Bölüm 6/Mazinin Can Kırıkları

32 5 2
                                    

Keyifli okumalar dilerim, efendim... :')
Engin'i uyandığımda görememiş olmam üzerine telaşa kapılmış, ilk önce odanın her yerinde sonra da dışarıda aramıştım. Odaya geri döndüğümde komodin üzerine bırakılmış bir not ile karşılaşmam üzerine rahatlamıştım. Adeta yüreğime su serpilmişti. Ancak notta yazan şeylerden sonra kendimi terk edilmiş hissediyordum.

En kısa zamanda dönmeyi arzuluyorum. Bu otelden başka bir yerde konaklamayı düşünme. Geri döndüğümde seni kolaylıkla bulabileyim. Her ihtimale karşı numaramı yazıyorum. Bir şey olursa bana ulaşabilirsin. Kendine iyi bak ve dikkatli ol.

05** *** ** **

Sevgilerimle, Engin...
Dün gece kıyafet almak için kurcaladığım bavulumda ne ara sıkıştırdığımı hatırlamadığım, balkonumdan dışarı öfkeyle savurduğum telefonumu hızla aldım ve parçaları birleştirmeye çalıştım. Çıkan bataryayı, yarım kırılan arka kapağı ve çatlayan ekranını saymazsak gayet sağlam görünüyordu. Açma kapama düğmesine basılı tutup ekranın bana gülümsemesini bekledim. Umut ederek beklediğim şey gerçekleşmişti. Ekran açılmıştı ancak çatlayan, aslında daha çok kırılan kısımda renklilik vardı ve dokunmatik kısmen çalışıyordu. Ya tamire ya da çöpe gidecekti. Şimdilik idare edebildiğim kadar edecektim. Telefon ekranında karmakarışık bir şeyler yaşandığında biraz durdum. Galerinin videolar klasöründe durduğunda daha önce çektiğimi hatırlamadığım bir video duruyordu. Ancak açmaya korkuyordum. Kapanması ihtimaliyle telaşa kapılıp hazırlanmaya koyuldum. Sarı renkteki tişörtüm ve blucin pantolonumu giyip saçlarımı at kuyruğu yapıp topladım. Çantam ve odanın anahtarını aldığım gibi aşağı indim. Kahvaltıyı palmiye ağacının hemen altında, deniz kenarında yapmayı istiyordum. Otel çalışanlarına gülümseyip selam verdikten sonra buradan ayrıldım ve tamamen bana ait olduğunu varsaydığım adamdan başka bir adada yabancılık hissetmemeye çalışarak yürümeye koyuldum. Hala elimde duran telefonun ekranını tişörtüm üzerinde gezdirip olabildiğince temizledim. Bu arada Engin'in bana bıraktığı not otelde, bavulumun içindeydi. Odayı temizlemeye gelen çalışanlardan birinin onu atması ihtimaline karşılık bavula koymuştum.
Koru boyunca müşteri bulmaya çalışacak olan seyyar simitçi amcaya doğru koşar adımlarla ilerledim. ''Günaydın, hayırlı işler!'' dedim samimi bir ses tonunda. ''Bir simit alabilir miyim?''
Tezgahında içeceklerin de olduğunu gördüğümde sevindim. Küçük meyvesuyu kutusuna uzanıp elime aldım. Simidi poşete koyarken elleri titriyordu. ''Taze çayım da var, ister misin, kızım?''
Çay mükemmel bir fikirdi. Ancak bununla birlikte yine tezgahının üst rafına dizdiği üçgen krem peyniri de işaret ederek, ''Evet, lütfen.'' dedim. ''Peynir de alacağım.'' İsteklerimi hazırlamaya çalışırken kendine hakim olmaya çalışıyordu. Termostaki çayı karton bardağa döküp şeker kutusundan iki adet şekeri bana uzattı. Bir tanesini ona bırakıp elinden bardağı ve poşetimi aldım. Çantamın ön fermuarını açıp Bey amcaya on lira uzattım. Para üzeri verecekken geri çevirdim. ''Üstü kalsın. Teşekkür ederim.'' Israr edecek gibi olurken yanından hızla uzaklaştım.
Dün kıyafet konusunda yardımcı olan ve sonra da hayat hikayemin benim bildiğimden daha az bir kısmını merakla dinleyen kaptanın teknesi yoktu. Su durgundu. Gitmiş olmalıydı... Palmiye ağacının yanına olası bir ihtimal ile oturmak için bırakılan şezlonga oturdum. Aldıklarımı kolayca yiyebileceğim bir şekilde ayarlamaya çalıştım. Nihayet masa görevi gören dizlerimde peynir ve simidi çayıma şekeri atıp karıştırdıktan sonra yemeye başladım. Dedemi aramaya nereden başlayacağıma karar vermeliydim. Bir fotoğraf, ad ve soyadından onu nasıl bulacağımı bilmiyordum. Ele alınacak başka bir bilgi yoktu. Ya her evin kapısını tek tek çalacak, herkese dedemi soracaktım ya da yetkili yerlere ulaşarak işimi hızlandıracaktım. Telefonumun rehberine güç bela girebilmiştim ki çantamdan küçük not defteri ve kalem çıkarttım. Avukat Selim Bey bana yardımcı olabilirdi. Numarasını çabucak yazıp telefonun tuş kilidini kapattım.
Kahvaltı yapmam sonlandığında çöpleri en yakın konteynere attım. Şimdi yapmam gereken işe koyulmak ve hedefime doğru ilerlemekti. Yakınlarda arayışa geçtiğim telefon bayisini sabahın erken saatlerinde açık görememem gayet normaldi. Saat sekize on beş vardı. Belki birazdan açılabilirdi ama beklemekle harcayacak zamanım yoktu. Ara sokaklardan geçerken fotoğrafın arkasında yazan notu düşündüm. Sardunya ve sümbül çiçekleriyle süslenmiş bir bahçeye rastlarsam arayışıma son verecek ve tüm cesaretimle hatırlayamadığım dedemi görebilecektim. Bunun sadece bir hayalden ibaret olduğunun farkındaydım. Şans denen şeyin peşimden geldiğini biliyordum ama aramızdaki mesafe oldukça uzaktı.
Yanlarından geçtiğim insanların yüzüne tanıdık bulma umuduyla baksam da hafızasını yitirmiş birinin hatırlayabilmesi oldukça güçtü. Epey bir yol yürüdükten sonra mahalle bakkalının açık bırakılan kapısından içeri girdim. Burada kimse yoktu. Ne kasada duran ne de raflara ürün dizen veya alışveriş yapan hiç kimse yoktu. Ancak kasa yanında bulunan telefonu gördüğümde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Etraftan gelip geçen insanların buranın sahibi olup olmadığını kestirmeye çalıştım. Karşıdaki apartmandan elindeki sepetle çıkan saçları ağarmış bir amca çıkınca yerimde sendeledim. Evet, beklediğim kişi oydu. Gülümseyerek, ''Günaydın,'' dedi. ''Hoş geldin, kızım.''
Karşımda duranın ve bana kızım diyenin babam olmasını o an deliler gibi istemiştim. ''Günaydın, efendim.'' dedim saygımı nasıl göstereceğimi bilemeden. Ellerimin titrediğinin farkındaydım ve buna engel dahil olamıyordum. ''Hoş buldum. Ben telefon açmak istiyordum. Yardımcı olur musunuz?''
''Seve seve...'' dedi ve ahizeyi kaldırarak yanına yaklaşmamı istedi. ''Sen konuş, ben geliyorum.''
Not defterimi çıkarıp tuşlara bastım. Uzun bir çalış sonrası nihayet çağrıma cevap verildi. ''Alo, Selim Bey, benim...'' Bir an sesim çatallaştı. Boğazımı temizleyip devam ettim. ''Ben Hafsa...''
''Merhaba, Hafsa Hanım. Sizi dinliyorum...''
''Kınalıada'dayım ve telefonum bozuldu. Sizi bir bakkal dükkanından arıyorum. Babamın isteği üzerine dedemi bulmaya çalışıyorum.'' Kendisine bakkal amca demek istediğim adam iki küçük koliyi yakınımdaki reyonun önüne bıraktı. ''Fakat elimde fotoğraftan başka bir şey yok. Onu nasıl bulabilirim? Muhtarlığa gitmemin bir faydası olur mu?''
Bir müddet sessiz kaldı. Düşündüğü belliydi. Sesli bir şekilde nefes alıp soluduktan sonra konuşmaya başladı. ''Muhtarlıkta bulamazsınız. Nüfus kayıt müdürlüğüne gitmelisiniz.'' Arkadan gelen bir ses üzerine bir kez daha sessiz kaldı. Ona bir şey soran birine yanıt verdikten sonra bana döndü. ''Affedersiniz,'' dedi. ''Bulunduğunuz yeri öğrenebilir miyim?''
Kaldığım otelin adını bir an hatırlayamadım. Gözlerimi kapatıp düşündüm ve nihayet aklıma gelmişti. ''Kınalı Butik Otel, diye bir yer.'' dedim. ''Niçin sordunuz?''
''Pekala, telefon sorununuzu bugün çözeceğim. Akşama doğru gelir. Başka yardımcı olmamı istediğiniz bir şey var mı?''
''Evet,'' dedim telaşla. Kapatacağını sanıp sesimi biraz yükseltmiştim. ''Dedeme nasıl ulaşacağım?''
''Bakın,'' Selim Bey'in ses tonu benimkinden daha alçakta çıkınca telefon ahizesini kulağıma iyice bastırdım. ''Kalender Bey bana bundan bahsetmişti. Öğrenebileceğiniz yeri size söyledim. Ancak daha fazla yardım edemem.''
''Anlıyorum.'' Bey amca meyve sularını reyona dizmeye başlamıştı bile. ''Sanırım bu işe yarın devam edeceğim. Telefonu bugün otelde bekliyor olacağım. Teşekkür ederim.''
''Rica ederim, Hafsa Hanım. İyi günler...'' Telefon konuşmamıza son verdikten sonra çantamdan ücreti çıkarttım ve adama uzatacakken benimle konuşması üzerine geri çektim. ''Hayırdır, kızım?'' Boş kartonları kenara bıraktı. ''Birini mi arıyorsun?'' Başımı aşağı yukarı sallayıp onayladım. ''Var mıdır resmi, ismi, cismi? Belki tanıyorumdur...'' İçimde açan umut çiçekleri yeşermek üzereydi. Heyecanlanarak çantamdan fotoğrafı çıkarttım. Eline aldı ve biraz bakındı. ''Şu, değil mi?'' Gösterdiği kişi dedemdi. ''Hiçte yabancı gelmiyor.'' Şivesi Azerbaycan Türkçesiydi. Onu kolaylıkla anlayabiliyordum. ''Uzun zamandır görmediğim birine benziyor.'' Heyecanım git gide artıyordu. ''Şimdi çıkaramadım ama eğer buraya gelirse senin onu aradığını ileteceğim.''
''Çok sevinirim.'' dedim. ''Birkaç gün daha buradayım. Yakınlardaki butik otelde kalıyorum.'' Parayı uzattığımda kasaya geçti. ''Teşekkür ederim.'' Para üzerini almadan koşar adımlarla buradan ayrıldım ve otele gitmek üzere yola koyuldum. Yeni telefonum geldiğinde işlerimi kolaylıkla halledecektim. İlk işim külüstür telefonumdaki videoyu izlemek olacaktı.
*
Otele geldiğim gibi kahvaltı servisine denk gelmiş, karnımı iyice doyurmuştum. İyi güzeldi de, daha önce fark etmediğim, aklıma dahil getirmediğim telefon, işlemleri yapan adamın hemen yanında duruyordu. Hesapta yoktu belki ama o kadar yolu yürümemiş, daha fazla zaman kazanmış olurdum. Neyse ki Selim Bey'e ulaşmış, dedemi nasıl bulacağım konusunda az da olsa yardım almıştım. Aslında az değildi. Dedemi bulmam için son bir adım kalmış da olabilirdi. Şans denen şeyin onu bulana kadar benimle kalmasını diledim...
Akşam saatlerine doğru, dört ila dört buçuk arasında uyumuş, sekizi çeyrek geçe uyanmıştım. Aklıma telefon geldiğinde hızla kendime gelip danışmaya inmek için hazırlanırken odanın kapısına üç defa vuruldu. ''Kim o?'' diye seslendim kulaklarımı kapıya yakınlaştırıp.
''Hafsa Hanım, ben Selim...'' Saniyeler içinde az önce kulağımı dayadığım kapıyı açtım. ''Merhabalar.'' dedi gülümseyerek. ''Nasılsınız?''
Kenara çekilerek içeri buyur etmek istedim. Ancak reddetti... ''Hoş geldiniz. İyiyim, ya siz?''
''Teşekkür ederim.'' dedi. ''Telefonu size kendim getirmek ve belki bir yardımım olur diye burada bir günlüğüne bulunmak istedim.'' Uzattığı telefon kutusunu aldım ve avuçlarım arasında tuttum. ''Yarın sabah kahvaltı yaparken detaylı konuşuruz. Şimdi müsaadenizle...''
Giderken omzuna dokunup onu durdurdum. ''Bekleyin...'' dedim. ''Bir şey öğrenmek istiyorum.'' Koridorda koşan küçük kıza baktıktan sonra ona döndüm. ''Babamdan yeni bir mektup almaya çok ihtiyacım var. Yanınızdaysa hemen verebilir misiniz?'' Cevap aslında bariz ortadaydı ama ben yine umut kartlarını çıkartmıştım ortaya. Başını olumsuz anlamda salladı. ''Peki ama neden?''
''Yanımda değil.'' dedi. ''Olsa da vakti gelmeden verebilmem mümkün değil.'' Birkaç adım geri geri gittikten sonra önüne döndü. Karşı çaprazımdaki yedi numaralı odanın kapısını açtı ve kapatmadan önce başını eğerek gülümsedi.
O içeri girdikten sonra ben de ağır adımlarla odanın kapısını kapattım. Yatağa oturup eski telefonuma uzandım. Açma kapama düğmesine uzun uzun basıp açılmasını bekledim. İçimden dualar etmeye başladım. Bu telefondaki bazı şeyleri almadan çöpe gitsin istemiyordum. Yeni telefonu kutusundan çıkarıp on dakika süren ayarlarından sonra açabildim. Artık külüstür olmuş telefonumun ekranından menüye basmamla galeriye girmesi bir olmuştu. Yine aynı videoyla karşılaştığımda hızla Bluetooth ile göndermeye çalıştım. Bu beni biraz zorlamıştı. Çünkü ben her gönder tuşuna bastığımda geri çıkıyordu. Nihayet gönderme işlemi başladığında telefonları yatağa bıraktım. Ellerimi birleştirip kalbimin üzerine koydum. Rakamları içimden tek tek sayarken nefesimi tuttum. Nihayet yüze ulaştığında rahatladım. Bildirim panelinden gönderdiğim videoya tıklayıp açtım. Sesi duyabileceğim kadar yükseltip izledim. Görüntüdeki bendim. Engin ile güneşin doğumuna yakın gerçekleştirdiğimiz yürüyüş sonrasına aitti. Deniz kenarında bana yaptığı konuşmayı kadraja ben ve eşsiz güzellikteki manzarayı alarak kayıt yapmıştı. İyi, hoştu da, kendi cep telefonuyla kayıt yapmıştı. Eski telefonumda da olması imkansızdı. Üzerinde bir müddet durdum. Ancak bir sonuca varamadım. İzlemeye devam ettiğimde duyduğum sese kulak astım. ''Mutlu olmak varken neden hüzne sarılayım ki?'' Değil mi? Haklıydı. Hala bunu yapamıyor oluşuma kızmıştım. Hüzün her an kollarını bana sarıyordu, ben değil... Sanırım sırları ortaya çıkarmadan bana huzur yoktu. Sır demişken... Videoyu sonuna kadar izlediğimde kapatmak üzereyken bir söz daha işittim. ''Ömrünüz boyunca peşinizden gelecek sırlar, bir gün mutlaka açığa kavuşacaktır.''
İkna olurcasına başımı sallayıp gülümsedim. ''Umarım...''
Saat on ikiye geldiğinde gözlerimdeki uykusuzluğu giderecek bir şeyler bakındım. Bavulumdaki tekrarlanmış kitabı elime alıp yine sayfalarını çevirmeye başladım. Oflayıp yerine bıraktım ve diğerine uzandım. Bu Engin'in bana hediye ettiği üç kitaptan biriydi. Özdemir Asaf'ın Lavinia adlı kitabına karşı gülümsedim. Son sayfasını açıp okudum.

Mazinin Can Kırıkları •Tamamlandı•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin