7.Bölüm🔥

8K 442 142
                                    

"Her şey renkli olsa bile içimize işleyen bir siyah hep vardır."

Gözlerini açtığında kendini yatakta bulmuştu, neler olduğuna dair en ufak bir fikri dahi yoktu. En son salona indiğini hatırlıyordu, gerisi çok bulanıktı. Zihnini zorladığında birkaç görüntü belirdi. Gördüklerinin tatlı bir rüya olduğunu düşünebilirdi, tabii eğer o sarılma olayı olmasaydı.

Evet, idrak edebiliyordu tahmin ettiği gibi ablası ölmemişti. Ama aklında bir sürü soru vardı. Madem ölmemişti madem hayattaydı neden hiç arayıp sormamıştı? Saçma sapan notlar göndererek neden onu bir zavallı konumuna sokmuştu? Şimdi düşününce o notlar oldukça şüpheli gelmeye başlıyordu. Ablasının durumunun oldukça kötü olduğu aşikârdı, birilerinden kaçtığı apaçıktı. Böyle bir durumda not gönderip kendini riske atar mıydı? Düşününce çok mantıksız gelmişti, zaten mantıklı gelen bir şey yoktu ki. Mesela ablası kimden ve neden kaçıyordu? Böyle bir yalana başvurmaya onu mecbur eden şey neydi? 


Düşündükçe başına katlanılmaz bir ağrı giriyordu, bu evde daha fazla duramazdı. Ruhu daralıyordu, odadan çıkıp hızlı adımlarla dar koridoru geçti. Merdivenlerden üçer beşer inip arkasından seslenenlere aldırış etmeden dışarı çıktı. Hedefi belliydi, gölün kenarına çıplak ayakla gitti. Ayağına batan şeyler umrunda değildi. Bank'a oturdu, derin bir nefes aldı. Temiz havaya ve soğuğun uyandırıcı etkisine ihtiyacı vardı. Düşünüp tüm bunlara mantıklı bir yön bulması lazımdı. Hatırlayamadığı o lanet olası zaman dilimini hatırlaması lazımdı. Ne olduysa ondan sonra olmuştu çünkü.


Eskiden huzur veren kuş cıvıltıları şimdi ona bir işkence gibi geliyordu. Sesler beynini tırmalıyordu. Dünde mahsur kalmıştı, bugünü yoktu. Bir eksiklik, zihninde doldurulmamış bir boşluk vardı. Yanlış giden bir şeyler vardı, ne kadar düşünse de bu melodrama kaçan olaylara bir kılıf bulamıyordu. Belinde gün geçtikçe kamburlaşan bu yük ona ağır geliyordu.


Düşünceleri bir gölge kadar koyu ve belirsizdi. Nereden tutsa orası elinde kalıyordu, zinhar çözemeyecekti bu çok bilinmezli denklemi.


Geçmişe takılı olan ruhu, geleceğin amâsı olmuştu. Onu teselli edecek, akıl danışabileceği dostlarıda yanında değildi. Hapsolduğu yerde hayatı sorguluyordu, tek yapabildiği buydu. Ölüm ve yaşam arasında bir yerlerdeydi, hangisi daha korkunçtu kestiremiyordu.


Maviliğini kaybetmiş deniz misali, tatsız ve ruhsuzlaşıyordu. Mutluluk dalgaları sahiline vurmuyordu. Eski Akşın olmayı çok istiyordu, en zifiri karanlıkta bile kendine bir yıldız yaratan o kızı çok özlemişti.


Bir leke vardı hatırlayamadığı, ruhunu gölgeleyen masumiyetini yitirmesine sebep olan faili meçhul bir leke. Geçmişe dair hatırladığı tek şey o lanet geceydi sadece, birde onu kurtaran gizemli adam. Önceden o kişinin Burak olduğunu düşünürdü, daha doğrusu böyle düşünmesine sebep olan birisi vardı. Evet, çok net hatırlıyordu. Hastahanedeyken Kübra ziyaretine gelmişti, ona olayı anlattığı zaman "Burak o aramızda kalsın babanla konuşurlarken duydum, baban ona teşekkür ediyordu," demişti. O sahneyi tekrar gözünde canlandırdığı zaman büyük resimde gördüğü tek şey vardı; o da Kübra'nın o anki tavırlarının tuhaflığı ve yapmacıklığıydı. Şimdi hatırlıyordu o adamın gözleri siyahtı, çok farklı bir kokusu da vardı. O koku ona o kadar tanıdık gelmişti ki o an. Kokunun nasıl bir şey olduğunu anımsamaya çalıştı ama nafile bir çabaydı. 

ALACA 365 GÜNÜN SIRRI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin