Normalde bölüm başına bir şey yazmıyorum ancak artık her bölüm başında sizden bir ricada bulunacağım. Yorumlarınızı içinizde tutmayın lütfen. Yorum görmek gerçekten yazma istediğimi arttırıyor ve mutlu oluyorum... hadi bölüme geçelim zaten en sona da yazağım bir şeyler.
Bir de, sizce hangi yıldız yakışıyor yıldız gözlü çocuğun gözlerine? (☆ - ★) bence sağdaki daha güzel duruyor umarım anlamışsınızdır ddhdh
***
"Ağabey, ben hekimin yanına gidiyorum!" Loreana, evin siyah perdelerini çekerken seslendi Jimin'e. "Bir de, piyano öğretmenine anahtarı vereceğim. Kapıyı açtığında güneş ışığı sana gelmesin." Alnına düşen turuncu buklelerini de düzeltip çantasını aldı eline. "Bu yüzden öğretmeni, kendisinin içeri girmesi için uyaracağım. Lütfen, onu güzel karşıla." Kapıyı açıp son kez seslendi ağabeyine, "Seni seviyorum ağabey, kendine dikkat et!"
Kapının kapanma sesiyle sıçrayarak uyandı Jimin. "Ne?" Şişmiş gözlerini ovuşturarak kendi odasının, kapısına baktı. "Loreana?" Cevap gelmediğinde, kardeşinin hekimin yanına, eğitim görmeye gittiğini anladı.
Esneyerek gerildi uzandığı yerde. Her günü gibi, bu gününün de aynı sıkıcılıkta geçeceğini düşünerek iç çekti ve banyosuna gitti. Güzel geçen bir günü olmuyordu, her günü bir öncekinin aynısıydı ve Jimin'in canını en çok sıkan şey de, bu duruma alışmış olmasıydı. Zaten alışmaktan başka bir seçeneği de yoktu.
Elini, yüzünü yıkayıp dişlerini fırçaladıktan sonra aşağı indi ve Loreana'nın, Jimin için hazırladığı kahvaltıya oturdu. Karşısında duran piyanoya baktığında aklına yıldız gözlü çocuk gelmişti.
Unutmadığın için onun bir suçu yoktu. Hayatında, bir yerinin olmamasına rağmen tutundun o yıldızlara. Çocukken yıldızlarıyla parlıyordu o gözler. Artık parlamıyordu, sönmüş veyahut düşmüştü gözlerinden, o tutunduğun yıldızlar. Fakat hala güzeldi işte, yıldızlar bir çocuğun bahanesiydi. Güzel olan oydu, onun gözleriydi.
Birkaç parça daha peyniri ağzına atıp masayı topladı Jimin. Ağladığını bile fark etmeden odasındaki banyoya girip duş aldı.
Duştan çıktıktan sonra alt kattan gelen, perdenin çekilme sesleriyle irkildi genç adam. Merdivene doğru yönelirken eline demir bir bibloyu almayı da ihmal etmedi. İhmal ettiği tek şey, ıslak vücudunu saran, yalnızca bir havlu parçasının olmasıydı.
Basamakları sessizce indiğinde, daha önce de gözlerinin değindiği birinin sırtıyla karşılaştı. Jungkook olduğunu hemen anladı Jimin. Anlamadığı tek şey, neden evinde olduğuydu.
Jungkook kendince söylenerek perdeyi açtığında, Jimin bulunduğu durumun farkına vardı ve güneş ışığı vücuduna değmeden yukarı, odasına koştu.
Alt kat tamamen güneş ışığıyla aydınlanırken Jungkook, duyduğu sesle merdivene baktığında saniyelikte olsa Jimin'i görmüştü. "Bayım, iyi misiniz?" Jimin, yatağına oturup hızlıca nefes alıp vermeye başladı. Güneş ışığı, vücuduna değmiş miydi diye düşündü bir yandan da.
"Jungkook! Buraya gelebilir misin?" İlk başta sesi yüksek çıksada, kendini toparlayıp kibarca bir istekte bulundu. Jungkook neler olduğunu anlamaz bir tavırla ıslak merdivenleri çıkarken ayağı kaymıştı ve son anda merdivenin korkuluğuna tutunabilmişti. "Geliyorum, Bay Jimin."
Jimin, bir yandan yüzünü bir yandan da kollarını kontrol ediyordu. Gerçi güneş ışığı gelse bile, etkisini daha sonradan belli ediyordu. "Buradayım." Genç adam, odasının yerini belli etmek için seslendi yıldız gözlü çocuğa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IPOMOEA 'Jikook
FanfictionJimin'in karanlığını aydınlatan yalnızca, onun gözlerindeki yıldızlardı. Fakat o yıldızlar kaydı birer birer. Gören herkes dilek tuttu. Yanan ise, onlardan başkası değildi. O gece, iki çocuk birlikte uyudu burun buruna. Biri güneşe sahip değildi, bi...