Lezzetli ve kahkaha dolu kahvaltımızdan sonra hepimiz için birer sütlü kahve hazırladım. Kahvaltıdan kalkar kalkmaz eşyaları toplamaya başlayan Sehun ortalarda yoktu. Kendi kahvemle birlikte onun kahvesini de alıp odama gittim. Elindeki koliyi diğerlerinin üzerine koyuyordu.
"Kolay gelsin."
"Yarım bıraktığını görünce halledeyim istedim."
"Teşekkür ederim. Kahve içersin değil mi?"
"İçerim, teşekkürler."
Aramızda buzdan duvarlar veya soğuk rüzgarlar yoktu. Sessiz ortamlarımızda kurumuş bir çalılık da dönerek uçmuyordu. Buna dayanarak ona yaklaştım.
"Minseok'la aranız nasıl?"
"Sanırım bir şey olmayacak."
"Bunu nereden çıkardın?"
"Bugüne kadar ben hiç böyle olmadım. Her zaman ilk adımı atabilen biriydim."
"Soo konusunda adım atamamıştın?"
"Onu karıştırma.."
"Şimdiki halinle eski halin arasındaki fark ne?"
"Farklı hissediyorum. Anla işte.. Ben hep benden daha masum, daha sakin ve uysal tiplerden hoşlandım. Daha erkeksi değil.."
"Durum bu kadar ciddi mi gerçekten?"
"Evet.."
"Peki neden olumsuz düşünüyorsun?"
"Hala bir adım atmadı."
"Sen at."
"Utanıyorum."
"Erteleme Sehun. Gurur yapmanı gerektirecek bir durum yok. Hayat onsuz kalmak için sence de çok kısa değil mi?"
"Haklısın.. Tabi senin için kolay. Dün gece siz.."
Yatağı işaret edip gözlerime baktı. Ne hissettiğini bilsem de aklımdaki o soruları susturamıyordum.
"Bu seni hala üzüyor mu?"
"Minseok'a olan hislerime inanmıyor musun?"
"İnanıyorum ama.. Biliyorsun işte.."
"Soo sen gittiğinde neredeyse ölüyordu. İntihar etmeye kalktığında neler yaşadığımı bilemezsin. Yemek bile yemedi. O seni bu kadar severken, ben onu sevmeye devam edemezdim."
"Anladım.."
"Umarım. Aranızda bir sorun olmak istemiyorum. En azından senin gözünde bir sorun olarak kalmak istemiyorum."
"Biz artık aileyiz."
"Beni ailenden biri olarak görmek zor olmadı mı?"
"Hayır. Çünkü sevgilim seni çok seviyor."
"Sevgilisiniz yani?"
"Evet ama o düşündüğün şey olmadı. Sadece uyuduk."
"Korkuyor olabilir. Tanrım.. Konuştuğumuz şeye bak."
"İçeri gidelim. Sizle konuşmam gereken bir şey var."
"Bizle?"
"Hepinizle.."
"Gidelim."
Kahvelerimizin son yudumlarını da içip salona döndük. Herkes koltuklara yerleştiğinde hepsini görebileceğim bir yere oturdum. Benim için önemli bir karardı.
"Evet, seni dinliyoruz."
Yifan'a gülümsedikten sonra hepsine tek tek baktım.
"Hepinizin gelecekle ilgili farklı planları var değil mi?"
"Tabi ki var. Ben işime geri döneceğim. Joonmyeon okulunu bitirecek. Sonra da bir şirket kurmak istiyor."
Minseok'tan gelen yanıttan sonra tekrar Yifan'a döndüm.
"Ya sen?"
"Bu konuda biraz kafam karışık. Sanırım ablamın hayalini gerçekleştireceğim. Küçük bir pastane açmak istiyorum."
"Kısacası herkesin bir planı var. Değil mi?"
"Evet.."
"Ben bu evde yaşamak istemiyorum. Pansiyonu da istemiyorum. Bu kadar parayla ne yapacağımı da bilmiyorum."
Bir an gözlerim dolunca durakladım. Soo güç vermek için elimi tuttuğunda devam ettim.
"Bu evi ve pansiyonu satıp büyük bir ev alacağım. Çok büyük.."
"Umarım her şey güzel olur."
"Olacak Minseok. Eğer benimle, yani bizimle yaşamayı kabul ederseniz olacak."
Dönüp Soo'ya baktım. Daha önce sormadığım için tepkisini merak ediyordum. Olumsuz olacağını düşünmüyordum. Çünkü aile olma konusunda o da hassastı.
Bir süre bu konu üzerine konuştuk. Ailemden kalanlar hepimizi rahat içinde yaşatmaya yeterdi. Diğerlerinin de birikimleri olduğunu biliyordum. Zaten bizim için önemli olan şey bir arada olmaktı. Birlikte yenen yemekler, saatler süren kahkaha dolu sohbetler ve birbirimizden aldığımız destekler bile aile olduğumuzun kanıtıydı. Bir arada yaşamalıydık. Çünkü mutluluğumuz, seçilmiş ailemize bağlıydı. Bunun hepimize iyi geleceğine emindim.