Bölüm Şarkısı: ( Avril Lavigne - Give You What You Like ) , iyi okumalar. xx
Duvarların çığlıkları bile yuttuğu, heybetli ağaçların dünyadaki bütün sırları saklıyormuşçasına dallarını etrafına sardığı eski bina yıkılacakmış gibi duran eski görüntüsüne rağmen oldukça sağlam bir taştan yapılmıştı. Demir Sokağı sakinleri bu taştan binayı soldaki son ev olarak anardı.Buranın bir yetimhane olduğunu bilmelerine rağmen.
Kasvetli ve sisli havanın ciğerlere dallandırdığı tezatlık uyandıran temiz nefes, karanlık bir büyünün etkisinde gibi sessizlik yemini etmiş yetimhane, sadece sıradan insanlar için böyle görünürdü. Bu bina sizin için kapılarını aralıyorsa yemyeşil cennetinden bir arazi sunmuş, kuşların söylediği türkülere eşlik etmeniz için sizi seçmiş demekti. Çocuk seslerinin ağaçlık bir bahçenin içinde dönüp durduğu ıssız bir yerdi, ortasında yükselen silindir duvar sanki her şeyi duyuyor ve görüyordu ama sessizlik yemini etmiş, tanık olduğu her şeyi sonsuz haznesinde saklıyordu.
Gece yarısı olduğunda çalan duvar saati bütün okuldan duyulurdu. Çocuklar yatma saatinin geldiğini anlar ve yataklarına giderlerdi. Hiç es geçilmeyen bu kural yıllardır süregeliyordu.
"İyi geceler, bebeklerim." diye mırıldandı Firdevs Öğretmen. Her bir çocuğun minik alnına öpücükler konduruyor ve karanlığa alışan gözlerini kırpıştırmalarını sağlayacak şekilde yataklarının başında duran loş gece lambalarını teker teker açıyordu.
"Yine mi?" diyerek endişeli bir ses çıkarttı düzgün biçimli dolgun dudaklarından. Her gece kaçak olarak yakaladığı iki çocuğu ayrı yerlerden toplamaktan bıkmış durumdaydı. Bu gece son olacaktı.
Minik çocuk gözlerini kısarak karanlıkta seçmeye çalıştığı bedene dikkatle baktı. Yatağından kaçmayı alışkanlık haline getirmişti ve uyumak istemiyordu. Gözlerine yerleştirilmiş uyku muslukları sonuna kadar açık olsa dahi uyumak istemiyordu ve minik bedenine rağmen kocaman olan ruhu bütün suyu emip tükettiğinde sonunda rahatlayacaktı, düşüncelerini yerleştirdiği çakıl taşlarını suyun içine bırakıp yapışkan sesleri zihnine hediye ettikten sonra her şeyden kaçmak istercesine koşacaktı. Buraya geldiğinde olduğu gibi, çok uzaklara.
Gözleri karanlığa alıştığında çok daha iyi seçer olmuştu, kendinden yaşça büyük oğlanı tanıyordu. Kollarını, zihninin verdiği panik ve korku alarmlarıyla birlikte sanki bu hareket onu koruyabilirmiş, etten bir duvar örmenin en güvenli yolunu bulmuş gibi kendine doğru büktüğü dizlerine dolamıştı.
"Git." diye mırıldandı cılız çıkan sesiyle. Kısa saçlarının yeni kesilmiş küt uçları kulaklarını gıdıklandırıyordu. "Bugün yeterince aşağılanmış hissettim zaten." Cümlesini bitirir bitirmez diline dolanan sözcüklere lanet etmişti, çocuk kalbi ona kötülüğün ne olduğunu öğrettiğinden beri insanlardan korkuyordu.
"Seninle dalga geçmeye gelmedim, aptal." Büyük olan, küçüğün tam karşısındaki soğuk duvara sırtını yaslayarak otururken derin bir nefes verdi. Diğerine göre büyüktü ama en fazla dokuz yaşında görünüyordu, verdiği nefeste hissedilen olgunluk ve yorgunluk tınısının aksine. "Oyun oynamak istiyorum." diye ekledi aniden.
Küçüğün gözleri genişledi; karanlığa rağmen fark edilen iri gözleri bir kurdun gece yarısında, avını gözüne kestirdiği andaki kadar parlak görünüyordu.
"Benimle kimse oynamaz ki."
Cümle boğazına ince ama yırtıcı iplerle birlikte dolandı, kendi etrafında birkaç tur döndü ve kocaman bir düğüm oluşturup yuvasını tam oraya kurdu. Hiç ayrılmamak üzere kaderine yazılan tek cümleydi; hiç kimse onu görmeyecek, onu duymayacak, onunla oynamayacak ve onu sevmeyecekti. Büyüdüğünde, yazgısında tek bir kural değişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OD TANRISI
Ficção AdolescenteAteşe hükmeden genç bir adamın damarlarındaki zehirli kanın pan zehrini bulması şarttı. İhtiyacı olan tek şey, ölüm kanının kırmızısı kadar parlak bir Spinel taşıydı ya da gün doğumu kadar parlak bir Safkan. Alesta İsikara bir soyun lideriydi ve Sa...