15. Acı ve Duman

37.3K 1.1K 89
                                    

Bu bölümün şarkısı Fall Out Boy - Centuries, multimedyada...

İçimde aylar öncesindekiyle aynı his vardı, sığınağın kapalı duvarlarının yarattığı klostrofobik etki ve daha kötüsü korku. Ne kadar süredir olduğunu bilemesem de buradaydım ama gardiyanlarla bile konuşmama izin yoktu, denemelerim boynuma yayılan akım ile başarızlığa uğruyordu. İyice zayıflamıştım, yüzüm çökmüştü. Kendimi bu beton duvarların arasında öleceğime inandırmam en iyisi olacaktı, yoksa içimdeki umut beni daha önce öldürecekti.

Bir muhafız geldi ve yemeğimi getirdi, en azından artık azıcık da peynir vermeye başlamışlardı. Gözlerimden istemsiz birkaç yaş döküldü, ben bunu haketmiyordum. Birkaç dakika içinde boynumdan vücuduma yayılacak acıyı umursamdan bağırdım, boğazım yırtılırcasına acıyana kadar devam ettim. Belki de deliriyordum, içimdeki bu kaygı çok rahatsız ediciydi. Ellerimi zorla kısacık kesilmiş saçlarımda gezdirdim, bakışlarım düşüncelerim kadar boştu. Saatim olmadığı ve pencerem siyah bir madde ile kaplanmış olduğu için zaman kavramını kaybetmiştim, burada ne kadardır olduğum, saatin kaç olduğu, hepsi kayıptı.

Birkaç gün sonra...

İçine parmaklarımla yaydığım peynirli ekmekten birkaç ısırık aldım, bayat ekmeğin sert dokusu boğazımı tırmaladı. Nedensiz yere gülüyordum, artık her şey anlamsız gelmeye başlamıştı, sonra bir anda içeri yeni getirilen mahkumları gördüm! Beni gördüklerinde yaşadıkları sevinç ve kaybıyı görebiliyordum, bunlar benim annem ve babamdı! Benim kadar olmasa da zayıflamış görünüyorlardı, annem daha kesilmemiş mavi saçlarını kulağının arkasına attı ve muhafızı iterek hücremin parmaklıklarına yapıştı, gözleri sulanmıştı. Ellerimi ona uzattım ve sarıldım, soğuk demirler vücudumu titretiyordu. Olan her şeyden sonra içimde uzun zamandır tatmadığım bir duygu belirdi, mutluluk...

Muhafız annemi kendine geri çekti ve ikisini de hemen yanımdaki hücreye yerleştirdi, yalnızlıktan kurtulmuş olmanın verdiği mutlulukla ellerimi kendime doladım ve gülümsedim, hala çarpık bir şekilde gülümsüyordum. Mahkumlar annemlere hiçbir şey söylemeden parmaklıkları kapadılar ve gittiler.

'' Anne! İyi misiniz? ''

Annem boğazını temizlermiş gibi öğürdü ve öksürmeye başladı, neler oluyordu.

'' Merak etme bebeğim, biz iyiyiz. Sen gittikten sonra çok korktuk, gecelerimiz uykusuz geçmeye başladı. Birkaç hafta sonra kaplerinin üzerine gümüş çember broşu takmış birkaç adam geldi ve senin nerede olduğunu bildiklerini söylediler. Başka bir şansımız yoktu, onları dinledik. O zamandan beri bizi burada tutuyorlar. Sana ne yaptılar, benim küçük bebeğim. ''

Annem ani bir şekilde çığlık attı ve tasma benzeri aletinden gelen bir kaç cümle duyduk.

'' Bu kadar yeter, konuşmak yasak. Bu seferlik izin verildi ama bu saniyeden sonra konuşan kızarır. ''

Yutkundum ve annemin parmaklıkların arasından çıkmış elini sıktım, başka birine dokunmanın yarattığı his tuhaftı. Birkaç dakika sonra muhafızlar başka tanıdık isimlerle döndüler, Cassia ve David!

Cassia' nın gözleri beni görmesi ile parladı ve açıldı, David ise her zaman olduğundan çok daha farklı görünüyordu. Yüzünde acı dolu, zavallı bir ifade vardı; başını çevirince ise sağ gözünün yanından başlayıp çenesinde biten izleri gördüm, biri yüzünü kanayana kadar tırmıklamış gibi görünüyordu. Cassia hala bana bakıyordu, yaşadığı her şeye rağmen hala bana karşı gülümseye çalışması güzeldi.

Konuşmamıza izin yoktu, artık akıma karşı sudan korkan bir kedi yavrusu gibi davranmaya başlamıştım, masum ve korkak. Saatler geçti, muhafızlar anneme, babama ve diğerlerine yemeklerini getirdi, David zayıflamış ve kasları gevşemiş kollarına baktı ve bayat ekmeğin tamamını mideye indirdi, oysa Cassia aldığı her küçük lokmada midesi bulanıyormuşçasına öğürüyordu. Önü siyah kaplanmış camımın yanlarından sızan hafif ışık da gtimişti, gece olmalıydı. Kendimi muhafızın sonradan getirdiği yamalı ve parçalanmış şilteye attım ve kendi kendime fısıldadım:

'' İyi Geceler... ''

+++++

'' BÜTÜN PERSONELİN TESİSİ TERKETMESİ RİCA OLUNUR, TEKRAR EDİYORUM TESİSİN HEMEN TERKEDİLMESİ İSTENMEKTEDİR, LÜTFEN HIZLI BİR ŞEKİLDE BİNAYI BOŞALTIN. ''

Aralıklarla yapılan anonslara eşlik eden siren sesleri ve yanığ sönen kırmızı tatbikat ışıkları uyanmamı sağlamıştı. Diğerleri gibi aptalca bir şekilde parmaklıkları yumruklamak yerine oturdum ve son duamı etmeye başladım, bütün muhafızlar çoktan gitmiş olmalıydılar. Bir anda içeriye doğru gelen gürültülü adım sesleri duyduk, birkaç saniye içinde hücrelerimiz arasındaki koridor onlarca kırmızı üniformalı asker ile dolmuştu. En öndeki asker elindeki metal testeresini çalıştırdı ve parmaklıklarımızı kesmeye başladı, bu kilitler eski olabilirdi ama anahtarsız açmaya çalışmak parmaklıkları kesmekten daha zordu. Önümde oluşan boşluktan çıktım ve ellerinde testereleriyle beni kurtaran adamları izledim, Cassia sıkıca bana sarıldı. Daha önce fark etmemiştim ama beni kurtaran askerin göğsünde bir sürü metal ve altın arma vardı, bunlar ordu rütbelerini belirtiyor olmalıydılar. Asker herkesin kurtulduğundan emin olmak için bir kez daha arkaya baktı ve koşarak odayı terkederken bağırdı:

'' BİZİ TAKİP EDİN, BİRLİK 16 A GİRİŞİNE. ''

Bacaklarımızın bizi götürebildiği kadar koştuk ve A girişi olduğunu tahmin ettiğim lobi benzeri bir salonda durduk, tavandan sarkan çıplak ampüller ve kablolar vardı, duvarlarda çatlaklar oluşmuş, giriş kapısı ise üst katın devrilen tuğlaları arasına gömülmüştü. Sol taraftan bir asker bağırdı:

'' Efendim sadece kırk saniye! ''

Askerlerden birkaçı ceplerinden avcumun içine sığabilecek kadar küçük siyah çemberler çıkardılar ve kapının önüne dizdiler, yanımda duran asker ise ileriye baktı ve gözlüğüne emretti:

'' Patlama aktive edilsin. ''

Gözlük ruhsuz sesiyle cevap verdi:

'' Etkilasyon aktif, bağlantı tamam; 3, 2, 1! ''

Zemin ani bir ses ve ısı yoğunlaşması ile sallandı, patlayıcılar bize ulaşamayacak kadar güçlü olmasalar da girişi açmış gibi görünüyorlardı. Yirmi dakikadır yaptığımız gibi askerleri takip ettik ve binadan olabildiğince uzaklaşabilmek için koştuk, patlamanın etkisi ile hepimiz ileriye fırladık ve yere yapıştık. Alnımda bir accı hissettim, sinirlerim geriliyordu; elimi alnımda gezdirdim ve kırmızının ürkütücü kırmızılığı karşısında kendimi tutmaya çalıştım. Bakışlarım kararıyordu, ellerim hissizleşmeye başlamıştı. Kendimi karanlığa bıraktım, en son hissedebildiğim tek şey ise kasketini çıkarmış kırmızı saçlı bir adamın kalbime defalarca bastırmasıydı. Bana bağırıp duruyordu:

'' Evlat dayan, yaşayacaksın! Evlat dayan! ''

ELEMENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin