Ben de adımlarımı hızlandırarak yeşil kapılı dersliğin kapısından içeri girdim. Kimseyle göz göze gelmeme işini rafa kaldırmıştım çünkü oturacak bir yer bulmalıydım. Gözlerimi yerden kaldırdığımda en arkaya gözlerimi dikmiştim ki ilk göz göze geldiğim kişinin en son görmek isteyeceğim kişi olması evrenin bana yaptığı ufak çaplı şakalardan biriydi sanırım.
"Yine mi sen?"
Bu cümleyi kuranın yine ben olduğumu sandınız değil mi? Hayır, ben değil Hunter'dı.
Gözlerimi devirip ondan en uzak kalan sırayı gözüme kestirip oturdum. Cam kenarına geçmiştim. O ise duvar tarafı hizasında oturuyordu. Hemen yan hizasındaki sırada ve önünde akşam yemeğinde masasında oturan çocuklar oturuyordu. Tabii ki de kralımızın yanı boştu.
"Başka ne olması beklenirdi, senin tek boş yer olan onun yanına oturman mı?"
Ön sırasında oturan çocukların benzerliğinden kardeş oldukları belli oluyordu. Hunter'ın mizacına ters olarak fazla neşeli görünüyorlardı ve aralarında hep bir gülüşme geçiyordu. Yan hizasında oturan çocuğun neden Hunter'la takıldığı hemen anlaşılabilirdi çünkü onun gibi burnu havada ve ciddi bir tavır sergiliyordu. Çocuğun yanında da az önce adını öğrendiğim Millie vardı. Ellerini çenesinin altına koymuş boş gözlerle tahtayı izliyordu. Üzgün müydü yoksa genel havası mı böyleydi, merak etmedim değil.
"Hemen gidip derdini bir sor istersen."
"Etraftaki insanları okumaya çalışıyorum beni biraz yalnız bırakır mısın?"
Sınıftakilere göz gezdirmeye başlayacakken sınıfa kızıl saçlı, yemyeşil gözlü ve ortalama boyu olan bir kız girdi. Elinde bir defter tutuyordu. Arka sıraları gözleriyle yoklarken yanımın boş olduğunu fark edip doğrudan yanıma doğru yürümeye başladı.
Daha önce ne kızıl bu tonunu ne de yeşilin bu tonunu görmüştüm. Yüzündeki uyum inanılmazdı. Kız yanıma vardıktan sonra yavaş hareketlerle yanıma oturdu ve elinde tuttuğu defteri sıranın üstüne koydu. Ardından yavaş olmaya devam ederek yüzüme döndü ve "Merhaba, ben Eve." deyip bir elini bana doğru uzattı.
Karşılık olarak samimi olacağını düşündüğüm bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. Elimi eline doğru uzatırken bileğinin iç kısmında minimal bir boyutta "X" dövmesi olduğu dikkatimi çekti.
"Merhaba, ben de Elissa." dedikten sonra tenim soğuk teniyle buluştu. Demek ki Eve'de bir vampirdi. Bu kısa selamlaşmanın bitişinde nihayet sınıfa uzun siyah bir cübbe giymiş uzun boylu kumral bir kadın girdi. Yakın gözlüğü olduğunu tahmin ettiğim gözlük, askısıyla boynundan aşağı sarkıyordu.
Sınıf geniş ve ferahtı. Dersin adından mıdır, içeriğinden midir bilemediğimden içerisi kahverengi ve yeşil tonlarına hakimdi. Dersliğin içine ilk girdiğinizde kapının karşısından itibaren ters L şeklinde olacak şekilde bir sürü bitki, bitki tozuna benzer materyaller ve bileşim oluşturabilmek adına karışım tüpleri ve ufak el ocakları bulunuyordu. Zaten sınıfta ağır bir yanmış ot kokusu esir almıştı.
Ben keskin bir koku almıyordum ama duyuları gelişmiş olanların nasıl dayanabildiğini merak etmiyor değildim. İçeri giren öğretmenin kibar hareketleri gözden kaçmıyordu çünkü sınıfın ortasında durduğunda tüm içtenliğiyle bize gülümseyip saygı duyduğunu göstermek adına başını hafifçe öne eğerek selam verdi ve söze girdi. "Merhaba sevgili öğrencilerim, birlikte eğitim göreceğimiz ve engin bilgilerimizi birbirimize aktaracağımız bir yeni seneye daha hoş geldiniz. Beni tanımayanlar için adım Serenity Ringer. Size şifacılık ve ot bilimi hakkında öğretilerde bulunacağım." ellerini çenesinin altında birleştirdi. Hala gülümsüyordu ve gülümsemesi sınıfa yayılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP (DÜZENLENİYOR)
Fantasy"Bütün bunlara sebep olan şey aşk mı?" diye bağırdım gürül gürül yağan yağmurun altında. Kollarımı iki yana açmış inanamayan gözlerle ona bakıyordum, karanlığa. Gür bir kahkaha duydum baktığım noktanın tersinden. "Sen söyle, aşk tüm bunlara değer m...