Önce eve gidip poşetlerimi bıraktım ve üzerime kısa rahatla şık arası bir elbise giyindim. Evde işlerim bittikten sonra mekana gittim ve Can'dan orta bir Türk kahvesi istedim. Sigara paketimi de alıp terasa geçtim.19.00
Bizimkilerin gelmesine çok az kalmıştı, müzisyen gurup hazırlık yapıyorlardı. Mekan yavaş yavaş doluyordu. Bende elimde kahveyle insanları karşıladım ve Cansel'le Yavuz içeri girdiler. Selam verip gurup başlamadığı için onları terasa yemek yemeye aldım. Mehmet'te gelince siparişlerimizi vermiştik.
Yemekler gelmişti.
''Cenkle Ece balıkçıda yiyeceklermiş, bize sonra katılacaklarmış'' dedi Mehmet bifteğini keserek.
Cansel anlamsız bakışlarını Mehmet'e çevirdi, bende öyle.
''Ben onlara burada rakı balık masası kurdururdum. Neyse, önemli değil'' dedim ve çok acıktığım için bende yemeğe döndüm.
Yavuz'un hışımla kalkmasıyla bakışlarımı terasın kapısına çevirdim, boksör Erdem Şafak gelmişti. Yanında ondan beş on yaş büyük olduğunu tahmin ettiğim bir adam vardı. ''Hemen fotoğraf çekilmem lazım'' dedi ve gitti yavuz. Beden öğretmeniydi Yavuz ve her sporu ilgiyle takip ederdi. Bilmediği ayrıntı yoktu.
Cansel Yavuza gülüyor, ben ise sadece izliyordum. Yavuz önce biraz sohbet etti Erdemle, daha sonra ön kamerasını açıp bir selfie çekilmek istediğini söyleyince Erdem gülümsemeden bunu başıyla onayladı ve çekildi. Hayır yani, insan biraz da olsa tebessüm ederdi. Tebessüm etmese bile onunla fotoğraf çekilmeye gelen birine bu kadar sert bakmasına gerek yoktu. Tamam belki salon açmanın verdiği yorgunluk olabilir fakat tebessüm çok zor değildi. Bu yüzden onu çok itici buluyordum. Mekandaki kızların bakışları hep Erdemde idi ve bu durum bana komik geliyordu. Kızlar, Erdemin duruşundan korkmuş olmalılar ki fotoğraf çekilemiyorlardı. Telefonları ellerine gömülmüş gibiydi. Heyecanlanıp fotoğraf çekilen tek salak bizim Yavuzdu. Yavuz heyecanlı bir şekilde sandalyesine oturup fotoğrafı bize gösterdi. ''Şu asalete bakar mısın bee, adam karizma diyorum karizma'' dedi Yavuz.
''Çok itici ya, bugün buradaydı zaten. Bizim Semihe hayırlı olsun hediyesi götürmesini söylediğimde onun yanımda olduğunu fark etmemiştim. Dönüp yıllanmış şarap istedi pişkin pişkin'' dedim kısık sesle. Erdem duyarsa ayıp olurdu.
Yavuz gözlerini şaşkınlıkla açıp anında cevap verdi. ''Ne? Kardeşim adamın yapısı, mizacı böyle. Milli gururumuz. Burada yer açtığını duyunca hemen üye oldum ben, daha açılmadan bak. Çok kral adamdır. Kimseyle muhatap olmaz normalde, sen gönder şişesini''
Yavuzun cümleleri üzerine gözlerimi devirdim ve devirmem ile Erdemle göz göze gelmem bir oldu. Konuştuklarımızı duyarsa egosunu tatmin edecekti, aramızda dolu bir kaç masa olmasına rağmen kısık sesle konuşmaya özen gösteriyordum.
Erdem nedense bana sert bakmıştı. Benden nefret ediyormuş gibiydi, hoş bende zaten ondan pek haz etmemiştim.
Cansel Yavuzun söylediklerinin üzerine lafa girdi. ''Bir bakmışsın şişeyi beraber bitirmişsiniz, ha Yıldız?'' dedi dalga geçerek. Alay ettiğini bildiğim için dediklerine çok takılmadım fakat yanımda oturan Mehmet'in kaşlarını çattığını fark ettim. Benim Cansel'e cevap vermeme müsade etmeden Mehmet ''Yıldız haz etmediyse vardır bir bildiği Cansel, böyle espriler çok boş şuan'' dedi Mehmet. Yavuz bir kaç saniye durup çatalını bıraktı ve iki elini birleştirip bakışlarını Mehmet'e kenetledi ve ''Hayırdır Mehmet kızların arasındaki esprilere de mi karışmaya başladın?'' dedi soğuk bir ses tonuyla. Mehmet kısacası Cansel'in şuan boş yaptığını söylemek istemişti, haklıydı da. Fakat Mehmet Cansel'i Yavuzdan daha fazla tanıdığı için bunu söyleyebilirdi. Yavuzda Cansel'in sevgilisi olduğu için koruma içgüdüsüyle gergin bir cevap vermişti ama Mehmet haklıydı bana göre. Çok geçmeden Mehmet cevabı yapıştırdı. ''Anlamadım Yavuzcum, öğretmenliği bırakıp avukatlık yapmaya mı başladın? Yıldızla Canselin ağzı var, onlar cevap verebilir'' dedi. Yavuz tam konuşacakken hepimiz gelen sesle Cenk ve Ece'ye döndük. ''Selaamunaleyküüm, hep gergin ortamlarda dahil oluyoruz. Bir daha sizi dörtlü bırakmayalım'' dedi ve hepimizle selamlaştı. Ece de uzaktan selam verip oturdu. Genelde buluşmalar böyle oluyordu. Cenk ve Ece sonradan dahil oluyordu ve son zamanlarda Yavuzla Mehmet'in arasında tatlı atışmalar olduğu zaman gelmiş oluyorlardı. Bu işimize geliyordu çünkü ufak atışmalar büyük tartışmalara dönebilirdi, bunu istemezdik.
Cenk ve Ece sipariş verdikten sonra Cenk terası süzdü ve gözlerini kısarak Erdem'e baktı.
''Erdem değil mi şu?'' diye sordu Eceye. Sordu çünkü Cenk miyop olduğu için emin değildi.
Ece de onayladıktan sonra Cenk anlamadığımız bir şekilde kalkıp Erdem'in yanına gitti.
Uzaktan anladığımız kadarıyla tanışıyorlardı, selamlaşıp kısa bir sohbet ettiler ve Cenk yanımıza tekrar geldi. Mehmet durumdan hoşnut değildi. Yavuz ''Siz nereden tanışıyorsunuz?'' diye sordu Cenk'e. Cenk ağzına patates atıp çiğnerken konuştu. ''Geçen yıl benden iki tane yat almıştı. Gelir arada bir çilingir sofrası kurarız. Burada da salon açmış, açılışa çağırdı az önce'' dedi ve ekledi Eceye dönerek. ''Gider miyiz güzelim?'' diye sordu. Başıyla onayladı Ece. Mehmet şaşkın bir şekilde Cenk'e bakıyordu. Cenk'le Mehmet'in arasında su sızmazdı, Ecenin bu dostluğu bilip Mehmet'in bilmemesi Mehmet'in canını biraz sıkmış olmalıydı ve lafa girdi Mehmet. ''Abi ne boksörmüş be geldiğimizden beri ondan başka bir şey konuşamadık'' dedi ve haklıydı.
''Aynen gurup şarkılara başlar şimdi, hadi yemeğinizi yiyin de mezelerimizi falan alalım'' diyerek konuyu dağıtmaya çalıştım. Ece her zamanki gibi bize karşı soğukkanlılığını koruyordu, bunun nedenini anlayamıyorduk. Belki de sevgilisi olarak Cenk'i kıskanıyor diye düşünüyorduk. Genelde buluşmalarımız da böyle olurdu, Cenk ve Ece geç gelirdi, Ece başını telefondan kaldırmazdı, Ece sıkılınca da kalkar evlerine giderlerdi. Zaten aynı evde yaşıyorlardı.
Müzisyen kız başlamıştı, biz terastaydık fakat yine de güzel bir şekilde duyuyorduk. İçerisi tıklım tıklımdı. Ece, Mehmet ve Cenk kendi aralarında konuşuyor ben ise Cansel ve Yavuzla sohbet ediyordum. Yaptığımız tek ortak şey şarkıya eşlik etmekle kadeh tokuşturmaktı. Hoş, en azından bunu yapabiliyorduk. Yavuzla Ece gurubumuza katıldıktan sonra biraz buzlanmıştık fakat bu buzları kırmakta bizim elimizdeydi.
Seslerin yükselmesiyle bakışlarımı çevirdim ve Erdem'in bizim garsonlardan Yusuf'a yumruk attığını gördüğümde hışımla kalktım. Tek fark ettiğim Erdem'in üzerine bira dökülmesiydi. Yusuf kanayan burnunu elleriyle kapattı, yerde yığılıp kalmıştı. Haline korktuğumu fark eden Yusuf ''İyiyim abla'' dedi ve Kahraman abi'nin elini tutup kalktı. Erdemin yanındaki adam montunu alıp kalktı. Ben sinirliydim ve ne olduğunu idrak etmeye çalıştım. Erdem cüzdanından 2 tane 200'lük kağıt çıkarıp masaya vurdu. Yanındaki adam burnumun dibine girip ''Size benden öneri, deneyimli garson alın. Sonra böyle rezillik çıkarıyorlar'' dedi. ''Rezilliği o çocuk değil, şuan siz çıkarttınız!'' diye bağırdım Erdem'e. Erdem cevap vermeyip cüzdanını cebine koyup hızlı adımlarla çıktı. Bizimkiler ise beni sakinleştirmeye çalışıyordu. O kadar dolmuştum ki, ağzının payını vermek için Erdemin peşinden gittim ve dışarıda arkasından bağırdım.
''Siz boksörler gücünüzü ring'de gösteriyorsunuz sanıyordum, bir çocuğun üzerinde değil!'' diye bağırdım. Hızlı adımlarını durdurdu ve bir kaç saniye sonra arkasını dönüp bana doğru yürüdü, yüzünde asla mimik oynamıyordu.
Bu katılık beni asıl şuan germişti.
''Sen kimsin de benden hesap soruyorsun?'' dedi kibirli bir şekilde. Tek kaşımı kaldırdım ve burnumun dibindeki Erdem'e cevap verdim.
''Vurduğun çocuğun patronuyum, manevi ablasıyım. Hesap sormam için yeterli!'' dedim son cümlemi bastırarak.
Çarpık ve küçümseyici bir şekilde gülümsedi.
Bugün güldüğü tek andı.
Çok geçmeden cevap verdi. ''Ee? Benden hesap sormak için yeterli değil bu'' dedi pişkin pişkin.
''Ne yeterli?'' dedim düşünmeden.
Önce dudağını ısırdı daha sonra yine o soğuk ses tonuyla cevap verdi. ''Cumhurbaşkanı falan olman lazım benden hesap sorabilmek için. Vasıfsız insanlarla muhattap olmam, lügatım değildir.'' dedi ve ekledi. ''Hatta değil hesap sormak, cesaret bile edememeni beklerdim. Cesaretin için seni tebrik ederim. Bunu yapan ilk kişisin'' dedi yine pişkin pişkin.
Ağzından çıkan her kelime, mimikleri sinirimi bozuyordu.
''Paşaya bak sen, vasıfsız olan sensin. Gücünü bir çocuğun üzerinde kullanacak kadar'' dedim ve arkasını dönüp yürürken sesli bir şekilde bana cevap verdi. ''Konuşamıyorsun bile, senin kelime haznen kadar benim maçım var'' dediğinde iyice sinirlerimi bozmuştu.
Boksörmüş güya, ego yığını..