Çok düşündüm „nerden başlayabilirim" diye, sonra yine fark ettim ki, bu hikayenin bir başı yok. İçimden geçen o kadar duygu varken, kelimeler az veya artık yetersiz kalıyor. Ben kendime anlatamadığım bu durumu sana anlatmaya geldim. Çok denedim „söyle" dedim ama cesaretin bittiği yerde korkular sarıyor insanin içini. Evet, korkular çünkü kaybedecek çok şeyin vardır bir insanı kalbine aldığın an.
„Sen ne ara bu duruma geldin?" diye soruyorum kendime, ve yine cevapsız kalan bir soru aklımda. Hayatta hep günleri saymak için bir nedeni olur insanın. Doğum gününe haftalar, maaşı almaya günler, sevdiğini görmeye saatler kalır.
İşte onu ilk gördüğüm o anın üstünden iyisiyle, kötüsüyle bir beş sene geçmiş. O günü sanki dün gibi hatırlamak çok garip midir?. bir heyecan sarmıştı içimi, beklenmedik bir anda onun yanında buldum kendimi. Kalın bir kazak ve soğuktan yüzümün yarısını içine gömdüğüm bir mont. Şu an fark ettim de, hiç çekici bir görünüm olmamış. Akşamın ilk saatleri olmasina rağmen karanlık çökmüştü erkenden. Farları gözümü alan arabanın üstüne doğru yürürken, ona doğru ilk adımlarım olduğunu biraz geç anladım. Sıcak cebimden çıkardığım elimle kapıyı açmak isterken, kapının bozuk olduğunu fark ettim. Heyecanlı olup birde „rezil mi oldum?" duygusunu bir anda yasamak hiç de komik değil. benim için tabi, çünkü kapının birden açılmasıyla karışımdaki gülen adam bu durumdan pek eğlenmiş gibi duruyor.İşte onu gördüğüm o ilk an...