafıza kaybı yaşıyorum ve bir yerden öncesi yok. Dedemi bulmalıyım. Yardımcı olun, lütfen. Arkadaşımın yeni kıyafetlere ihtiyacı var. Eve gidip almam ve dönmem lazım. Buralarda da bir...''
Az önce, ben yanına varmadan uğraştığı çantasına geri döndü. ''Mesele bir kıyafet mi yani?'' Mesele bu değildi. En azından bu kadar hafife alınmamalıydı. ''Şeker değil ya, erimez. Otelde sıcak bir yerde dursun, kurur.'' dedi. ''Ama yine de al bakalım...'' Bir gömlek ve bir pantolonu bana uzatıp kenarda duran çay bardağını eline aldı. ''Bunlar işini görür. Bu saatte zaten açık bir yer bulamazsın. Ee, hava da malum. En iyisi sen bunları al ve ona ver. İdare etsin işte.'' Gözlerimdeki baskının sebebi beni bu durumdan kurtarmış olmasıydı. Çok sevinmiştim. Öyle ki kendimi ona sarılırken buldum. ''Tamam, tamam, dur.'' dedi. ''Bir şartım var.''
''Şart mı? Eğer mesele ücreti ise hemen verebilirim.'' dedim.
''Hayır, öyle bir şey değil.'' dedi. ''Bana olayı bir anlat bakalım. Kimsin? Hafıza kaybını neden yaşadın? Deden kim?'' Merak ettiği şeyi şart diyerek beni zan altında bırakmaya çalışmasını anlamamıştım. Onu tanımıyordum ve yaşadıklarımı ona anlatmamın herhangi bir sakıncası olmayacağını düşünüyordum. Yanılacak olsam bile fark etmezdi. Kaybedecek neyim vardı ki?
''Kim olduğumu nasıl anlatabilirim bilmiyorum.'' Teknesinden çıkarttığı tabureyi bana uzattı. Kendisi için de bir tane alınca karşıma geçip oturdu.
Eliyle birini işaret ettiğinde o tarafa döndüm. ''Şu boşu al, bize iki çay daha getir. Hadi koçum!'' Sonra bana döndü. ''Benden...''
Gülümseyip sözlerime devam ettim. ''Tek bir cümle ile anlatacak olursam eğer; Bir iş adamının yıllar önce kazada hafızasını kaybeden ve babasının ona dedesini bulması için vasiyet ettiği kızıyım.''
''Kaza nasıl oldu peki?'' diye sordu merakını gizlemeyi lüzum görmeyip. ''Annen yok mu?''
Bunu cevaplamak benim için zor olsa da yanıtladım. ''Annemle görüşmeyeli uzun zaman oluyor. Babam vefat edince evden ayrılıp Büyükada'ya taşındım. Kazanın nasıl olduğunu ise bilmiyorum. Yani hala emin değilim. Anlatılanların bir masal olduğunu düşünüyorum.''
''Senin için zor olmalı.'' dedi. ''Peki dedenin adı ne? Uzun zamandır buralardayım. Belki tanıyorumdur...''
Bu beni mutlu etmişti. Yanımdaki kol çantasından mektupları çıkarıp babam ve dedemin fotoğrafını elime aldım. ''Adı Ali. Şuradaki adam, dedem...''
Fotoğrafı eline alırken onu benden çalacak ve ortadan ikiye ayıracakmış gibi hissediyordum. Ama öyle olmadı. Hissettiğim, düşündüğüm ve kafamda kurduğum bu saçma düşünceden ötürü kendimden utandım. Eskimiş fotoğrafa biraz baktı. ''Allah Allah.'' dedi. ''Tanıdık geliyor gibi ama çıkaramadım.'' Çaylar geldiğinde onlu yaşlarında olacak küçük çocuk fotoğrafa göz ucuyla baktı. Kıskanırcasına fotoğrafı geri alıp zarfa koydum. ''İnşaAllah bulursun, kızım.''
Başımı gülümseyerek salladım. ''Bu arada bugün olanlar için tekrar özür dilerim. Arkadaşım...'' Elimde duran kıyafetlere bakıp yanına gitmem gerektiğini hatırladım. Ancak sözlerimi tamamlamam gerekiyordu. ''O biraz deli doludur. Sadece benimle gelmek istediğinde onu reddetmiştim. Sanırım bunu kabullenemedi ve böyle bir delilik yaptı.''
Güldü. ''İnsanların can güvenliği benden sorulduğu için onun böyle bir deliliği yapmasına öfkelendim. Ama kaptanlığımı bir kenara bırakacak olursak sevdiği kadın için delilik yapmaya cesaret eden bir adamın bu dünyada hala var olmasının benim için bir mahsuru yok.'' Onu bozmadım. Beni sevmediğini söylemedim. Havanın soğukluğundan çabucak soğuyan çayımı birkaç yudumda bitirip kenara bıraktım. ''Çok hızlısın.''
''Beni bekleyen deli adamın yanına gitmeliyim. Her şey için teşekkür ederim.'' dedim. ''Bu arada kıyafetler için ne kadar ücret...'' Başını salladı. ''O da ne demek? Yeni değil ama temizdir. Hanım yeni yıkadı da verdi.''
''Öyle olduklarına şüphem yok. Kendinize iyi bakın. Umarım yine görüşürüz.''
Vedalaşmamızın ardından koşar adımlarla kaptanın yanından ayrıldım. Oradan uzaklaştığımda arkama son kez baktım. Palmiye ağaçları ve kıyıya vuran deniz dalgasını burada en yakın zamanda izleyeceğime dair kendime söz verdim.
Birkaç öte ilerideki otelin önünde koşuşturan adamın Engin'den başka kimse olmadığı aşikardı. Benim ilerlediğim yöne gidiyorken döndü. ''Hafsa!'' Otelin tam önünde, ortak bir yerde durduğumuzda nefes nefese kaldığını fark ettim. ''Neredeydin sen? Her yere baktım. Aşağı ve yukarı mahallelerde seni aradım. İleride bir kadın intihar etmiş. O sensin sandım. Çok korktum, anlıyor musun?''
''Bitti mi?'' diye sordum elimdeki kıyafetleri ona uzatırken. ''Ben buradayım. İntihar etmedim. Belki biraz kafayı üşütmüş olabilirim ama senin üşütmene izin veremem. Bak, sana ne buldum.'' Şaşkın bakışlarını bir süre izledim. ''Satın aldım demeyi çok isterdim. Fakat ne yazık ki vapurdaki sinir küpüne dönmüş kaptan amcadan aldım bunları. Tarzının dışında bir şey olsa da zayıflığının artısı olarak sana tam geleceğine eminim. Hadi, odaya gidelim ve bir an önce,'' Burada gömleğinin yakasından kavradım ve, ''Şu yosunumsu kıyafetlerden kurtul.'' dedim. Gideceğim sırada beni durdurup yüzümü inceledi. Mahallenin ortasında duruyorken herkesin bizi izlediğini düşündüm. ''Gidelim.'' Odaya gitmek ve uyumak için sabırsızlanıyordum.
Kaldığımız otel evimi özlüyor olsam da güzeldi. Çift kişilik, beyaz çarşaf ve kahverengi örtüsü olan bir yatağı, yanlarında birer tane komodini, bir aynalık ve televizyonu da bulunan, düz bej rengi duvar kağıtları olan bir odaydı.
Engin giyinmek için banyonun yolunu tutmuşken komodin üzerine bırakılmış dört adet sandviç ve meyve sularından birer tane aldım. Açık kalan televizyona göz atıp biraz izledim. Üst üste verilen üç kaza haberi beni gözlerimi açtığım o güne götürmüştü. Günlerdir bir şey yememiş gibi sandvici hızla yerken ailemin odada hararetli konuştuğu anı düşündüm. Annemin, ''Birkaç gün daha bekleyelim. Uyanmazsa gereken neyse yapılsın.'' dediğini hatırladığımda ağlamamak için kendime direndim.
Babamın ona, ''Ne olursa olsun, ne kadar sürerse sürsün o bize veda etmeden herhangi bir müdahale yapılmayacak. Anladın mı beni?'' demesi sesli bir şekilde nefes almama sebep olmuştu. Kazaya ait ufacık bir şey hatırlıyor olsaydım belki de gerisi gelecekti. Hani olur ya, gözlerimi son kez açmış ve tekrar kapatmış olabilirdim. Fakat ne yazık ki gözlerimi açmamdan sonra hayatımın öncesini ne kadar zorlarsam zorlayayım hatırlayamıyordum. Annem ölmemi göze alacak kadar yürekli miydi? Eğer o an gözlerimi açmamış olsaydım benden sonsuza kadar vazgeçmiş mi olacaktı? Beyin ölümüm gerçekleşmiş değildi belki ama solunum cihazlarından men edilmiş olsaydım, annemin istediği şeyi yapsalardı şimdiye bunları yazıyor olmazdım. En çokta annemle olan geçmişimizi merak ediyordum. Beni Kamelya'yı sevdiği kadar sevmiyor muydu yoksa amacı yaşadığım travma sonrası bana iyilik yapmak mıydı? Sanırım ikinci seçeneğe inanmayı seçmeliydim... O beni seviyordu ve acı çektiğimi görmek istemiyordu. Evet, böylesi daha iyiydi.
Meyve suyundan son bir yudum daha aldığımda Engin duştan çıktı. Kaç dakikadır şahit olduğum kısa süreli eski ev hayatımı düşünüyordum, acaba? Ya da Engin içeride ne kadar kalmıştı? Zamanın peşinden koşmayalı epey oluyordu. Ben onu kovaladıkça olduğu yerde sayıyor gibiydi. Bende kendi halimize bırakılmayı tercih etmiştim.
Kaptanın verdiği kıyafetlerin Engin'in üzerine tam olmasını çok isterdim ama gömleğinin omuzları resmen ondan bağımsız duruyordu. Sabah olduğunda ilk işimiz ona kıyafet almak olacaktı. ''Sıhhatler olsun.'' Gülümseyerek teşekkür etti. Sonrasında sessiz kalmanın, ona rica ederim bile dememenin pek bir şey fark etmeyeceğini biliyordum. Bu yüzden sustum.
Yediğim son lokmanın ardından şişede kalan meyve suyunu bir dikişte içtim. ''Umarım bu doğru bir karardır...'' Bakışlarımı ona çevirdiğimde devam etmesini bekledim. ''Yarın sabah eve dönüyorum.'' Aniden içime dolan kırgınlık hissi tüm bedenimi sarmadan önce başka şeyler düşünmeye koyuldum. Ancak o konuşmasını sürdürdüğünde bunu yapamadım. ''İstemeyeceğini biliyorum ama geri dönmeyi düşünüyorum. Sadece birkaç kıyafet alıp döneceğim.''
Boğazımdaki düğümü çözmek için yutkundum. ''İnceliğin için teşekkür ederim, Engin. Ancak bunu tek başıma yapmam daha doğru olacak. Eğer gideceksen buna hayır demem. Evine dön ve hayatına devam et. Hem Lilyum seni özlemiştir. Müşterilerinin seni bulamayınca geri döndüğüne eminim. Satış bu sıralar hareketlenir. Git, git ve işinin başına dön.'' Herhangi bir şey demeden yataktan aldığı yastığı yere bıraktı. ''Ne yapıyorsun?'' diye sordum şaşkınlıkla. ''Burada yatmayı düşündüğünü söyleme bana.''
''Pekala, söylemememi istemiyorsan ben de söylemem.'' Gözlerini kapatıp yutkundu. Uykuya dalmadan onu yerde yatmamaya ikna etmem gerekiyordu. ''Engin, rica ediyorum; kalk yerden, lütfen.'' İstemsizce ağır ağır yerinden kalktı. ''Burası ikimize yeter.'' Yatağa göz attığımda bunun bizim için doğru olmayacağını anladım. Ama bu şekilde de uyuyamazdı. Sağlığını kaybetmesini istemezdim.
''Sana yerde uyuyabileceğimi söylemiştim.'' dedikten hemen sonra omzunu tuttu. Dudakları arasından çıkan acı sözcüğü yüreğimi huzursuzlandırmıştı. ''Ne oldu? İyi misin?'' Elini omzuna koydu, yüzünü buruşturdu ve başını olumlu anlamda salladı.
''Evet.'' Yaptığıyla söylediği farklıydı. Hangisine inanacağımı şaşırmıştım.
''Yalan söylüyorsun.'' Onu yatağa oturttum. ''Saatlerce acısını hissetmemiş olmana inanamıyorum.'' Yüzüme attığı bakıştan çoktandır acısını hissettiğini ama belli etmediğini çıkarmıştım. ''Buralarda doktor olmalı. Ben hemen geliyorum...'' diyerek ayağa kalktım. Ancak o beni durdurdu. ''Ciddi bir şey olabilir. Bırak da gideyim...''
''Buna gerek olsaydı izin verirdim, Hafsa.'' Yatağın üzerindeki örtüyü açıp oturdu. ''Uyursam geçer.'' Az önceki yastığı ikimizin arasında kalacak şekilde koydu. ''İkimiz de çok yorulduk. Bence sen de uyumalısın.'' Üzerini örttü. ''Allah rahatlık versin.'' Sağına dönüp gözlerini kapattı.
Fısıltıyla, ''Sana da...'' diye cevapladım ancak sesim istediğim gibi çıkmamıştı. Hiç karşılık vermeseydim de olurdu. Duyup duymadığı muammaydı. Yerime geçip olabildiğince uçta uzanmaya çalıştım. Soluma yatmak beni rahatsız etmişti. Kalbimin çırpınışları uyumama engel oluyordu. Sağıma dönerken o da soluna döndü. Işığı kapatmayı unuttuğum için birbirimizi görebiliyorduk. Durumumuz onu güldürmüştü. O da beni... Kıvrılan dudağını izlemeye koyulmuşken ıslattı. Ardından bakışlarımı gözlerine çevirdim. Göz kapakları ağırlaşmış olmalıydı ki birkaç kez kırpmanın ardından gözlerini tamamen kapattı. Yavaş hareketlerle yerimden kalkıp tepemizde yanan ve git gide rahatsız eden ışığı kapattım. Aynı yavaşlıkta yerime geçip üzerimi örttüm. Engin'in üzeri ben yorganı çektiğimde biraz açıldı. Düzeltmek için uzandığımda yerinde kımıldadı. Yorganı başına çekip hapşırdı. ''Engin...''
''Efendim?'' Bedenini çevirip bana bakmaya çalıştı.
''İyi olduğundan emin olmak istiyorum.'' Yatakta oturma pozisyonu aldı. Komodin üzerindeki gece lambasını açıp ben de oturdum. ''Her şey mi üst üste gelir?'' Tekrar hapşırdı. Elimi alnına koyup hızla çektim. ''Yanıyorsun!'' Bu söylediğime güldü. ''Engin, ateşin var. Çıkar şu üzerindekileri...''
''Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum.'' Hızla ayağa kalkıp yatağın diğer tarafına geçtim. ''Çok ciddiyim. Ben herhangi bir şeyden sonra uyuduğumda o şey geçiyor. Hafsa, beni dinle. Uyuyalım...''
''Bunu bana yaptırma. Çıkart diyorum.'' Diretmeye devam edince gömleğinin düğmelerini çözmek üzere uzandım. ''İşi zorlaştırıyorsun. Niyetin ölmek falan mı?''
Kollarını bedenime sarıp uzanmamı sağladı. Beni hareketsiz bırakıp yaklaşık bir on saniye kadar dışarıdan gelen ışığın yansımasıyla yüzümü izledi. Ardından yutkundu ve dudaklarını araladı. ''Sabah haklı olduğumu göreceksin, Hafsa. Uyuyacağım ve geçecek, tamam mı?'' Ona herhangi bir yanıt veremiyordum. Dudaklarım arasından ne evet ne de hayır cevabı ona ulaşamamıştı. Ancak hançer saplanmışçasına ağrıyan başım üzerine kasıldım. Yerinden kalkıp ışığı yaktı ve yanıma tekrar geldi. ''Doktor!'' dedi kekeleyerek, ''Doktor bulmalıyım!''
Elimi zoraki kaldırıp ona uzattım. ''Gel...'' Gözlerimi sımsıkı kapatıp açtım. ''Az önceki gibi durur musun?'' Bir süre tereddüt dolu bakışlarını bana yollasa da en sonunda bundan kaçındı ve isteğimi yerine getirerek bir önceki pozisyonuna döndü. Başımdaki ağrı hala sürmekteydi. Elimi yüzüne koydum ve gözlerimi kapattım. Üzerime yine bir anı hasıl olduğunda düşünmeye devam ettim. Kendimi o kadar çok zorlamıştım ki yorulmaya başlamıştım. ''Mavi duvarları olan bir oda...'' dedim fısıldayıp. ''Bu çok tuhaf.'' Gözlerimi açtım. ''Hatırlamaya başlamamın dışında bazı sesler duyuyorum.''
''Ne sesleri?'' ''Bir adamın sesi...'' Bir damla yaş yanağımdan süzüldü. ''Kahkahasını duyuyorum.'' Mübalağa ettiğimi düşünüyor olabilirdi. Ancak duyduğum ve kısmen gördüğüm şeyleri yeniden yaşıyordum. Elimi yüzünden çekip sağıma döndüm. Işığı kapatıp yanıma uzandı ve bana doğru dönerek üzerimi örttü. ''Teşekkür ederim.'' dedim. ''Yavaş yavaş bir şeyler hatırlıyor olmak güzel ama biraz da yorucu.'' Altta kalan elini çenesine koyarak başını sallamaya çalıştı. ''Her neyse, herhangi bir şey olursa ya da benden bir şey istersen uyandırabilirsin. İyi geceler...''
''İyi geceler, Hafsa.''
Buraya kadar geldiğin için teşekkür ederim. Bir sonraki bölüme geçmeden önce birkaç kelam etmeye ne dersin?
Sevgilerimle...
Instagram : ebruilterrinkitaplariFacebook : Ebruilterr'in Kitapları
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazinin Can Kırıkları •Tamamlandı•
Roman pour AdolescentsHafsa'nın hayatı, geçirdiği trafik kazasında alt üst olmuştur. Travma sonrası gözlerini açtığında hiçbir şey hatırlamamaktadır. Çok geçmeden babasını da kaybeder. Odasında bulduğu mektup üzerine harekete geçerek evden ayrılır ve Büyükada'da yaşamaya...