-7- Memory #2

710 57 68
                                    

Tony:

Gözlerimi yere dikmiş, yaklaşık yarım saattir yalnızca düşünüyordum o odaya girdiğinde.

Başımı kaldırıp ona baktım, gözlerimiz buluştu o kapıyı kapatırken.

“Merhaba.” Sesi yumuşaktı, yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

“Selam.” dedim onun gibi gülümsemeye çalışarak. Ancak muhtelemen acı çekiyor gibi gözüküyordum ki bu yanlış da sayılmazdı.

Bana doğru yaklaşırken “Sorun nedir?” diye sordu ve bir kez daha ne hissettiğimi bu kadar çabuk anlayabilmesine hayran kaldım.

Yavaşça yanıma oturdu.

“İyiyim.” dedim.

“Tony,” İsmim uyarır gibi dudaklarından döküldü. “Gözlerinden anlaşılmıyor mu sanıyorsun? Maximoff sana ne gösterdi?”

Dirseğimle hafifçe karnına vurdum. “Sen ve her şeyi anlayan şu zekan.”

Gülümserken yatağın üzerinde duran elimi tuttu.

“Anlat bana.”

Bakışlarımı kaçırdım. “İstemiyorum.”

Gördüklerim beni öylesine korkutmuştu ki kendimi bir kabusun içinde gibi hissetmiştm ve sanki bir daha asla uyanamayacaktım. En büyük korkum capcanlı bir şekilde karşımdaydı ve hayatımda daha fazla korktuğumu hatırlamıyordum. Her şey aklımda yeniden şekillenirken başımı iki yana salladım.

“Tony,” Kolları sarmaşık gibi bana dolanıp bedenimi onunkine yasladı. Ellerini belimde sabitledi. “Tatlım, benimle seni üzen şeyleri paylaşman için hayatındayım. Yoksa hiçbir anlamı olmaz ki birlikte olmamızın.”

Nefesimi dışarı verdim. Her zaman haklı ve ikna edici konuşmasından nefret ediyordum. Sözleriyle üzerimde sürekli bir etki kurabilmesinden ve bunun çok iyi farkında olmasından da nefret ediyordum. Beni neden bu kadar iyi tanıyordu ki? Ya da nasıl bu kadar çabuk etkileyebiliyordu? Bu ondan mı kaynaklanıyordu yoksa benim ona olan aşkım yüzünden miydi?

“Ben,” Cesaretimi toplayıp söze başlasam da görüntüler aklıma yeniden nüfuz ederken sustum. Başımı göğsüne yasladım. “Korkunçtu.” dedim. “Çok korktum. Hatta dehşet içindeydim. Ben...”

Duraksadığımda saçlarımı öptü. “Anlatmaya ihtiyacın var. Devam et tatlım.”

“Banner, Clint, Romanoff, Thor; onlar... Tanrım, onlar... Ölmüştü. Benim yüzümden. Sadece onlar değil. Steve, sen... Sen de ölmüştün.”

Parmakları yavaşça tişörtümün ucunu kaldırıp tenimle buluştu. Cildimin üzerinde hayali daireler çizerlerken bir nefes verdim. Susmasının sebebinin devam etmemi istemesi olduğunu biliyordum.

“Aslında öldüğünü sandım. Yanına gelip nabzını yokladım. Aniden bileğimi yakaladın. Bir an için şükranla doldum ancak ‘Bizi kurtarabilirdin.’ dedin ve orada, karşımda... Tanrım...” Gözlerimi yumup o lanet olası görüntüleri aklımdan kovmaya çalıştım. Ancak olmuyordu, zihnim ele geçirilmiş gibiydi. Berbattı, Steve'i karşımda ölü görmek berbattı. Onu kurtaramamış olmam ve daha iyisini yapsaydım yaşayacağını bilmek beni mahvediyordu. Onu güvende tutamamak içimi acıtıyordu. Onu daha yeni bulmuş, ona daha yeni sığınmışken benden kopması canımı öylesine yakıyordu ki.

“Tony,” Adımı fısıldadı. “Benim Tony'm.” Kolları beni sıkı sıkı sardı. “Bu senin suçun değil. Asla olmayacak. Hepimiz eninde sonunda öleceğimizi bilerek bu yola girdik. Bunu bile bile bu takıma dahil olduk Tony. Bu konuda kendini asla suçlama, sakın. Sen her zaman elinden gelenin en iyisini yapıyorsun ve bir gün içimizden biri ölecek olursa... Bu kendi seçimimiz olur Tony. Senin suçun ya da eksikliğin değil.”

The Day You Left Us|StonyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin