2. Yolculuk

132K 3.7K 646
                                    

Bu bölümün şarkısı Sweater Weather , multimedyada.

Polis memurunun üzerimde kullandığı bayıltıcı ilaç etkisini bir saat önce kaybetmişti. Gözlerimi açtığımda anne ve babamın beni tren istasyounda bir banka yatırmış ve uyanmamı beklerdiklerini fark etmiştim.

+++++

Şehirden ayrılmak fikri yeterince sinir bozucuydu ama bizi yerleştirdikleri tren kadar can sıkıcı olamazdı. Tren sayamayacağım kadar çok vagondan oluşmuştu, her vagonda ise ona yakın kabin vardı. Biz son vagondaydık, şanslıydık ki kabin tamamen bize kalmıştı. Eski kabinde, duvarlara yerleştirilmiş koltuklar ve kapının üzerine konmuş tanıdık ekran dışında hiçbir şey yoktu. Gözlerimi camdan çektim ve aileme baktım, mavi göz ve saçları beyaz tenlerinin solukluğu nedeniyle parlıyordu. Kabindeki sinir bozucu sessizliği bozarak anneme döndüm:

'' Bizi hangi şehire götürüyorlar? Biliyorsun ki ülkenin batı yakası çok büyük. ''

Annem uzun zamandır aralamadığı dudaklarını gerdi ve cevap verdi:

'' Bildiğim kadarıyla Match' e gidiyoruz, hani tarihi büyük saat kulesinin olduğu, adı neydi Big Ten? Bag Ben? Ah evet, Big Ben! ''

İki yıl geçmesine rağmen okuldaki tarih derslerini unutmamıştım; Match eskiden Londra diye bilinen yer olmalıydı, hatta yanlış hatırlamıyorsam yıkılmaya yüz tutmuş devasa bir dönme dolap bile vardı. Başımı yeniden sağıma çevirdim ve gözlerimi cama yapışmış meyve sineğine odakladım. Benim şu an daha fazla acı çektiğim kesindi. Yol boyunca ilerledikçe harabeler azalıyor ve yeşillikler artıyordu, hava artık turuncu ve rutubetli değildi, sadece her zaman olduğu gibi karanlıktı.

+++++

Tren hareket edeli bir saat geçmemişti ama karnım zil çalıyordu, bir şeyler yemem lazımdı. Ellerimden destek alarak kalktım ve kapıdaki ekrana yöneldim. Parmağımı ''BAŞLAT'' yazan tuşa bastım ve ekran aydınlandı. Önümde duran şey bir menüydü, elektronik tuşlar birçok seçenek sunuyordu:

[ YEMEK - İÇEÇEK ]

[ GİYSİ SERVİSİ ]

[ EĞLENCE]

[ SANAL MARKET ]

Parmağımı '' YEMEK İÇECEK '' yazılı tuşa bastırdım ve ekranın hamburger resimlerinden karides kokteyline kadar onlarca resimle kaplanmasını izledim. Gözlerim her yemeği süzüyor, midem ise çabuk olmamı söylüyordu. Parmağımı sola kaydırdım ve çıkan yeni seçeneklerde göz gezdirdim:

Sosisli Sandviç, Frambuazlı Sufle, Kivili Pasta, Üç katlı hamburger..

Biraz düşündükten sonra üç katlı hamburgere tıkladım ve önümde çıkan ekranı okudum:

FİYAT: 15 KRON - [SATIN AL]

Sığınakta kalırken herkes normalde olduğu gibi işlerinde çalışıyor ve akşam eve geliyorlardı, yeryüzündeki düzen bozulmamıştı. Anneme döndüm ve sordum:

'' Anne sığınaktan para aldınız mı? ''

Annem gözlerini bana sabitledi ve düşündü:

'' Hayır hayatım, merak etme şu an bütün masrafları hükümet karşılıyor. İstediğini almakta serbestsin. ''

Parmağımı duyar duymaz ''SATIN AL'' tuşuna götürmüş ve kaybolan ekran arkasında beliren hamburgerime götürmüştüm. İçinde bulunduğumuz durum ne kadar kötü olursa olsun aldığım her lokma beni rahatlatıyordu, yemeğin her zaman üzerimde böyle bir etkisi olmuştu. Ağzımın etrafında kalan son kırıntıları da dilimle temizledikten sonra tabağı deliğe geri götürdüm ve moleküllere ayrılışını seyrettim; işler böyle yürüyordu, çöpler ve kirli her şey moleküllerine ayrılıyor ve uzaydaki devasa çöplükte yeniden beliriyordu.

