Yüzüme vuran güneş ışınlarının sıcaklığı rahatsız olmamı sağlamıştı. Kafamın altındaki yastığa sıkıca sarılıp uykuma devam edecekken burun deliklerimi istila eden o erkeksi kokuyla kaşlarım çatıldı. Ne zamandan beri erkek parfümü kullanıyordum ben?
Gözlerimi yorgunca açtığımda kafam resmen zonkluyordu. Dün gece içkiyi fazla kaçırmış olmalıydım. Gözlerimi bembeyaz tavana dikip elimle alnımı ovaladım.
Aklıma birden dün gece olanlar geldiğinde hızla yattığım rahat ve yumuşacık yataktan kalktım. Bulunduğum odayı baştan aşağı süzdüm. Burası benim küçük ve eski odamın aksine oldukça büyük ve moderndi. Ben neredeydim? Burasıda neresiydi böyle? Hem Duru neredeydi? Yoksa kaçırıldım mı?
Üstüme örttüğüm pikeyi hızla kenara attığımda üstümde dün giydiğim kırmızı elbise yoktu. Neredeyse 2 beden büyük siyah bir erkek şortu ve üstümde ise beyaz v yaka bir tişört. Bunları hangi ara giymiştim? Veya doğru soru şu. Bunları ben mi giymiştim?
Kapı birden tıklatılınca istemsizce irkildim. Korku filminde miyiz lan? Kapı tıklatılmalar falan. 'Gel' diye seslendiğimde içeriye üstünde bembeyaz bir gömlek ve siyah bir etek giymiş orta yaşlı bir bayan girmişti. Elinde ise birkaç parça kıyafet vardı.
"Günaydın efendim." dedi. Kaşlarım çatık onu umursamadan direk sorumu sordum. ''Ben neredeyim? Ve sen kimsin?" dedim. Kadın bana yaklaşarak yatağın kenarına elindeki kıyafetleri koydu ve geri çekildi.
''Ben bu evin çalışanıyım. Size birkaç parça kıyafet getirmem söylendi giydikten sonra aşağı inmenizi bekliyor efendim.'' dedi. Ahh çıldıracaktım ne oluyordu böyle? Kadın konuşmama izin vermeden hızla odadan çıkarken yataktan kalktım. Koskoca yatağın ucuna koyduğu kıyafetlere baktım. Düz beyaz bir tişört ve siyah kot bir pantolondu. En azından üstümdeki erkek kıyafetlerinden daha iyiydi.
Hemen üstümdeki erkek kıyafetlerinden kurtulup hizmetçinin getirdiği kıyafetleri giydim. Odanın içinde bulunan banyoya girip tipime çeki düzen verdim. Odanın içindeki banyodan çıktığımda gözüm pencerenin önünde duran koltuktaki elbisem ve ayakkabıya kaydı. Ahh demek buradaydınız.
Hızla ayakkabıyı ayağıma geçirip elbiseyi elime aldığım gibi odadan çıktı. Önüme çıkan uzun geniş koridorda yönümü sağa çevirip ilerledim. Bu ev kiminle oldukça zengin biriydi. Çünkü ev o kadar büyük ki bizim evin 10 katı gibi bir şeydi.
Merdivenlerden inip salon diye düşündüğüm büyük kapılı odaya doğru yürüdüm. İçerden bir takım sesler geliyordu. Kapının biraz gerisinden içeri baktığımda gördüğüm tanık yüzle şoka girdim.
Dün yanlışlıkla yumruğumu suratına geçirip bir de üstüne kaçtığım çocuktu bu. Şimdi ne yapmam gerekiyordu acaba kaçsam mı? Yoksa gidip ayaklarına yapışıp 'Ben vurmadım sana benim ikizim vurdu. Kıyma bana.' diye yalvarsam mı?
Salak gibi hala adama ağzımı açık bakıyordum. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bu adam oldukça yakışıklı ve çekiciydi. Dün bana attığı o korkunç bakışların aksine daha sakin bakıyordu etrafa.
Düşüncelerimden kurtulup sakin adımlarla salona girdim ve hiç vakit kaybetmeden konuştum.
"Sen de kimsin? Ben neden buradayım? Ve Duru nerede?" dedim. Sanırım biraz bağırmış olmalıydım sesim büyük salonda yankılanmıştı.
Adam cevap vermiyordu. Sehpanın üstündeki paketten sigarasını çıkartıp ağzına götürdü. Kaşlarım çatık her hareketi izlerken çakmağı sigara yaklaştırdı. Derin bir nefes çekip sigaranın yanmasına yardımcı olurken yanaklarında çukurluk oluşmuştu. Bu onun daha da çekici gösteriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Güneşi +18
Dla nastolatków"En karanlık gece bile sona erer ve güneş tekrar doğar!" -Victor Hugo- ××× O Ateş'ti. Yansa da küllerinden tekrar doğacak adam. Kendi çözülmez hayatını aydınlatan ışığa hayır diyebilecek miydi? Yoksa kendisini yakıp kül edecek aşka mı gidecekti...