2.00
-Yıldız-
Soğuk bir tezgah, alışmışlığın dışında genzimi yakan alkol kokusu..
Alıştığın, kabullendiğin ve benimsediğin hayatı sorgulamak çok anlamsız değil midir bazen. Her şeyi yoluna koymuşsundur aslında. Eksiğin yoktur, aksine fazlan vardır. Hayallerine bile kavuşmana ramak kalmıştır. Tam anlamıyla kavuşamasanda bunun başlangıç olduğunu biliyor, ve sonucu zaten görüyorsundur. Aslında seni buna iten şey nedir biliyor musun? Kötüyü düşünmemek. Kendini her zaman motive etmeye çalışmak. Böyle yaptığın sürece tökezlersin.
Bende tökezlediğim bir dönemden geçiyordum. Hayallerimden birine daha kavuşmuştum aslında, son beş aydır. Fakat bu doyumsuzluğumu çözemiyordum. Her zaman herşeyin fazlasını bekliyordum.. her zaman.
Ben bunları düşünürken vücuduma gelen sinyal ile küllükteki elime çevirdim bakışlarımı. Sigarayı yakmış bir iki duman çekmiştim fakat yine düşüncelere daldığım için sigara bitmişti. Söndürüp tezgahdaki tekila bardaklarını lavobaya koydum.
WİTCHES BAR VE RESTAURANT
(CADILARIN BAR VE RESTAURANT'I)
Turizm ve otelcilik bitirdikten sonra kendimi çok büyük hayallere kaptırmıştım. Otel açmaktı isteğim. Fakat bu benim için çok zordu. O yüzden dövmecilik yaparak biriktirdiğim yüklü miktardaki parayla bu bar ve kafe tarzı olan mekana yatırım yapmıştım. 6-7 ay kadar önce internette bir ilan görmüştüm, Ceylan diye bir kadın kendine işletme açmak için ortak arıyordu. İşi geliştireceğimi ve yüksek miktarda sermaye elde edebileceğimi bildiğim için hemen toplantı yapmıştım. Ortaklık dediysem, büyük pay bendedir çünkü yüzde 65 ile girmiştim bu işe. Üç tane de yabancı dilim olduğu için avantajlıydım. Buraya gelip patronluk taslamaktansa, barın arkasına geçip lisedeki mesleğimi yani Barmeid'lik yapıyordum. Hayatım çalışmakla geçmişti, tecrübelerimi biriktirmiştim. Kısa süreçte büyütmüştüm burayı. Tıpkı yuvammış gibi. Fakat bunu asıl hayalime kavuşmak için kullanıyordum.
"Yıldız abla, sen git istersen çok solgun görünüyorsun. Ben idare ederim burayı bir iki saati kaldı zaten"
Semih'in sesiyle gözlerimi ona çevirdim. Semih daha on sekizinde profesyonel bir barmendi. Hatta çoğu bar onunla çalışmak için çırpınıyordu. Hem eli çok hızlıydı, hemde on sekizinde olmasına rağmen bilmediği kokteyl yoktu. Üstelik sunumları buraya müşteri toplamakta çok etkiliydi. Barın arkasında bir o, birde ben vardım. Ben onun kadar bu işi bilmesem de burada durabileceğim başka pozisyon yoktu. Odama geçip önüme viskiyi alıp gün boyu oturamazdım da. Buranın en çalışkanı Semihti, öğleden sonra 15.00 da geliyor, gece en geç o çıkıyordu. Evi tam karşımızda olduğu için sıkıntı yapmıyordu. Saat 10.00 gibi ise şef yardımcımız açıyordu burayı. İki şefimiz, birde şef yardımcımız vardı. Beş garsonumuz vardı, onlar da arı gibilerdi zaten. İkisi kız, üçü erkek. E tabiiki iki tane de güvenlik. İhsan ve Kahraman abi.
Ceylan abla buraya uğramazdı, arada keyif için gelirdi. Arkadaşlarını getirir yedirir içirir gönderirdi. Bu durum arada canımı sıksa da, bazen kendim de yaptığım için birşey demiyordum.
"Semihcim sen kapatırsın burayı, ben kaçıyorum iyi geceler"
"İyi geceler abla"
Arabama binip eve doğru yol aldım. Benimde evim buraya çok yakındı, o yüzden ulaşım sorunum yoktu.
Apartmana girip yukarı çıktım, karışık olan çantamdan biraz uğraşarak anahtarımı çıkartıp içeri girdim. Işıklar açıktı, Cansel daha uyumamıştı.
Cansel, Bursada Turizm ve Otelcilik bölümünü bitirdiğim arkadaşımdı. Aramızda güzel kuvvetli bir bağ vardı. İkimizinde ailesi Bursa da kalmıştı. Ben buraya yani İstanbula mekan açmaya gelmiştim, o ise bir meslek lisesinin Turizm Otelcilik bölümünde öğretmenlik yapmaya."Ooo, hoşgeldin karınca" dedi Cansel sigarasını yakıp. Botlarımı yerine koyup ceketimi de kenara attıktan sonra Canselin yanına yani salona geçip elindeki sigarayı aldım.
"Pisliksin" dedi ve gülerek tekrar bi sigara yaktı.
"Naptın bugün" diye sordum, aslında çokta merak etmiyordum fakat konuşmak için konuşuyordum.
"Aynı işte, ergenlerle uğraştım her zamanki gibi. Salağın biri bana mektup yazmış, Yavuz duysa delirir be Yıldız" dedi Cansel.
Cansel sarışın ve mavi gözlü, fiziği çok güzel bir arkadaşımdı. O yüzden çoğu kişi ona hayran hayran bakardı. Yavuz ise beden öğretmeni olan sevgilisiydi, daha yeni sevgili olmaya başlamışlardı aslında.
Çarpık bir şekilde gülümsedim. "Güzellik başa bela"
Diye cevap verdim.
"Evet, sen tecrübelisin bu konuda barmeid. Kızım ben seni anlamıyorum. Mekan senin, iyi de bir kazancın var. Otur evinde. Gez toz ne bileyim. Mekanda durmak istiyorsan git otur odanda. Neden barın arkasında takılıyorsun?" Dedi Cansel. Gözlerimi devirdim.
"Cansel, bunu sana hep söyledim be güzelim. Nerenle dinliyorsun beni anlamıyorum ki? Ben çalışmadan duramam kuzum. Birşeyler yapmam gerek. Boş durmayı sevmiyorum."
Cansel verdiğim cevabı yine anlayamamıştı, anlamasını da beklemiyordum zaten.
"E çok çalışmak istiyorsan Bursadaki gibi dövmecilik yap. Kendi yerini aç, ne bileyim yada işletme sahibi ol orada dövmecilik yap" dedi Cansel. Aslında bu dediğini düşünüyordum fakat kenardaki birikimimi buna yatırır mıydım, emin değildim.
"Bilmiyorum Cansel, var aklımda öyle birşey ama bakalım. Birini koyar başına sıkıldıkça da ben çalışırım diye düşünmüştüm. Aman neyse, yatıyorum ben" dedim ve sigaramı söndürüp odama geçtim.-
Dün gece bardaki ağır canlı müzikten dolayı her zamanki gibi baş ağrısıyla uyandım. Saat 13.00' idi. Canselin dersi hep 16.30'da biter, sonrasında da akşamı dışarda geçirir eve öyle dönerdi.
Bu saatte kahvaltı yapmak saçma oluyordu, o yüzden genelde tost ile karnımı doyuruyordum fakat bugün üşengeç tarafımdan kalktığım için mekana gidip yemeyi düşündüm. Arada böyle günlerim oluyordu, üşengeçlikten hiçbir şey yapmıyordum. Fakat diğer günler de durmadan çalışıyordum, ilginç.
Duş aldıktan sonra saçlarımı kurutup düzleştiriciyle dalgalı bir şekil verdim. Üstüme de güzel bir kombin yapıp hafif bir makyajla tamamladım. Çantamı alıp arabaya bindim ve çok ufak bir süre sonra mekandaydım.
"Hayırlı işler abiler" İhsan abi mekanın önüne tabureleri koymuş pilavcı abiyle bir masada tavla oynuyor, çay içiyordu. Beni görür görmez ayağı kalktılar. "Oturun abiler, kolay gelsin" dedim ve mekana girdim. İhsan abi ve Kahraman abi günü ikiye bölerek çalışıyorlardı. Yoğunluk olunca ikisi birden oluyordu.
İçeriye girip barın önündeki sandalyeye oturdum. Semih işe 15.00' da geldiği için o gelmeden önce barı şef yardımcımız olan Can idare ediyordu.
"Günaydın Yıldız abla" dedi Can.
"Tünaaydın kuzum, Aynur ablaya söyler misin patates kızartabilir mi bana"
Mutfaktan sesimi duyan Aynur abla kafasını uzatıp "Emrin olur canım benim" dedi gülümseyerek.
Burdaki çalışanlar aradaki saygıyı korumak için bana abla diyordu fakat yirmi üçümde olmama rağmen bu beni birazda olsa rahatsız ediyordu.
Patates kızartması ve çayımı odama alıp laptobumu açtım. Kiralık dükkanlara bakıyordum. Yatırım amaçlı bir dövme salonu açmak aklımda hep vardı fakat yine birikimimin bir miktarını buraya ayıracaktım. Başım haala ağrıdığı ve bu günlerde bunun stresine girmek istemediğim için laptobu kapattım. Karnımı da doyurduktan sonra terasa çıktım ve devamlı olan tanıdık müşterilerimize selam verdim, diğerleri pek yanaşmıyor gibiydi zaten.
Gözlerimi dışarıya çevirip biraz izlerken mekanımızın tam çaprazındaki boş salona kum torbaları taşındığını gördüm. Ayağı kalktım, yavaş ve meraklı adımlarla kapıya çıktım. Burası üç katlı, geniş bir yerdi. Önceden spor salonuydu fakat sahibi öldürülünce yoğun talep üzerine kapanmıştı. Sanırım tekrar bir spor salonu tarzı bir yer açılıyordu. İyi ya, bizim de müşterilerimiz artmış olurdu. Elimdeki sigarayla barın oraya gittim ve Semihte gelmişti.
"Semih, çapraza spor salonu yapıyorlar sanırım. Yerleşme mevzuları bittikten sonra bizim yıllanmış şişelerimizden götürün hayırlı olsuna. Jestimiz olsun" dedim tabureye oturup. Semih bakışlarını soluma çevirdi ve bende soluma döndüğümde birinin bana sert bakışlarını kenetlediğini gördüm. Ela gözlü, beyaz tenli ve kahverengi saçları olan, kaslı ve buram buram enfes bir parfüm kokan bu kişi bakışları üstümde çok kalmadan dudaklarından kelimeler döküldü. "Kırmızı şarap olursa sevinirim" dedi. Tok, keskin ve net bir sesi vardı. Söylediği cümleden anladığım tek şey, oranın sahibi olduğuydu. Elindeki viski bardağını barda bırakıp ayağı kalktı ve yan taburedeki deri ceketini giyinip tek kelime daha etmeden mekandan çıktı. Uzun boyluydu. Çok soğuk bir tibi vardı, soğuk nevale desem yeridir. Gülmüyordu ama mutsuzda değildi. Sadece sertti.
Bakışlarımı Semihe çevirip kafamı "bu ne ayak?" Anlamında salladım.
Tek kaşını kaldıran Semih sorumu bekliyormuş gibi pat diye cevap verdi. "Abla nasıl tanımadın? Milli boksör Erdem Şafak. Şampiyonumuz, milli gururumuz. Ekstra Gazinocular kralı Erhan Şafak varya, onun oğlu. Ben gazinolardan dolayı bilirsin sandım"
Semihin dediklerini kafamda kurdum biraz. Tekrar hatırladım. Az çok simasını biliyordum bu boksörün. Babasının ise adını cirosu yüksek olan mekan araştırmalarımda bir çok kez duymuştum."Oğlum benim gazinolarla işim olmaz, nerden bileyim. Hem işi neymiş anlamadım, neden açmış ki? Spor salonu açmaya ihtiyacı olan son kişi budur herhalde. " dedim gözlerimi devirip.
Çok geçmeden Semih lafa girdi. "Abla, adam bu dönemde antrenör olmayı hak eden tek kişi. Geç bile kaldı. Valla ben çok sevindim böyle bir yer açmasına, talep çok diye biliyordum. Adam çok sert, korkudan fotoğraf bile çekilemedim."
"Halledersin aslan, sen hayırlı olsun hediyesini vermeyi unutma o ara çekilirsin"