Bölüm 9/Mazinin Can Kırıkları

17 3 6
                                    

Keyifli okumalar... 
Bu defa devirmemeyi başararak Kınalıada sokakları arasından güçlükle ilerleyen abim, tuttuğu el arabasını her an yokuştan aşağı atacakmış gibi duruyordu. Yolu biliyormuş gibiydi. Çünkü önden gitmeyi tercih etmişti. Bir kez olsun gideceğimiz istikamet için, ''Nereden?'' diye sormamıştı. Dedemin bahçeli güzel evine geldiğimizde el arabasını kapının önünde bırakıp cebinden bir paket çıkarttı. Ceketini üzerinden atarcasına soyup katladı ve oturacağı kaldırım taşının üzerine bıraktı. Gömleğinin cebinden çakmağı aldığında ona şaşkınlıkla baktım. İlk defa sigara içtiğine şahit oluyordum. Sigaranın ucunu büyük bir keyifle yakıp dumanı içine çektiğinde rahatlamışçasına gözlerini kapattı. Bir süre sonra açıp, ''Ne bekliyorsunuz? Gidin...'' diyerek yerinde doğruldu. Sokaktan geçen insanların bakışlarına karşılık verip gözlerinin içine bakıyor olmasını farklı bir psikolojiye sahip diye adlandırıp bahçe kapısını sonuna kadar açtım.
Arabayı kaldırıma deli gücüyle tek başına çıkarmıştı ama Engin'in bunu yapmasını istemiyordum. Bahçe kapısındaki basamağı kolayla geçebilmesi için yardım etmek istediğimde, ''Sen zile bas.'' diyerek beni engelledi.
Zile basmak üzereyken kapı açıldı. ''Dede, ben geldim.'' Kapıdakilere göz ucuyla bakıp bana döndü ve elini yüzüme koydu. Ardından saçlarımı okşayıp bastonuyla geri çekildi. ''Bugün bahçe işlerine başlayacağız. Engin de burada.'' Kaşları çatık bir halde içeriye geçtiğinde konuşmamı sürdürdüm. ''Bir de abim...''
Bedenini kapıya doğru çevirip öylece baktı. Oldukça öfkeli görünüyordu. ''Niçin gelmiş?''
Sorusu karşısında nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum. Belli ki ikisi de birbirinden hoşlanmıyordu. Bu yüzden vereceğim cevaptan her ikisi de hoşlanmayabilirdi. ''Bir sorun olmalı.'' dedim. ''Kendisi açıklayacaktır.''
''Heh!'' diyerek elini havada salladı. ''O benden de ketumdur.'' Bu beni gülümsettiğinde masa üzerinde duran malum deftere uzandım. ''Hafsa!'' Adımı söyleyip uyardığında durdum. ''Bunu diğerlerinin yanında yapmayacaksın. Yalnızca benimleyken okuyabileceğini unutma. Şimdi onu çekmecenin içine bırak.'' Dediğini yapıp defteri yerine bıraktım.
O sırada içeri abim ve Engin omuzları düşük bir şekilde geldiler. Engin dedemi başıyla selamlayarak iki elini birleştirdi. Dedem yeni oturduğu koltukta doğrulup Engin'e elini uzattı. Abim dahil herkesi şaşkına çeviren bu hareketi kimse beklemiyordu. Engin öptüğünde yanına oturdu. Abim ayakta, kollarını salmış bir vaziyette öylece dururken dedem öksürmeye başladı. Telaşla yanına varıp sırtını okşadım. Masa üzerinde duran bardak ve sürahiyi işaret ettiğinde doldurdum ve bardağı ona uzattım. ''İyi misin, dede?''
Nefesini düzene koyduğunda abime sert bir bakış attı. Cebinden astım ilacını çıkarıp içine çekti. ''Astımım olduğunu bilmiyor musun da zıkkımı içip öyle geliyorsun?''
Dedem elini Engin'in eli üzerine koymuştu. Bunu yeni fark ettiğimde bozuntuya vermedim. ''Hoş bulduk, dede.'' dedi ve koltuğa oturdu. Bacak bacak üstüne atıp gülümsedi. ''Aldığım birkaç duman... Ne var bunda büyütecek?'' Haklıymış gibi konuşuyor olması sinirlenmeme sebep olmuştu ancak henüz sesimi çıkartmaya niyetim yoktu. ''Onu boşver de, nihayet torununa kavuşmuşsun. Gözün aydın.'' Dedem herhangi bir şey demedi ve elini Engin'in eli üzerinden çekti. ''Kalender Bey gerekli talimatı vermiştir, değil mi?''