Dolmuş midemin de verdiği rahatlık ile dışarıyı seyretmeye devam ettim, artık hiç harabe yoktu. Sadece eski insanlardan kalma birkaç bina ve zarar görmemiş gökdelenler vardı; anlayamıyordum, madem ülkenin bu kısmı zarar görmemişti, neden bizi daha önce buraya taşımamışlardı? Sığınak hiç kötü değildi, hatta içeride yapay bahçeler bile vardı. Ama iki yıl kapalı bir yerde kalmak insanı rahatlatmıyordu.

Gözlerimi soğuk cama yasladım ve kendimi uykunun güvenli kollarına bıraktım.

+++++

Ani bir siren sesi ile uyandım, gözlerimle ailemi aradım ama gitmişlerdi. Etrafa ne kadar bakarsam bakayım yoklardı, belime sarılmış kemeri çözdüm ve kabinler arası ulaşımı sağlayan koridorda ilerlemeye başladım. Her şey normal görünüyordu, anlayamadığım tek şey herkesin nereye gittiğiydi. Birkaç adım daha attım ve ani bir patlama ile arkaya sendeledim ve kendimi yerde buldum. Vagonun ön kısmı havaya uçmuştu! Ellerimden aldığım destek ile ayağa kalktım ve ne olduğuna baktım, siyah zırhları ve göğüslerine işlenmiş beyaz çember sembolüyle onlarca asker treni harabeye çeviriyorlardı.

Ama anlayamadığım bunların kim olduklarıydı, hiçbir ülkenin askeri olmadıkları kesindi; ateş askerleri kırmızı, toprak askerleri yeşil, hava askerleri gri ve su askerleri mavi zırh giyerlerdi, siyah zırhı daha önce görmemiştim. Kendimi yarısı yanan vagondan dışarı attım ve etrafı inceledim, deniz kenarında olmalıydık, bu da kendimi savunabileceğim anlamına geliyordu. Uzun sokak boyunca koştum ve askerleri arkada bırakmaya çalıştım, kumsala varmışken kurtulduğumu düşündüm ama yanılmıştım. Koşmanın verdiği yorgunluk nedeniyle nefes almak için duraklamıştım ve arkamdan gelen ani bir ısı hissettim. Daha ne olduğunu anlayamadan kendimi suda buldum.

Sinirlenmiştim, yumruklarımı sıktım ve okulda aldığım Moleküler Kontrol derslerini hatırladım. Öğretmenimizin anlattığına göre, Dünya' yı ve insanları dört bölüme ayıran savaş genlerimizi değiştirmiş ve su moleküllerinin yerini vücudumuzdaki enerjiyi kullanarak değiştirebilmemizi sağlamıştı.Gözlerimi kıstım ve ellerimdeki enerjiyi suya yöneltmeyi denedim, su hafifça yükselmişti, başarmıştım. Ama bu beni içinde bulunduğum durumdan kurtarmayacaktı, asker hızla bana geliyordu. Gözlerimi yeniden kıstım ve denedim, güçlü bir dalganın karaya çarpma sesi ile gözlerimi açtım, asker yere serilmişti. Tam başardığım için sevinecekken arkamdan gelen tanıdık ses heyecanımı kaçırmaya yetmişti:

'' Teşekküre gerek yok evlat, hadi gel. ''

Arkamı döndüm, bu babamdı! Beni kurtarmıştı, suları sıçratarak ona doğru koştum ve sarıldım:

'' Annem iyi mi? Hayatta mı, ne oldu? ''

Babam cızırtılı bir sesle karşılık verdi:

'' Merak etme evlat, annen iyi, o ve diğerleri belediye binasında. Ben de seni bulmak için çıktım. ''

+++++

Belediye binasına kadar olan yolculuğumuz sessiz ve sakin geçiyordu. Gördüğümüz askerler gitmiş ve şaşırtıcı bir şekilde sadece trene zarar vermişlerdi. Birkaç blok daha ilerledikten sonra varmıştık, devasa mavi sütunlar ile taşınan mermerden binanın antik bir havası vardı. Büyük ihtimalle içerisi en son teknoloji, yüzlerce çalışan ve muhteşem konforlu mobilyalar ile dolu olmalıydı.

İlerledik ve zili çaldık, içerideki danışman - büyük ihtimalle - kızın sesi duyuldu:

'' Kimsiniz? Rezervasyonunuz var mı? ''

Babam sakin bir şekilde cevap verdi:

'' Hayır, biz ülkenin doğu yakasından gelenlerdeniz, bildiğiniz gibi trenimiz yağmalandı. ''

Birkaç saniye süren sessizlikten sonra kapılar iki yana kayarak açıldı ve bizi yüzlerce insan ile dolmuş binanın lobisi ile yalnız bıraktı. Babam içeri yürüdü ve bana gelmemi belirten bir el hareketi yaptı.

ELEMENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin