-12-

383 22 7
                                    

Welma’nın buruşuk ve tatsız suratı açıkçası ruh halim için olumsuz bir etkendi. Kadın, ayaklı bir azar makinesi resmen…

Welma, Olena’nın iki yaş büyük ablası ve şu ‘meşhur’ komodin sırrını bilen ikinci kişiydi. Yaşlı ve aksi bir kadın olmasının yanı sıra dedikodu da yapıyordu.

“Jillian. Şu yerdeki tozlar da ne öyle? Sen buna temizlik mi diyorsun?”

İçimden yaşlı cadıya sevgi(!) dolu dileklerimi sunarken elimdeki bezi gösterdiği yere sürttüm. Lord Bradford dün Fransa’ya gittikten sonra Welma tüm işi bana yıkmıştı. Suzette burada değildi, alışveriş için çarşıya çıkmıştı ve beni umursamayan tek insan Welma her işi bana yaptırıyordu. Onun sesini duymazdan gelip bildiğim gibi temizlik yapmaya başladım.

Aklıma Dorian’ın hapiste olduğu geldikçe dua ediyordum. İntihar etmesin… Forrest onu zorla çıkarsın… Violante’ye veya daha iyi birine aşık olsun… Mutlu olsun…

Ben büyük travmalar atlatmıştım. Annemin, babamın ve ağabeylerimin ölümünü… Dorian’ı da atlatacaktım. Atlatmalıydım. Yani o kalbimde bir yerde hep canlı kalacaktı. Gülüşü, gözleri, dudakları, saçları, gamzeleri bile…

Welma huysuz bir tavırla işimin bittiğini ve dinlenebileceğimi söylediğinde teşekkür edip odama çıktım. Sanırım arada sırada onun da vicdanlı olacağı tutuyordu.

Yastığıma başımı koyar koymaz aklıma annemin yüzüğü geldi. Belki o bana manevi güç verir diye parmağıma taktım. Yüzük sağ orta parmağıma cuk oturdu. Üstündeki ‘13’ yazısını hala çözümleyemediğim halde en ufak taşına kadar bana kuvvet veriyordu. Yüzük, sahte olmalıydı. Muhtemelen annem veya hiç tanışmadığım büyük annem almıştı. Satsam ancak iki ekmek parası ederdi. Ama açlıktan ölsem bile o yüzüğü kimseye vermezdim.

Olena’nın sesini duyar duymaz aşağı indim. Akşam yemeği saati gelmişti. Yemek masasına bir göz gezdirdim. Haşlanmış fasulye ve bulgur pilavı vardı. Olena her zaman yemekleri annem gibi yapardı.

Masaya oturduk ama saygı kuralları gereği Welma –yani yaşça en büyüğümüz- gelmeden yemeğe başlayamazdık. Welma’yı yine en somurtkan haliyle görmeyi planlarken tam tersi en telaşlı haliyle geldi. Olena’yla aynı anda ayağa kalktık. Welma kekeleyerek “O-Olena! Hemen g-gel. Bir şey konuşmamız lazım.” dedi.

Olena şaşkın bakışlarla kalktı ve gitti. Bana dönüp kısık sesle “Sen yemeğe başla. Biz sonra geliriz.” dedi.

Kafamı itaatkarca sallayıp fasulye haşlamasına uzandım. Tam o sırada Welma gözleri büyüyerek elimdeki yüzüğe baktı ve Olena’yı sürükleyerek dışarı çıkardı. Ne olduğunu anlamasam da yemeye devam ettim. Karnım doyunca kendi tabağımı yıkayıp kaldırdım ve sabahki kahvaltıdan kalan bulaşıkları da yıkadım. Pencereyi açıp mutfağı havalandırırken Welma yanında iki askerle eve giriyordu.

Tanrım! Ne olmuş olabilirdi ki? Yaşlı çiftçi Wilson’a mı bir şey olmuştu? Ama o izinliydi. Hızlı adımlarla kapıyı açtım. Olena kenarda oturmuş ağlıyordu. Bağırdım. “Ne oldu, Olena? Suzette’ye mi bir şey olmuş?”

Benim lafımı Welma’nın keskin sesi böldü. İşaret parmağı hızlıca havaya kalktı ve beni işaret etti. “İşte orada! Hırsız orada!”

                                                            xxxxxx

Babam bir kere asıl şeytanın kadınlar olduğunu ve büyüyünce asla hin bir insan olmamamı söylemişti. O zamanlar bu lafına bir anlam verememiştim ama şimdi anlıyordum. Welma bir şeytandı. Yaşlı bunak beni hırsız ilan etmişti. Ona o kadar kızgındım ki… Annemin bana verdiği yüzüğün Bradford malı olduğunu söylüyordu. Yüzüğümü almıştı. Asıl hırsız oydu.

YARAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin