Konuşmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Zar zor konuşmaya çalıştı:
-Serr-tap, buu-nu baa-na nee-den daa-ha önn-ce...
Sertap sevdiğinin zar zor bir kekeme gibi hece hece yutkunarak konuştuğunu görünce ona güç vermek adına konuştu:
-Söyleyemedim, söyleyemezdim. Bunu söylemeye cesaret edemedim. Bu gerçeği önce kendim kabullenemedim. Ben kabullenemezken sana söyleyip seni buna nasıl kabullendirecektim. Bak şimdi ben kabullendim ve sana söyledim. Sen ne hâle geldin, görmüyor musun? Kendini topla ve sen de kabullen. Önce birlikte mücadele edelim, başaramazsak da son ana kadar birlikte iyi yaşamaya gayret edelim.
Sevgilisinin bu sözleri onu biraz kendine getirirken aynı zamanda sinirlendirmişti de. Bu nedenle öfke ve acıyla:
-Şimdi de kabullenemem, kabullenemem, nasıl kabullenebilirim böyle şeyi? İnsan sevdiğinin ölümünü kabullenebilir mi, Sertap?
-Özür dilerim, seni sinirlendirmek istemedim. Ancak ben ailemi çok severdim, bilirsin. Babamla küs gittik diye nasıl üzüldüğümü de bilirsin. Başta ben de kabullenmedim ama elden ne gelir deyip bunla yaşamaya alıştım. Sen de alışmalısın sevdiğim. Eğer bu mücadeleyi kazanamazsak sen hayata inat iki kişilik yaşa bu hayatı olur mu?
Berk ne yapıyordu böyle yaparak? O mu Sertap'a güç verip destek olacaktı, Sertap mı ona? Bak sevdiği büyük acılar yaşamasına rağmen hatta şu an ölme ihtimalinin yüksek olduğunu bilmesine rağmen nasıl da güçlü duruyordu. İyi ki kız ilk başlarda dememişti kendisine. Yoksa o an duyar duymaz kendisiyle onu da yıkardı. Artık kendisi de güçlü olmalıydı, sevgilisine güç verip destek olmak için. Sevgilisi sözlerinde haklıydı, elden bir şey gelmiyordu, gelmiyordu, kahretsin gelmiyordu işte.
Tam bunları düşünüp biraz toparlanırken telefonu çaldı Berk'in. Arayan Sertap'ın ablasıydı. Sesini olabildiğince toplayarak konuştu. Kardeşi bugünün heyecanıyla telefonu evde unutmuştu. Ablası kardeşini merak etmiş, ne yaptıklarını ve eve ne zaman geleceklerini soruyordu. Normalde ablası akşama kadar gelmeseler aramazdı. Ancak şu an durumlar farklıydı. Hastalığını söyleme konusunda bugün kardeşini kararlı görüp neler olduğunu merak ediyordu. Berk, sevgilisi ile şu anki duygularıyla oturmasının pek iyi olamayacağını düşünerek, birazdan geleceklerini söyleyip telefonu kapattı.
Telefonu kapattıktan sonra canından çok sevdiği yüzü iki elinin arasına alıp:
-Yanındayım, geçecek, biz bu savaşı kazanacağız. Sözlerini emin bir şekilde söyledi.
Güçlü olmalıydı ki sevdiğine aktardığı güçle bu illeti yenebilelerdi. Uzun uzun sarılıp belki de son anları olan bu anı doya doya yaşamak istedi. Sevgilisi ile en son mücadele etme konusunda anlaştılar. Berk, gözünün nurunu daha sonra eve bıraktı.
Gözünün nurunu bıraktıktan sonra o yürüyordu ama gitmiyordu sanki ayakları. Bedenini taşımak bu ana kadar hiç ona bu kadar zor gelmemişti. Sol yanı içten içe acıyordu.
Bu hâlde eve gidip ne oldu sorularını çekmek yerine deniz kenarına gitmeyi tercih etti. Gözyaşları hem böylece denize akıp deniz suyuna karışacaktı, fark edilmeyecekti belki de içindeki acı. Deniz kenarına gidip çimenlerin üstüne oturdu. Gözlerini kapatıp sevdiğiyle ortak seçtikleri en sevdikleri şarkıyı mırıldanmaya başladı. Şarkının her kelimesi ömründen götürüyordu sanki. Uzun zaman geçtikten sonra telefon ekranında annesinin ısrarla yaptığı aramaları gördü. Yalnız bu aramaların hiçbirine cevap veremedi. Annesi, kendisinin ağladığını ve kötü olduğunu bilsin istemiyordu. Belli bir süre sonra ayağa kalkıp kendisini toparlama adına soğuk iki su aldı büfeden. Bir şişe suyu kafasından aşağı döktü. Yaşadığı şoku buz gibi suyla irkilerek atlatmaya çalışıyordu. Yağmura yakalanmış savunmasız kelebek gibi irkildi. Yirmi dakika sonra annesini arayıp konuşabilecek gücü ancak kendisinde bulabildi. En iyisi olanları annesine anlatmaktı, yoksa bu acıyla ya aklını kaçıracak ya da Sertap'tan önce bu dünyadan kopacaktı.
Kendi başına üstesinden gelemeyeceğini düşündüğü olayı tek tek annesine anlattı. Arada bir durup aldığı diğer sudan bir iki yudum su içti. Ağlamamak için kendini tuta tuta, dura dura anlattı annesine her şeyi.
Gülferuz Hanım oğlunun yaşadığı yıkımın telefonda bile farkına varmıştı. Berk ne kadar hissettirmemeye çalışsa da... Neredesin? Yanına geleyim diyerek oğlunun yanındayken oğluna daha iyi destek olacağını düşündü. Oğlunun yanına vardığında düşündüğü şeyde yanılmadığını anladı. Yaşayan beti benzi atmış bir ölü vardı sanki karşısında. Oğlunu koluna takıp yavaş yavaş adımlarla en yakındaki bir kafeye vardılar.
Yol boyunca hep boncuk boncuk akıttığı gözyaşlarını görmüş, içine atmaması için bunu hiç bölmeyip ağla ağla ki rahatla kuzum demişti. Kafeye varınca oğlunu yanına oturtup başladı konuşmaya:
-İnan bana buna da alışacaksın. Ben Yeşim'e zor da olsa alışmadım mı bak? İnsan nelere göğüs germemiş, nelere alışmamış ki?
İkinci eş olarak Yeşim'i eve getiren babası kendisini canlı canlı karnındaki yavrusuyla sekiz yıl geçen evlilikten sonra mezara koymamış mıydı ki? Bu kadın kendi ölümüne alışmamış mıydı ki? Yalnız Berk bunu anlamadığı için kendisini zorlaya zorlaya şu sözleri demeye çalıştı annesine:
-Anne, üç sene ve bu çok farklı ölüm...
Oğlunun kendi yaşadığı ile bunu bir tutmadığını gördü. Bu acıyı daha büyük gördüğünün farkında olan Gülferuz Hanım onu hiç duymamış gibi davranıp oğlunun üzüntüsünü anlayarak konuşmaya devam etti:
-Bak can oğlum. Senin adını ben inatla Berk koydum. Oğlumun adını ben koyacağım diye onuru kırılmış bir kadın olarak az cebelleşmedim milletle. Her şeye boyun eğen ben, adında boyun eğmedim. Bunun nedenini de bir ben bir Allah bilir. Bunu sana da dememiştim. Şimdi bu adı neden koyduğumu anlatmanın zamanı geldi. Şimdi söylüyorum iyi dinle ve hayatın boyunca hep bu dediklerimi hatırla. Sen doğmaya yakın getirdi baban Yeşim'i eve. İkinci eşim diye. Bunun bir kadın için ne kadar onur kırıcı ve kaldırılması zor şey olduğunu tahmin bile edemezsin. Allah düşmanıma vermesin dedikleri cinsten bir illet. Karnımda sen vardın. Diğer yanda ise abin. Anam ile babam ben üçüncü sınıftayken öldü. Sığıntı gibi o günden sonra evlenene kadar akrabaların yanında kaldım. Evlenince üstlerinden büyük bir yükü attıklarını öyle hissettirdiler ki anlatamam. Okuma desen nerdeeee... Karnım doymuş, başımı koyacak sıcak yatağım olmuştu ya. Daha ne isteyecektim onlardan. Okutmuyorlar deyip sitem edip nankörlük mü edecektim bir de. Yeşim'i kabullenmeyip karnımda senle abini alıp evden çıksam akrabalarım hoş geldin deyip kucak açmayacaktı bana. Sizin de kaderiniz bana benzeyecekti. Doğurdu doğuracak, bir de yanında yedi yaşında çocuğu olan kadına kim iş verirdi ki... Bu durumlar karşısında mecbur kabullenmesem de kabullenmiş gibi göründüm. Buna dayanmak ne kadar zordu, bir ben bir Allah bilir.
Bu şartlar altında adını ben koyacağım diye ilk kez ayak direttim. Sonunda ilk defa zafer kazandım. Adını çok istediğim Berk koydum. Bunları yaşarken adını Berk koydum ki oğlum bu acımasız hayat karşısında katı ve sert olsun. Yumuşak olup hayat karşısında ben gibi ezilmesin. Berk, bir de çok sağlam demek. Yaşadığın şeyler karşısında çok sağlam da ol istedim. Sen sağlam olasın ki ben de güç alıp sağlam durayım hayata karşı istedim.
