•Seç•

2.5K 215 261
                                    


Bedenime saplanmış bir kıymığın varlığını hissediyorum uzun zamandır. Göğüs kafesime saplanmıştı ama acısını ve sızısını bütün vücuduma hastalık gibi yayıyordu. Hangi düşüşümde saplandı tenime, ne zamandır benimle bilmiyordum. Ama ağrı yapıyordu, ağırlık yapıyordu kalbime hissediyordum.

Onu ne zaman sevdim? Bu ağırlık kalbime ne zaman çöktü bilemiyordum. Zaman kavramını yitiren bir hisdi bu. Sanki az az yayılmış içime, usul usul işlemiş ve ruhumu ele geçirmiş gibiydi sevgisi.

Çıkıp gelmiyordu. Gelme diyen dilime ettiği itaati sorgulamamam gerekiyordu ama göğüs kafesimdeki ağırlık onu görmeyi arzularken, bu fazlasıyla zordu.

Gece sırasını safağa devrederken, soluklanmak için çıktığım boş odada köşedeki dolaba değdi yine gözlerim. Sigaradan son bir nefes daha çektiğimde, izmaritinin diğer izmaritlerin yanına gömdüm. Mümkün olsaydı eğer o güne geri döner, o buraya geldiği an ardıma bile bakmadan giderdim. Böylelikle o lanet dolaba hiç girmemiş, onunla bu pencereden atlamamış ve onu evime götürüp hayatıma bir şekilde girmesine izin vermemiş olurdum. Öyle olsaydı şayet mümkün olsaydı bu, panik atağın krizinden geçtiğim günün sonunda bana bulunduğum kafesi gösteremezdi. Uzattığı ellerini tutmazdım. Ona karşı böylesine bir özlemle kavrulmazdım.

Başımı iki yana salladım. Onu hiç tanımamayı dilemiş olmak ne büyük ahmaklıktı.

Ağır adımlarla aşağıya indim. Mekanın hâlâ yarısı dolu sayılırdı. Bense bugün erken çökmüştüm ve biran önce yatıp uyumak istiyordum. Zihnimse benim aksime muhtaçlığın kıyılarında ayak sürüyordu sessizce. Gelecek olan fırtınayı, ne kadar sağlam karşılarsam o kadar iyiydi benim için. Çünkü zamana ihtiyacım vardı, Çağrı'nın evine girmiş olmamla iş bitmiyordu. O yüzden kendimi frenlemem, olabildiğince ertelemem gerekiyordu o zehri almayı.

Bütün hafta boyunca neredeyse köşe bucak kaçtığım ve kısa cevaplarla sindirmeye çalıştığım Emre'nin yoğun bakışlarını üzerimde yakaladığımda, başımı dikleştirmeye çabalayarak bar kısmına ilerledim. Kıvırcık saçlarının alnına düşen tutamlarını bileğiyle hafifçe geri iterken, barın öteki ucundan ağır adımlarla yanıma geldi. Tırmanıp, yüksek bar taburesine oturduğumda gözlerini kısaca yüzümde gezdirdi.

"Bi kız var." Dedi. Yüzü bana doğru eğik olsada gözleri mekanın içinde geziniyordu. "Seni sorup duruyor."

Kaşlarımı kaldırırken istemsizce bende etrafa göz gezdirdim. "Kimmiş? Hayırdır?"

Emre asık suratındaki ifadeyi gizleme gereği duymadan omuz silkti. "Bilmiyorum Tutku. Malum son zamanlarda sana dair aslında bir çok şey bilmediğim için..." Dedi tüm kaçamak cevaplarımın onu asla tatmin etmediğini dile getirerek. "İşin aksi yanı şaşırmıyorumda artık."

"Çok alıngan oldun sen." Dedim tek kaşımı kaldırarak. "Çok mu yüz verdim ben sana, ne dersin?"

Emre omuz silkti. "Bence dayaklıksın ama tabi sen bilirsin."

"Neyse, kimmiş beni soran?" Diye konuştum elimi ensemden çekip, boynumun çukurunu hafif hafif kaşırken.

Emre gözlerini arkamdaki bir noktada sabitledi. "7. Masanın sol tarafında ki mor locada. Sarışın olan."

Ayaklanıp o tarafa döndüğümde, gördüğüm bedenle kaşlarım çatıldı. Onunda bakışları beni bulunca, gözlerimi üzerinden çektim ve aşağıya giyinme odasına indim. Bir haftadır, ne İdil'den ne de Efkan'dan hiç bir yaşam belirtisi yoktu bana yansıyan. Belliki, sıralarını Rahibe Teresa'ya vermişlerdi. Odaya girmemlede peşimden gelmesi bir oldu.

Papatya Mezarlığı (Eroin) (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin