Karanlık ahşap duvarlar, koyu renk zemini tamamlayan duman rengi ince bir halı, tüm odayı tek başına aydınlığa kavuşturmayı sırtlama görevindeki geniş, siyah pervazlı pencere, gri ve siyahı tamamlayan açık kahve rengindeki yatak örtüsü ve sürrealist tasarlanmış tablolar büyük odanın en dikkat çekici özellikleriydi. Bir oda sahibinin kişiliğini yansıtırdı, düşünce süzgecinden elenip maddi olarak insanlara sunulan karakterin baş göstergesiydi.Açık kahve yatak takımının büyük bir kısmı yerdeydi, geceden kalan uyku harbinin galibi ne Alesta ne de Pera gibi görünüyordu. İkisi de nefesleri birbirine karışırken gece birbirlerini bıraktıkları halde değildi; aralarına konulan uzun yastık görünmez bir el tarafından oradan çekilmişti, mesafelerin kapanmasından çok vücutları aynı kökün iki dalı gibi birbirine dolanmıştı. Pera'nın başı Alesta'nın boyun girintisini bir yapboz parçası gibi tamamlarken ikisi de bedenlerini birleştirmek adına kollarının birini, birbirlerinin üzerine nazikçe dokundurmuştu.
Kâbus yoktu. Sadece kırmızı yapraklarıyla kokusunu en yoğun şekilde yayan ateş çiçeği vardı.
Pera, uykusunun en güzel yerlerinden birindeydi. Gece başını koyduğu rahat yastığı şimdi hayali bir şekilde düzenlice inip kalkıyor ve sert-rahat yanından hiçbir şey kaybetmiyordu. Dilini ağzının içinde sesli bir şekilde gezdirip rahat uykusunun kollarına yarı uyanık halinden ayrılarak dönecekti ki burnuna keskin bir koku süzüldü: Vanilya kokusu.
Kokunun burnunu gıdıklandırdığını hissetti, elinde olmadan tutulduğu kokunun kaynağına daha da sıkıca sokuldu. Narin, beyaz bir vanilya çiçeğinin özünden yayılan, yapraklarının pigmentlerine veda ederek burnuna dolan, ilahi bir kokuydu bu sanki. Bedenine hâkim olabilse beyaz çiçeğe uzanıp ona dokunabilir ve onu ruhunun bir parçası yapabilirmiş gibi hissediyordu. Gözlerini açmasını engelleyen hayali çengeller sanki yıllardır burnunda takılı duruyordu ve onu bu kokudan mahrum etmişti.
Son kuramlara göre aşk yürekte değil burunda başlıyormuş, demişlerdi Pera'ya. İki kişi birbirlerine yaklaştıklarında minik hormonlar salgılanıyormuş ve bu hormonlar burun boyunca yol alıp gizli bir kıvrımda aşk fırtınasını başlatırmış. Duygular gözle görünmeyen kokulardan başka bir şey değilmiş.
Saçmalık, demişti Pera bunu duyduğunda. Bunlar gerçek aşkı asla bulamayacak ve onu kelimelerle tarif edemeyen aptalların uydurması.
Yükselip alçalan yastığına koyduğu başını küçük hareketlerle ona sürttü, ısrarla açılmayan gözleri sonunda ihanetine son verip aydınlığa alışmak istercesine kırpışmaya başlamıştı. Günün aydınlığına alışan gözleri nerede olduğunu taradı, yastığının dün gecekinden çok daha farklı olduğunu gördü. Alesta'nın göğsünde, burnunu güzel bir şenlikle tanıştıran kokunun ana vatanında yatıyordu.
Şaşkınlıkla bedenini onunkinden uzaklaştırmaya çalışsa da genç adamın güçlü kolları onu daha sıkı kavradı, biçimli kaşları çatıldı ve güzel yüzündeki her bir ayrıntı kendini derin çizgilerle belli etti. Pürüzsüz tenine ince bir oya işlemesi gibi dağılmış kirli sakalları uykulu yüzünü tamamlayan dolgun dudakları çevreliyordu. Bu adam çok güzeldi, çok kusursuzdu ve çok sıcaktı. Bileklerine her daim sabitlediği kelepçeler gibi etrafını saran kolları da, bedeni de sıcacıktı.
"Alesta." diye fısıldadı kibarca. Odanın her özel köşesinden bile daha çok izlenilmeye değer yüzüne bakarken bakışlarını, onun kahverengi gözlerine sabitlediği an çekmesi gerektiğini biliyordu. "Hey, çek şu sarmaşık kollarını etrafımdan."
Sarkmış dudaklarının hafifçe kıvrıldığını gördü, bunu hayalinde canlandırmadığından emin değildi çünkü Pera, bakışlarını hızlıca uzun kirpiklerinden yeniden dudaklarına çevirdiğinde gülümsediğini görememişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OD TANRISI
Teen FictionAteşe hükmeden genç bir adamın damarlarındaki zehirli kanın pan zehrini bulması şarttı. İhtiyacı olan tek şey, ölüm kanının kırmızısı kadar parlak bir Spinel taşıydı ya da gün doğumu kadar parlak bir Safkan. Alesta İsikara bir soyun lideriydi ve Sa...