Hayat, budur işte. Hep mutlu etmez insanı ama zamanla göreceksin hep mutsuz da etmez. Sen doğduğun an adını da benim koymamın sevinciyle mutsuzluğum nasıl dağıldı bir görseydin. Küçük gözlerinde buldum ben yeniden hayatı. Bak, şimdi Sertap'ın durumu beni de üzdü. Kızım olmadı ama Sertap'ı kızım bildim. Ne yapabiliriz ki kaderi buymuş yavrucuğumun. Sadece dua edeceğiz inşallah Allah yüzüne bakar. Her şey Allah'ın takdiri. Biz buna ne yaparsak yapalım müdahale edemeyiz. Allah'ın verdiği canı yine Allah alır. Allah'ın dediğinin önüne geçilmez.
Hatırlıyor musun? En son babaannen öldüğünde bizlere ne demiştin? O an çok küçüktün ama öyle olgun davranmıştın ki bizi kendimize getirmiştin. Anne-baba hepimiz şu an üzülüyoruz ama babaannem artık hiç gelmeyecekmiş. Ben sizler hayattayken birlikte mutlu yaşamak istiyorum. Mutlu olmak için her şeyi yapalım hadi demiştin. O an bu sözlerin bizi kendimize getirdi. Hep seninle abinle mutlu olmaya çalıştık. Yeşim'in bendeki yıkımını da sana yansıtmamaya çalıştım. Sen büyüyüp anlayana kadar hep onu büyük ablan, babanın ondan olan çocuğunu ise küçük kardeşin bildin. O da Allah var hep abla gibi davrandı sana.
Çok konuştuğumun farkındayım. Sende konuşur hâl yok. Belki söylediklerime hak verirsin de kendini toparlarsın umuduyla konuşuyorum işte.
Oğlum, gökten boşanırcasına yağmur yağsa yine de okyanusa bir damla su katılmış kadar olur. Sen kendini istediğin kadar üz, parçala, canına kıy istersen. Yine de bir şey değişmeyecek. Yavrucuğumun kaderi neyse onu yaşayacak. Artık on altı yaşındasın, yakında on yedi olacaksın. Birçok şeyin bilincindesin. Yalvarırım kendini de bizi de yıkma, toparla kendini. Acını yaşama diyemem ama adın gibi hayat karşısında BERK ol, lütfen yavrum. Bu adın hakkını vermen şu an gerek, lütfen yavrum kendini bırakma.
Annesi bu son sözleri söylerken oğlunu gördüğü hâle dayanamayıp ağlamaya başlamıştı. Annesinin ağladığını ve böyle içten yalvardığını gören Berk, annesinin söylediği sözlere de hak verip kendisini biraz toparladı. Annesinin boynuna sarılıp doya doya ağlayarak beraber güçlü olup Sertap'a güç vereceğiz anne. Onun için de sağlam olmamız gerek deyip annesinin güzel kokusunu içine çekerek rahatladığını fark etti. Annesi zaten hep ona iyi gelmişti.
Saate baktıklarında zamanın baya olduğunu gördüler. Zaman bugün ne kadar da hızlı geçiyordu. Eve annesiyle dönüp odasına çekildi. Yaşadıkları Berk'i çok yormuştu. Uyku için yatağına uzandı ve tavana bakarken düşündü. Ne hayallerle geldiği tatil odası nasıl da dar geliyordu ona? Sanki nefes alamıyor, duvarlar üstüne üstüne geliyordu. Sonra aklına annesinin bugün dedikleri geldi. Artık Berk olma zamanıydı. Berk olmalıydı ki aşkını da yıkmayaydı...
Aşkını anınca eline telefonunu aldı. Ne bir arama ne bir mesaj vardı. Sevgilisi ile ikinci kez konuşacak mecali de yoktu. Annesi ona Berk adını ne düşüncelerle vermişti ama onda hâlâ bu adın hakkını verecek güç yoktu. Elinde telefonu bir iki çevirdikten sonra sevgilisine iyi geceler nefesim diye bir mesaj attı. Sevgilisinin de konuşacak hâli ya da cesareti yoktu ki o da iyi geceler hayat enerjim diye mesaj attı. Bu mesaja göre Berk enerjiydi ancak bu enerjiyi o hissedemiyordu.
En son kendini iyi düşüncelerle avutma yollarına başvurdu. Bugün bitecek ve bugün olanlar da bugünle birlikte gidecek umuduyla hangi ara uykuya daldığını bilmeden daldı uykuya.********
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Papatya Yıldızı Çok Sevdi... #wattys2019
ChickLitİçiniz sızlamadan bu kitabı bırakamayacaksınız... Aşk ve dram yüklü kurgusu olan bu kitapla eliniz kolunuz bağlandığınız anlarda ne yapacağınızı öğreneceksiniz. Kılavuzsuz gönderildiğiniz bu hayata bu kitabın rehber olduğunu da fark edeceksiniz.