''Ne saçmalıyorsun sen?'' diye çıkışıp dedeme döndüm. ''Dede, istersen odana geç ve istirahat et.''
Başını sallayıp bastonundan destek aldı. Ayağa kalkacakken Engin onu tuttu. Adım atmaya başladığı sırada abime döndü. ''Başına açtığın bela her neyse bu eve sakın taşıyayım deme. İki gram huzurum var onu da mahvetme!''
Abimin bir şey demesine fırsat vermeden yanımızdan Engin ile birlikte ayrıldı. ''Abi, senin derdin ne? Yaşlı adamla niye bu kadar uğraşıyorsun?''
Güldü. Hatta bu bir kahkahaydı ve en az on saniye kadar sürmüştü. ''Güzelim, sırlarla dolu bu evde bir gün onu da öğrenirsin.'' Yerinden kalktığında arkasını dönmeden konuşmasını sürdürdü. ''Sadece sabırlı ol.''
İsyan edercesine söylenmeye başladım. ''Ne sırmış, arkadaş! Açıklayın da kurtulalım...''
Engin gömleğini kollarını katlayarak geldiğinde konuştu. ''Hadi, başlamıyor muyuz?'' İçime dolan heyecanla birlikte koşar adım kapıya doğru yöneldim. ''Patron, yapmam gereken her ne varsa söyle.'' İşaret parmağını bana yöneltti. ''Ayrıca ağır kaldırmayı aklının ucundan bile geçirme.'' Ellerimi teslim olmuş gibi kaldırıp gülümsedim. Kömürlüğe geçip kontrol etmeye başladım. Oradan alabileceğim herhangi bir malzeme olabilir mi diye bakındığım sırada sağ taraftaki eski kuzine sobanın altından sol tarafa, odunların arasına hızla bir şey geçti. Çığlık atarak oradan ayrılmak üzereyken Engin'e çarptım. ''Ne oldu?'' Oradan birlikte çıktığımızda hala kolları arasındaydım. Ona sımsıkı sarılmış nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. ''Hafsa, iyi misin? Ne gördün?''
''Ne olacak? Fare!'' Cesaretlenmiş olmalıydı ki beni bırakıp içeri girmeye kalkıştı. ''Delirdin mi? Çık şuradan!''
''İşine yarayacak bir malzeme bulunca çıkacağım.'' Telefonunu cebinden çıkarıp ışığını açtı. ''Burada pek bir şey görünmüyor.'' Geriye dönüp bana baktı. ''Bir şeye ihtiyacın olduğunda gidip alabilirim.'' Elim göğsüm üzerindeydi. Dilim damağım kurumuştu. ''Sana zarar veremeyecek kadar küçük olduğuna eminim. Hem korkmuştur da... Sakinleş. Su getirmemi ister misin?'' Telefonunu cebine attı. ''Gel şöyle otur.''
Onu durdurdum. ''Hayır, iyiyim ben. Teşekkür ederim.'' dedim. ''Sadece aniden görünce ürktüm.'' Ne zaman bileğime taktığımı bilmediğim lastik tokayı fark ettiğimde saçlarımı bir araya toplayıp bağladım. ''Hadi işimizin başına!'' El arabasındaki eldivenlerden birini kendisi için alırken diğerini bana uzattı. Hızla giyip parmaklarımı çıtlattım. Dükkandan getirdiğim tırmık ile çim uygulacağım yerleri temizledim. Çıkan yaprak ve çöpleri Engin'in de yardım etmesiyle gözüme kestirdiğim kullanılmayan bir kovanın içine attım. Boş saksıları masanın üzerine bırakıp çapa yardımı ile toprağı eşelemeye başladım. Dedemin öksürük sesini duyduğumda başımı yukarı kaldırdım. Pencereden aşağı pür dikkat kesilmiş, bakıyordu. ''İyisin, değil mi?'' İyi olduğunu belirtip bakışlarını başka yere çevirdiğinde ben de işime döndüm. Çapa ile toprağı havalandırmak için eşelemem sona erdiğinde tırmığı yeniden elime aldım. Bellenen yerleri düzleştirip toprağı ezmeye başladığım sırada Engin devam etmek istedi. Teklifini geri çevirmeyip işlemi tamamlamasını bekledim. Ben de bu arada etrafta tahta aramaya koyuldum. Dedemin hala yukarıda duruyor, bizi izliyor oluşuna sevinmiştim. ''Dede, burada hiç düz bir tahta var mı?'' Biraz düşündü ve kömürlüğün yanındaki boş alanı gösterdi. Oraya varıp orta boylarda bir tahta bulduğumda Engin'in yanına döndüm. ''Şimdi mastarlama işlemi yapacağız.''
''Mastarlama mı? Nasıl yapıldığını söylemen yeterli.''
''Hayır, ben yapacağım.'' diyerek direttim. ''Yine yorulduğunu görebiliyorum, Engin. Sen şimdi dinlen ve...''
''Seni biraz bekleteceğim...'' dedi ve işaret parmağını gözüme sokarcasına bana doğrulttu. Cebinden telefonu çıkarıp birkaç yere bastı. Tiz bir ses duyduğunda konuşmaya başladı. ''Mastarlama nedir, nasıl yapılır?''
Ona engel olup telefonu kaptım. ''Ne yapıyorsun sen?''
''Senin anlatacağın yok. Google yardımıyla öğrenmeye çalışacaktım. Telefonumu geri alabilir miyim?''
Vazgeçeceğe benzemiyordu. Önce telefonu sonra da tahtayı ona uzatıp istemsizce anlatmaya başladım. ''Yorulduğun an bırakacağına söz ver.'' Başıyla onaylayıp gözlerini kırpıştırdı. ''Aslında çok basit. Sadece tırmık yardımıyla ezdiğin toprağı şu şekilde,'' ona yapacağı şeyi göstererek, ''...kendine doğru çekeceksin. Taş gibi herhangi bir şey görürsen de oradan al.'' dedim. El arabasının yanına gidip malzemeleri karıştırdım. ''Madem birlikte yapıyoruz, ki çoğunu sen yapmaya kararlısın, anlatmaya devam edeyim. Buradaki toprağı her bir yere serpiştireceksin. Bunun ardından çim tohumunu tavuk yemler gibi yine aynı şekilde serpiştirip dengeli bir dağıtım yapacağız.'' Tahtayı benden geri aldığında devam ettim. ''Çim tohumunun serpilmesinin sonrasında ise şu kenarda biriken, o tarafa çektiğimiz elenmiş toprakla üstüne kapaklama işlemi uygulayacağız. Tırmık ile aynı şeyi yapmayı unutmayalım.'' Unutmaktan bahsetmişken aklıma daha önce gelmeyen bir malzemeyi endişeyle ona söyledim. ''Silindir gibi bir şey daha lazım. Ağır olmalı. Toprağı sıkıştırmamız gerekiyor.''
''O iş bende, patron!'' Çimleme işlemini sonlandırabilmek için saydığım birçok şeyi yapmaya başladık. İşin özü, benim yapmama fırsat vermeyip hepsini tek başına bitirmek için uğraştı. Yaklaşık yarım saat sonra bulduğu dahiyane silindir fikrinden sonra işimiz bitmiş sayılırdı. En azından çimleme işimiz bitmişti. Kömürlükte bulduğu boş damacana şişesine su doldurup her tarafı gezdi. ''Sırada ne var?'' Dedemin kenara attığı ve bir süredir de dokunmadığı su hortumunu işaret ettim. ''Hemen geliyor!''
Etrafta musluk olup olmadığını kontrol ettiği sırada, ''Burada!'' diye bağırarak dikkatini benim olduğum tarafa çektim. Hortumu takmadan önce suyu kontrol etti. Aktığını görünce hemen hortumu taktı ve sulama işine geçti. Yağmur gibi püskürtülmesi gerekiyordu. ''Yağmur zamanı!'' Böyle söylediğimde kolumdan tuttu ve beni kendine yakınlaştırdı.
Hortumu tik tutup parmağını suyun çıktığı yere doğru bastırdı. Su yağmur misali tepemizden aşağı dökülürken fısıldadı. ''O zaman ıslanalım.'' Göğsünde duran elim direkt olarak ona dokunmama engeldi. İçimden eldiveni çıkarıp kenara atmak ve göğsüne, kalbinin tam üzerine dokunmak gelse de yapamazdım. ''Ama önce toprağı sulayalım.'' Aramızdaki toz pembe bulutları yok edince diğer işlere döndüm. ''Bunu sadece bir kere mi yapacağız?''
Ansızın, ''Yağmuru mu?'' diye sorduğumda toparlamaya çalıştım. ''Yani yağmur gibi püskürtüp sulama işlemini mi?'' Gülerek beni onayladı. ''Her gün sabah ve akşam olacak. Yalnızca beş ila on gün arasında bunu sürdüreceğiz.'' Düzelttim. ''Sürdüreceğim.'' Yüzü asık bir şekilde hilti ve matkap çantasını aldı. ''Şu köşede biraz daha tahta var. Hem malzeme çantası da görmüştüm. Herhangi bir şeye ihtiyacın olduğunda da alabiliriz.'' Saksıları masaya teker teker dizip diğer toprak çuvalını bank üzerine bıraktım. Sırayla topraktan biraz alıp saksıların içine döktüm. Engin tahtaları aldığında yanımda ne yapacağını sorarcasına baktı. ''Bu duvarın raf için uygun olduğunu düşünüyorum. Peki ya sence?''
''Patron ne derse o.''
Biraz düşündüm. ''Patron der ki, mola zamanı!'' Kabul edici bakışları altında işimi yapmaya devam ediyordum. Ancak bu bakış git gide beni içine çektiğinde toprağı titreyen ellerim yüzünden saksıya dolduramaz oldum. O da bunu fark etmiş olacaktı ki ellerimi tuttu ve oradan uzaklaşmamı sağladı. ''Ne oldu?''
''Mola zamanı dediğini hatırlıyorum ama...''
''Evet, öyle.'' Eldivenlerimi çıkarıp pantolonun arka cebine sıkıştırdım. ''Senin için söylemiştim.''
''Çırak der ki, patron molada değilse sen de olamazsın.''
O sırada kapı açıldı ve içeriden abimin öfkeyle çıktığı görüldü. ''Artık ayrılacak mısınız yoksa başka şeyler yapayım mı?''
Ne demek istediğini anlamadığımda kaşlarımı çattım. ''Nasıl yani?''
''Yani yılışık ilişkinizi bu kadar göze sokmasanız diyorum. Aksi taktirde yumruklarımı konuşturacağım.''
''İlişki mi?'' Engin'in bu sorusu üzerine ona baktım. ''Yumruk derken?''
''Anlaşılan bunun beyin de alınmış.'' Yanına kadar gelip tam karşısında durdu. ''Kız kardeşimden diyorum, uzak dur. Yoksa işler değişir.''
''Levent!'' Dedemin hiç duymadığım gür sesi bahçenin dört bir yanına savrulurken hepimiz oraya döndük. ''Huzur kaçıran, insanları rahat bırak.''
''Yıllar önce yaptığın gibi mi?''
''Hadsizlik etme, Levent!'' İşler git gide kızışıyordu.
Engin beni arkasına almaya çalıştığında elinden tuttum. ''Dede, eğer sözümü dinlemiş olsaydınız böyle olmazdı. Şimdi bana ne yapıp yapmayacağımı söyleme.'' Bana dönüp kolumu tuttu ve kendine yaklaştırdı. ''Şu hayatta güvenmemen gereken ilk kişi bu adam, Hafsa. Anlıyor musun?'' Başımı anlamadığımı belirtircesine salladım. ''O halde dinle...''
''Levent!'' diye ikinci bir uyarı geldiğinde irkildim. ''Zamanı değil!''
Oflayıp ayağımı yere vurdum. ''Sıktınız, inanın.'' dedim. ''Büyük bir sabırla buralara kadar geldim. Öğrenmem gereken ne varsa yine sabırla beklerim ama bu halleriniz beni çok geriyor. Siz ikinizin derdi ne? Hangi konuda anlaşamadınız? Anlatın, yardımcı olmaya çalışayım. Küs müsünüz?'' İkisine de baktım. ''Eğer öyleyse barışmanızı sağlarım. Lütfen, yapmayın... Zaten bir acımız var. Bir yenisini daha eklemeyin.'' Etrafı gösterdim. ''Yeni bir başlangıç yapmak, en azından yapmaya çalışmak kolay mı sandınız? Buraya bakın... Bu bahçe tamamlandığında aramızdaki şeyler de tamamlanmış olacak.'' Abime döndüm. ''Derdin her neyse karşındakinin senden büyük olduğunu ve saygı duyman gerektiğini hatırla.'' Ve sonra da dedeme baktım. ''Ona kızdığın şey için onu affet. Kimseye bana her şeyi anlatın diye ısrarcı olmuyorum. Evet, öğrenmeyi çok istiyorum ama bana ağır geleceğinin de farkındayım. Biraz daha sakin davranır, en azından kırıcı sözler sarf etmezseniz mutlu olurum. Çünkü ister inanın ister inanmayın ama bunları kaldırmakta güçlük çekiyorum. Bunca zaman yalnız yaşadım. Bu gürültü, bu kavga bana çok fazla geliyor.'' Engin'i kolundan tutup öne çektim. ''Ve bu adam hakkında ufak bir yanlışınızı dahil görmek istemiyorum. Üzgünüm ama ben ona size güvendiğimden daha çok güveniyorum.'' Son sözüm ardından eve girip odama çıktım. Sanırım bu konuşma ben dahil herkeste şok etkisi yaratmıştı. Akılda kalıcı ve bir o kadar da haklılıkla dolu bir konuşma...
*
Dışarıdan gelen seslere kulak astığımda uzanmakta olduğum yatakta doğrulacak, neler olduğuna bakacak bir halde değildim. Uyukluyordum ve gözlerim kapanmaya başladığında kendimi daha fazla tutmadım. Bu ne kadar sürmüştü, emin değildim ama gözlerimi açtığımda hava kararmıştı. En son hatırladığım güçlü bir hilti sesiydi...
Ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttığımda bir şeye çarptım. Çığlık atmak üzereyken koca bir beden dudaklarımın üzerini kapattı. ''Benim, Engin. Sakin ol...'' Ayağa kalkıp ışığı açtığında ben de ayaklandım. ''Gitmeden önce konuşmak istedim.'' Avuç içimle kaşınan gözümü ovalayıp dağılmış saçlarımı tekrar bağladım. ''İlk olarak aşağıda benim için söylediklerin...'' Onu durdurdum.
''Bir dakika, Engin. Ne gitmesinden bahsediyorsun?'' Cep telefonumu elime alıp saati kontrol ettim. Ağzım şaşkınlıktan açılınca ellerimle kapattım. ''Bunca saat nasıl uyuyabildim? Neden kaldırmadınız? Neredeyse tüm gün uyumuşum. On biri yirmi geçiyor.''
''Evet, farkındayım.'' dedi. ''Uyandırma gereği duymadım. Günlerdir yorgun olduğunu biliyorum.'' Saatlerdir bir şey yemiyordum ve midemin bulandığını hissetmiştim. Boş bir midenin bendeki bir diğer kötü etkisi de baş döndürüyor olmasıydı. Şifonyer üzerine bırakılmış çikolata parçalarını görünce hemen bir tane ağzıma attım. Dedemin bir ikramı mıydı bilmiyordum ama iyi gelmişti. Dört tane daha yiyip yutkundum. ''Hafsa...'' Onu dinlediğimi belirtircesine gözlerinin içine baktım. Ne söyleyeceğini merakla bekliyordum ki lafı başka bir yere taşıdı. ''Bahçenin son halini görmek ister misin?'' Camdan dışarı bakmak üzereyken durdurdu. ''Buradan olmaz.'' Ondan önce davranıp kapanan kapıyı açtım. Karşımda abimi görmeyi beklemiyordum ama kapıyı dinliyormuş gibi bir hali vardı. Ona biraz bakıp aşağı inmek üzere merdivenleri kullandım. Dış kapıya vardığımda heyecanla açtım. Son merdiven basamaklarını da inip çalışmayı yaptığımız yere doğru ilerledim. Duvara sabitlenen raflar ve üzerine dizilen saksılar, beraberinde temizlenen bahçe muazzam görünüyordu. Daha toplu ve göze hitap ediyordu. Kömürlüğün kırık kapısı da onarılmış ve hatta ışıklandırma bile yapılmıştı. Masanın bahçenin tam ortasında duruyor olmasına dikkat kesildiğimde etrafının çember halinde yine ışıklarla donatılması çok hoşuma gitmişti. Uyuduğum zaman içinde hepsini tek başına yapmış olması çok ama çok yorulduğu anlamına geliyordu. Ona büyük bir minnet duygusuyla baktığımda konuştu. ''Abin olmasaydı bu kadar çabuk bitmezdi.'' Şaşkınlıkla arkasında duran abime baktım. Gülmemeye çalışıyordu ama tebessüm ettiğini fark etmiştim. ''Şimdi ise benim için gitme vakti.''
''Nereye?'' diye sordum yüzümdeki tüm ifade yok olurken.
''Evime.''
''İyi, ben de geleyim...'' dedim ve ekledim; ''İskeleye kadar.'' Önce abime sonra tekrar ona baktım. ''Tabii sen de istersen.''
''Dedenin terliklerini çıkarıp kendi ayakkabılarını giymen için son on, dokuz, sekiz...'' Ayaklarımdaki terlikleri giydiğimin onun sayesinde farkına vardığımda hızla eve tekrar döndüm. Giyip geldiğinde rakamları tekrar ettiğini anladım. ''...''dokuz, sekiz, yedi.'' Alnından terleri silermiş gibi yapıp gülümsedi. ''Kırk saniye geciktin.''
''Affedersin.'' dedikten sonra abime döndüm. ''Yolcu edip geliyorum.'' Ona hesap vermek zorunda olmadığımı biliyordum ama yine de söylemenin beni rahatlatacağına emindim. Ki öyle de olmuştu. ''Gidelim.'' Dedemin evinden çıktıktan dakikalar sonra birlikte kaldığımız otelin önünden geçtik. İçeriye aynı anda göz atıp birbirimize baktık. Bu beni biraz utandırmıştı. Fısıltıyla adını söyleyip yürümemi sürdürdüm. ''Odadayken ne söyleyecektin?''
''Teşekkür edecektim.'' dedi. ''Onlara karşı beni müdafaa ettiğin için. Çünkü ikisinden gerçekten çok korkuyorum.'' Bu söylediğine kendisi de güldüğünde ben kahkaha atmayı tercih etmiştim. ''Bak, alay konusu olabilecek bir konu. Neyse ki abin yaptığın konuşmadan sonra bahsettiği yumrukları bana göstermek yerine elini dostluk göstergesi olarak uzattı.''
''Ne yani, şimdi sana dost gibi mi yaklaştı?''
''Öyle de denebilir belki ama anladığım kadarıyla içindeki öfkesi bildiklerinden kaynaklı. Bence abin düşündüğün gibi biri değil.'' Bu konu hakkında herhangi bir şey söylemedim. Düşünmeyi tercih edecektim ve buna henüz kalkışamazdım. Gece uyuyabileceğimi hiç sanmıyordum. Uykumu öyle bir almıştım ki, bir sonraki uyumam ertesi günün akşamına kalabilirdi. Gerçi belli de olmazdı. En nihayetinde uykuydu bu... Yorgunluğun ufacık bir anında gözlerime kapanma emrini verebilirdi.
Karanlıkta anlayamadığım büyük bir ağacın yanından geçerken yokuşta dikkatli yürümeye çalıştım. Dik bir yokuştu ve çıkması kadar inmesi de zordu. Bisikletçi ve birkaç esnaf dükkanının yanından geçtikten kısa süre sonra terminalin oraya varmıştık. Çokta kalabalık olmayan insanların arasından geçip köşeye çekildik. ''Gidiyorsun demek, he?'' Beni başıyla onayladı. Yüzünde garip bir ifade vardı. Sanki benden bir şey dememi bekliyordu. Bunun ne olduğunu biliyordum ama kendimi henüz hazır hissetmiyordum. ''Git tabii...'' dedim. ''Lilyum evde tek.'' Göz bebekleri irileşip küçülüyordu. Heyecanım ise git gide artıyordu. Sessizliğimiz bedenlerimizi esiri altına alacakken gözlerimi saniyede bir açıp kapattım ve derin bir nefes alıp soludum. Beklediği şeyi dile getirip, ''Gitme!'' dediğimde dudakları kıvrıldı. Bu haliyle beni kendi etrafımda dört döndürürken isyana yakın bir şekilde ofladım. ''Seni bekleyen şeyler biraz daha bekleyebilir...'' Onaylatmak istercesine, "Değil mi?" diye sordum. Cevap vermiyordu. Yalnızca derin nefesler alıp veriyor, ara ara etrafa bakıyor ve biraz da gülümsüyordu. "Engin!" Birkaç adım geri gitti. Kararsız olduğunu görebiliyordum. Başını kaldırıp karanlık gökyüzünde gözlerini gezdirdi. Attığı adımları yineleyip bana hücum ediyormuşçasına yaklaştı. Avuçları yüzümü kavradı. Kurumuş dudaklarıma baskı yapan dudaklarının bir müddet hareketsiz kalması içimdeki ölü kelebekleri canlandırmaya yetmişti. Yüzümde duran ellerinden biri rüzgar esintisi eşliğinde belimi kavradığında nefes almayı durdurdum. Bu sırada geri çekilip ciğerlerime oksijen doldurmama izin verdi. Ancak çok geçmeden yaptığı şeyi yineleyip beni öptü. Üzerime hasıl olan aşk çemberi içinde tam olarak huzuru yaşıyordum. Karşılık vermeye çalışan dudaklarım oldukça acemiydi. Bunu daha önce defalarca yapmışız gibi, sonunun nasıl biteceğini biliyormuşuz gibi kendimi ona teslim ettim. Kendimden başka kimseye duymadığım o güven duygusunun kat ve katını Engin'de yaşamıştım. Beni hiç bırakmayacakmış, sonsuza kadar benimle kalacakmış gibi bir güvenceyle yaşadığımız bu anı hiçbir şey bozamazdı. Biz istemediğimiz müddetçe...
Buna son verdiğimizde yüzüme bakmaktan çekindi. Pişmanlık görüntüsü yoktu belki ama benden daha çok utandığına emindim. İki adım uzağımda durup nefesini düzenlemeye çalıştı. Cesur yürekli Hafsa attığı adım kadar atıp ona sımsıkı sarıldı. Gecikmeksizin karşılık bulduğumda gülümsedim. Kolları hala üzerimdeydi ama yüzünü biraz benden uzaklaştırmıştı. Saniyeler içinde gelen buse yanağımı yaktı. "Ah, güzelim..." dedi. "Bunu dile getirmeyi ne zamandır istiyordum." Başını kaldırıp güldü. "Hafsa, seni seviyorum." Bu defa az önce kaldırdığı başını salladı. "Hayır, hayır." dedi. "Seni sevmiyorum." Afalladım. "Ben sana aşığım!" Yeni bir buse diğer bir yanağımda yerini alınca kıkırdadım. "Bunun da ötesi var mı bilmiyorum ama sana aşığım.''
Kocaman gülümsedim. "Sanırım rüya görüyorum.'' dedim bu olanlara inanamayarak. ''Az önce olan şeyin farkında mısın, Engin?"
"Hem de hiç olmadığım kadar farkındayım." O sırada vapurun sesi duyulduğunda ikimiz de oraya baktık. "Acilen hislerime bir tercüman bulmalıyım. Yoksa anlaşılmaz olacağım!"
Geri geri gitmeden evvel hızla kavradığı ellerimi öptü. "Seni anladığımı bilmelisin." İşaret parmağımı ona yönelttim. "Ve sana aşık olduğuma!" Aramızdaki tuhaf anı sona erdirmek üzere ona el salladım. Turnikeden geçtiğinde kocaman gülümsedi ve başını aşağı eğdi. Çok utanmış olmalıydı ki bir daha geri dönüp bakmadı. Ancak ben bakışlarımı onun üzerinden çekemiyordum. Görüntüsü kaybolduğunda attığı adımları, hangi koltuğa oturduğunu, yüzündeki ifadeyi tahayyül ettim.
Olduğum yerde öylece kalmışken hareket etmem gerektiğini biliyordum. Ancak olayın etkisi hala üzerimdeydi. Daha önce buna benzer bir şey yaşamadığıma emindim. Çünkü ilk defa böyle karmaşık duyguların beni mutlu ettiğine inanıyordum. Kalbim duracakmış gibi çırpınıyordu ama ayaklarım sabit, yapışmış bir şekilde duruyordu. Beynime komut verebilseydim yürümeyi başaracaktım ama... ''Hanımefendi, iyi misiniz?'' Genç bir kadının bana dokunmasıyla irkildim. Yineleyip tekrar sordu. ''İyi misiniz?'' Endişeli bakan gözlere karşılık tebessüm ediyordum. ''Ben doktorum. Nasıl hissediyorsunuz? Müdahale etmem gereken...''
Sözünü yarıda kesip koluna hafifçe dokundum. ''Sizde aşkın bir ilacı var mı? Varsa lütfen verin. Zira kanatlanıp uçacakmışım gibi geliyor...'' Kadın gülümsedi. ''Şu an aşktan uçuyorum.'' Elimi uzattım. ''Tutun, lütfen.'' İsteğimi gerçekleştirip tuttu. ''Sağ olun.''
''Hanımefendi, durumunuz ciddiyse hemen hastahaneye götürebilirim.''
Başımı salladım. ''İlk defa aşık oluyorum. Böyle olmayı bana çok görmeyin.'' Kıkırdayıp yaşaran gözlerime engel olmaya çalıştım. ''İlginiz için teşekkür ederim.'' Adım atıp geriye döndüm. ''İyi geceler...'' Kadın deli olduğumu düşünmüş olabilirdi. Ancak umurumda bile değildi.
Ne kadar sürede eve geldiğimi hatırlamıyordum ama sönen ışıklara bakılırsa herkes uyumuştu. Aralık bıraktıkları kapıyı yavaşça açıp içeri girdim ve aynı yavaşlıkla kapattım. Üzerindeki anahtarla kilitleyip merdivenleri kullanmak üzere harekete geçtim. Sarhoş misali gülerek ve şarkılar söyleyerek ev halkını uyandırmayı ortaya çıkan deli yanım istese de onu kontrol altına almayı başarmış asıl ben engel oldu. Odamın kapısından içeri girer girmez hala kapanan ışığı anahtar düğmesine basıp açtım. Yatağın üzerinde bir not vardı. Tüm neşem o an kaybolup ciddiyet üzerime hakim olduğunda yatağa oturup notu elime aldım.
''Zaman denen şey gelmiyorsa neden biz ona gitmeyelim ki? Kardeşim, babamızın sana yazdığı bu mektubu....'' Burada yatağın üzerindeki zarfı da bir diğer elime aldım. ''...vakti gelmeden sana veriyorum. Zaten sabaha okumuş olacaktın. Öfkeni diri tutacağını biliyorum ama sana açıklamaya çalıştığıma da inan.''
Notu sakince aldığım gibi öylece bıraktığımda yaşaran gözlerim ve titreyen ellerimle zarfı kenarından yırttım. İşte uzun zaman sonra babamdan aldığım bir diğer mektup da buydu.
''Meleğim,
Her şey için özür dilerim. Kalbindeki yerimden olmak beni epey korkutuyor olsa da bunları yazacağım. Bu mektubu okuyorsan dedenin yanındasındır demektir. Beni anlayışla karşılamanı, düşünmeni ve kızmamanı diliyorum...'' Mektubu elimden bıraktım. Okumaya devam etmek istemiyordum. Yaptığı giriş hiç hoşuma gitmemişti. Öğreneceğim her ne varsa biraz daha beklemeliydi. Ancak gözüm abim Levent'in yazdığı nota iliştiğinde düşüncelerime ara verdim. Zaten sabaha okuyacak olmamdan bahsettiğini hatırlatınca devam ettim. ''Hemen sana burada bir şeyler yazacak ve açıklayacak değilim. Bilmeni istediğim için söylüyorum; öğrenmen gereken asıl şeyler dedenin sana vereceği defterde. Otuz gün boyunca yazdığım gerçekleri orada okuyabilirsin. Dedenden isteyebilirsin. Her gün bir sayfa okumanı istiyorum. Bu şoka uğramaman için... Yanında olmayı çok istiyorum. Ancak beni reddetmenden de korkuyorum, canım kızım. Lütfen sakin ol ve seni herkesten çok sevdiğimi unutma. ''

Mazinin Can Kırıkları •Tamamlandı•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin