Nobody Knows

169 18 14
                                    

Ölüm ile yaşam arasında gelip giden bir ruh vardı ancak yaşama dönüp gözlerini açmaya inat ediyordu. Daha fazla dayanamadığı, kafasında öldürmeye çalıştığı birçok şeyle uykusunda acı sızı içinde savaşıyordu prens. Ölümün kollarına bırakıyorsa bile kendini son kez görebilmek isterdi Ten'i. Son kez güldüğünü görüp, iki saniye içinde bir aşka düşmesine sebep veren gülüşü görmek ve daha sonra ölebilmek isterdi.

Yaşamak uzak mı kalıyordu, ruhuna? Yoksa öğrenmek istemediği ancak bildiği cevaplardan mı kaçıyordu, aydınlıkla karanlık arasında kalmış ruhu?

Tanrı'nın yarattığı bu oyunu kabullenip savaşmak mı gerekliydi? Zihninde karmaşıklaşan bu ilişkiden kaçamıyorken zaten bu oyunu kabullenmişti. Sonunu her hesapladığında bir türlü iyi bitiremediği oyunu...

Bir gülüş belirirken zihninin en aydınlık köşesine doğru, içinde birkaç satır cümle yankılanıyordu.

7 yaşındayken bir rüya gördüm

Yolumun üzerindeki bir ağaca tırmanıyordum

Cennetten bir parça gördüm

Sabırsızca beni bekliyordu. *1

Kader prens'in etrafını ilk doğduğu andan itibaren kızıllığıyla sarmıştı. Ten'e ait olan kızıllıkla. Onu sarıp saran kızıllığın arasında birçok koyu renkten daha farklı olan ışıltısıyla belirmişti gözünün önünde Ten. Koşmak ve daha fazla koşmak istemişti, canının yanacağını bildiğinden. Ancak prens her koşuşunda biraz daha yaklaşmış kızıllığın kollarına ve düşmüştü.

Kalbimin içindeki bu boşluk başından beri oradaydı. *1

Yarı ölüyken bile canlı hissettiği bu aşka başından beri koşmuş ve düşmüştü. Kalbinin içindeki boşluğa doğru... İçini kendi sevgisini koyduğu ancak Ten'den gelmeyeceğini düşündüğü boşluğa doğru.

Şimdiyse kendine bir şeyleri daima itiraf etmekten kaçan güzel gülüşlü çocuk öylece prensini izliyordu. Bu süre zarfı içinde ezberlemişti her hattını prensin. İlk başta ilgisini çekmeyen bir çok detayına kadar.

Uykusunda sürekli kasılıp, acıyla inleyen prensine üzülüyordu. Kendine itiraf edemese de prensin ona bakmasını özlemişti. Kuşağını bağlarken fark etmeden içine çektiği kokuya bile hasretti. Şu ana kadar kokladığı bir çok çiçekten bile güzel kokuyordu prens.

Üzüntüden kalbinin çok acıdığını hissetmişti Ten. Daha birkaç gün önce çizdiği prensin resmine usulca akmıştı birkaç damla gözyaşı. Oradanda çizimdeki kırmızı kuşağa doğru yollarını bulmuşlardı. Yayılan kırmızı boyaya doğru baktı bulanık gözleriyle Ten.

Bir resim çiziyordum,

Resim senin resmindi.

Ve bir anlığına burada olduğunu hayal ettim.

Ama bir daha anladım ki bu gerçek değildi. *1

Birkaç damla gözyaşı bu kezde prensin gözlerinden usulca akarken Ten, içinden söylediği cümlelerle farkına varmıştı bir şeylerin.

Ve bunca zaman yalan söylüyordum

Gizliden gizliye kendime yalan söylüyordum. *1

Prens gibi iki saniye içinde olmasa da düştüğü aşkı fark etmişti. Kaçmaya çalıştığını bile fark etmeden bunca zaman, geceye yayılan hüzünüyle aşkını kabullenmişti.

Aynı düşüncelerin ağırlığı kaplıyordu şimdi bu ayrı iki zihni. Sevmek ve sevilmemek. Kavuşmak ve kavuşamamak.

Loş mum ışığının altında prensin yanında bir tek kendisi varken bir elini cılızlaşmış saçlara uzattı. Birkaç tutamı parmaklarının arasında nazikçe okşamış, hasret kaldığı kokuyu içine çekebilmek için burnunu da boynuna sürtmüştü Ten. Bunları prens uyanıkken yapsa ceza alacağını düşünerek tebessüm etti, Ten. Çünkü cezada alsa yaşadığı için minnettar olurdu.

Sesini bulabilmek için birkaç kez öksürdü Ten.

"Bir şeylerin farkına varmak aciz hissettirdi prensim ancak geç farkına varmam daha acizce."

Gülümsedi. "Nefes aldığınız her saniye minnettar olabilirdim, fark etseydim. Gözlerimi kaçırmaz, gizlice izlerdim belki. Bir erkeği sevmenin bir yanlışlığı yok bana göre prensim. Ancak halktan birinin bir soyluyu sevmesi yanlış olabilir belki."

Önce nefesini sertçe verip kıkırdayarak prensin kilo kaybettiği için daha da kemikleşen elini tuttu.

"Bilmiyorum ama umarım bu da yanlış değildir. Sorun olacak en büyük şey sanırım beni sevmeyecek olmanız. Size zaten bu acı duyguları yaşatan biri vardı, şimdilik bilmemin gerek olmadığını söylediğiniz."

Tutamadığı birkaç hıçkırığı bıraktı havaya doğru Ten. Ağlarken gülmenin çok zor olduğunu fark etmişti.

"Umarım..." dedi. "Umarım uyanırsınız. Ben sizi uzaktanda izlesem yeter. Sadece omuzlarınızdan geçirdiğim birkaç kıyafet ve bağladığım kuşaklar sayesinde aldığım o güzel kokuyu içime çekmem yeter. Uyanırsınız ve size bu acıyı tattırana gidersiniz. Sizi kabul edeceğine eminim, prensim."

Ağlaması daha da şiddetlenmişti, güzel gülüşlü hizmetkarın.

"Umarım sizi, sizin sevdiğiniz gibi sever. Kalbinizdeki her boşluğu tek tek doldurur. Umarım iyi bir kadındır."

Yaralarına baskı yapmadan sarıldı prense, Ten. Boynunda ağladı birazda.
İçini birazda kendi kalbinden prensin kalbine doğru döktü. Başından beri kaybettiğini düşündüğü aşkını akıtıyordu. Özlemini ve daha birçok korkusunu.

"Acılarınızı alabilmek isterdim. Bu şekilde sarılabilmek isterdim. Bizim için bir şeyleri kolaylaştırmak isterdim."

Burnunu sürttü yeniden kokusunu içine çekerken prensin.

"Uçurumun kenarındaymışım gibi hissettiyor. Düştüğüm bu aşka daha fazla düşebilecekmişim gibi."

Bir gözyaşı daha dudaklarına doğru yol bulurken Ten, konuşmaya devam etti.

"Bu gece soğuk var krallıkta, kaybolup uzaklara gittiğini hissedebiliyorum. *2 Umarım yanlış hissediyorumdur. Sizi ölümle bile paylaşmak istemiyorum. Birlikte olabildiğimiz bir dünya yaratmak isterdim. Birbirimize gülümsediğimiz, özgürce sevebileceğimiz..."

Kafasını biraz kaldırıp prense baktı.

"İzin istemeden şiirlerinizi okudum ancak pişman değilim. Prensim, ben olamaz mıydım? Aşkına muhtaç olduğunuz. Sarıp sarmalamak istiyorum, tüm sevgimle... Yaralarınızı iyileştirebilmek, size nefes olabilmek istiyorum. Ama önemli değil sevmesenizde, yaşamanız bana yetecektir. Umarım uyanırsınız ve güzelce gülümsersiniz."

Prens'te , Ten'de zihninden aynı cümleleri geçirdi.

Kimse bilmiyor, kimse bilmiyor. *1

"Seni sevdiğimi."

.
.
.
*1 | Aurora- Runaway
*2 | Alec Benjamin- Let Me Down Slowly

Without You |TaeTen|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin