Önsöz

385 12 3
                                    

Hep iyiler mi kazanır?

    Hikayeler hep ”mutlu son”la mı biter sanıyorsunuz?

    Bence bir daha düşünün.

    Yazılanların bire bir aynısını, hatta daha fazlasını yaşayan ve bir iz bırakamadan göçüp giden milyonlara ithafen…

🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️🏳️

Hikayeme olayların yaşandığı mekanları tanıtarak başlamayı uygun buldum. Umarım sıkılmazsınız.
Belki yanlış ama; aksiyonu son bölümlere bırakıyorum.
KEKLİK ÖTER, GEVEN BİTER

Kızılkaya Köyü; batısı ve doğusu derin vadiler içerisinde akan iki dere ile sınırlanmış, oldukça yüksek rakımlı bir köydü. Köyün genellikle taşlı ve verimsiz olan düzlük arazileri ile tabanında derelerin aktığı sarp yamaçlı derin vadilerini yüksekliği onlarca metreyi bulan uçurumlar ayırıyordu. Kızıl renkli, sarp uçurumlar. Zaten köyün adı da oradan geliyordu; Kızılkaya. Uçurumlar, vadiler boyunca kilometrelerce uzayıp gidiyor, ancak birkaç noktada geçit veriyordu. Vadi tabanından akıp gitmekte olan dereler ile uçurumlar arasında kalan dik yamaçlı bayırlarda yer yer küçük çalılar, taş incirleri ve orada burada kümeler halinde yetişen tek-tük otlar dışında, bitki örtüsü yok denecek kadar azdı. Zaten yamaçlarda toprak namına pek bir şey kalmamıştı. Öyle ki yamaçların oldukça fazla bir kısmı, yörede ‘’çaşgan’’ olarak adlandırılan taş yığınları ile kaplı idi. Yalnızca, sahiplerince korunmuş, az da olsa toprak bulunan bazı bayırlarda yer yer meşelikler, sakız, badem, alıç ve dişbudak ağaçlarından oluşan küçük koruluklar vardı. Köyün kuzeyinde ve kuzey batısında rakımı ikibin metreyi aşan dağlar yükseliyordu ve dağlardan esen sert rüzgarlar, yıl boyunca, nerede ise hiç dinmezdi. Hele de mevsim kış ise ve yerde de kar varsa; şiddetli rüzgarın savurduğu karlar, köylüleri bazan günlerce evlerine hapsederdi. Tepelerin, kuzeye bakan yamaçlarından yalnızca karı değil; toprağı bile taşırdı sert rüzgarlar. Öyleki, kışın arazide kar kalınlığının az olduğu zamanlarda; karların rengi de toprak rengine dönerdi, taşınan topraklarla. O yüzden de; tepelerin kuzeye bakan yamaçları, güney yamaçlarına oranla, toprağı daha az, bitki yönünden daha fakirdi. Poyrazın savurabileceği karın fazlaca olduğu zamanlarda ise bazı evlerin üzerine karlar yığılır, köylüler evlerinden ancak komşularının yardımı ile çıkabilirlerdi. Yaz aylarında ise; genellikle öğlene doğru başlayan rüzgarlar, ancak gece yarılarında dinerdi. Üstelik yazın bile, insanın iliklerine işleyecek kadar soğuk eserdi bu rüzgarlar.

Yüzyıllardır köy civarındaki ağaçların kesilip yakılmasından ve keçilerin çıkan ağaç sürgünlerini kemirip köreltmesinden dolayı köy civarında pek fazla ağaç yoktu. Olanlar da, tepeleri keçiler tarafından kemirilip köreltilmiş, bodur ağaçcıklardı. Nispeten yağışlı geçen kış ve bahar aylarında soğuk nedeni ile, diğer zamanlarda ise kuraklık yüzünden, otlar yetişemezdi. Yetişebilenlerin çoğu ise kuraklığa ve zor şartlara dayanabilen kavruk dikenlerdi. Çıplak ve ağaçsız tepelerin bir çoğu, rüzgarla ve yağmurlarla toprakları taşındığından; tamamen kayalarla kaplı, üzerinde ot bitmez, yöresel tabirle ‘’saylak’’ denilen taşlık alanlara dönüşmüştü. Yer yer topraktan çıkmaya çalışan cılız çalılar ve ağaçcıklar ise, yaz boyunca keçilerin, güz geldiğinde ise köy kadınlarının bitmek tükenmek bilmez saldırılarına maruz kalıyor, toplanarak hayvan yemi veya yakacağa dönüştürülüyordu. Hayvan yemi ve yakacak toplama konusunda köy kadınları o kadar ileri gidiyordu ki; kış geldiğinde, köy arazisinde ot çöp namına ne varsa toplanmış oluyordu. Öyle ki; en sarp uçurumlardan, en inilmez dere içlerine kadar her yer talan edilmiş oluyor, hayvanların yiyebileceği veya yakılabilecek her şey, dağlardaki çaşır ve gevenlerden, taş incirlerinin yapraklarına kadar her yeşillik, son kırıntısına kadar toplanmış oluyordu. Her yanı dikenler ile kaplı bazı otlar ve gevenler bile bundan kurtulamıyordu. Ot çöp diye toplanılan şeyler ise; bahar aylarında soğuktan, yaz aylarında ise kuraklıktan büyüyememiş, bir karışlık bodur bitkilerdi.

TAŞ KINASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin