medya; cr. marzbos
Sabahın erken bir saatiydi ve her ne kadar okula gidecek olsam da dışarıya adımımı atmamla rahat bir nefes aldığımı hissetmiştim.
Hasta olduğumdan evde tıkılı kalmıştım ve boğulmuştum. Jungkook hiçbir zaman beni yalnız bırakmamıştı, aksini her seferinde teklif etsem de, ama evin havası boğuyordu işte beni. Ev kuşu değildim ben. Sürekli dışarı çıkmak, parklarda dolaşmak, yeni kahve dükkânları keşfetmek isterdim; bu yüzden geçtiğimiz hafta sonu benim için tam bir işkenceydi.
Uyandığımda kendimi oldukça dinç hissedince ikinci bir kez daha düşünmeden hazırlanıp okula geldim. Gerçekten erken bir saatti ama kimin umurundaydı? Günlerdir yatıyordum zaten. Otobüsten bir durak önce inip biraz yürümek de iyi hissettirmişti. Ellerim montumun cebinde, burnumun soğuktan kızardığını hissederken yürümek ve sabah havasını solumak zihnimi açıyordu.
Jungkook'u uyandırmadan ayrılmıştım evden. Jungkook ile ilgili bildiğim bir şey varsa o da erken uyanmaktan nefret ettiğiydi. Gerçi erken de uyansa kendi kendine uyanmayı yeğleyeceğini düşündüğümden onu öylece bırakıp çıktım evden. Sadece uyanıp da beni göremeyince bana çok fazla kızmamasını umuyordum.
Ona kalsa hâlâ hastalığımı tam olarak üzerimden atamamıştım ve biraz daha dinlenmem gerekliydi. Sevimli çocuk, tüm hafta sonu bana ne kadar iyi baktığından bîhaberdi. Ben gayet iyiydim, öncesinden bile.
Kampüs ıssızdı ve bu durum inceden hoşuma gidiyordu. Fakülte binasına doğru keyifle adımladım. İçimde, daha önce tanık olmadığım bir heyecan vardı. Böyle sürekli gülümseyesim ve şarkılar mırıldanasım vardı.
Bunun, artık iyileşmemden kaynaklandığını düşünüyordum çünkü aklıma başka bir sebep gelmiyordu lâkin bu da çok saçma duruyordu.
Elbette insan, vücudu olması gerektiği gibi çalışınca ve halsizliğini üzerinden atınca mutlu olurdu ancak... bilemiyorum.
Yarı yolda yönümü değiştirip kafelerden birine ilerledim. Yolda gelirken kahve dükkânına uğrayıp kahve almak istememişti canım. Daha doğrusu kuyruğa girmek istememiştim.
Şekersiz bir kahve alıp yeniden fakülteye doğru ilerledim. O gün Seokjin hyunga şekersiz içmeye başladığımla ilgili yalan söylediğimden bunun artık gerçekleşmesi gerekiyormuş gibi hissediyordum. Belki bu evrenin bana sağlıklı yaşam için bir mesajı bile olabilirdi, başka yalanlar uydurabilecekken bunu söylememin bir nedeni olabilirdi.
İlk yudumumu biraz yürüdükten sonra alsam da dilimi haşlamayı becermiştim. Duraksayıp elimin tersiyle dudaklarıma taşan kahveyi silerken Seokjin hyungu fakülte binası önünde bir köpeği severken gördüm. Üzerinde şişme bir mont vardı ve saçları diğer günlere göre daha özensiz duruyordu. Yine de bu, onun görünümünden hiçbir şey eksiltmemişti.
Olduğum yerde dikilmeye devam edip onun yerde yatan ve sevilmesi için yuvarlanan köpeği okşamasını izledim. Etrafında başka hiç kimse yoktu. Köpek keyifle dilini çıkarmıştı ve Seokjin hyungun ince parmaklarının sırtında dolaşmasının keyfini çıkarıyordu.
Sağ işaret parmağında fark ettiğim yüzükle, geçen hafta tuttuğu elimin karıncalanma hissini görmezden geldim.
Onu buradan böyle, hiçbir şey yapmayarak izlemesi zevkliydi. Soğukta dikilmekten başka bir şey yapmıyordum ve kahvem de gitgide soğuyordu ama önemsizdi.
Bir kere o çok güzeldi. Daha önce onun Antik Yunan heykelleriyle benzeştiğini düşünmüştüm ve bir heykeli nasıl izleyip bundan zevk alabiliyorsanız aynı şey onun için de geçerliydi. Açık renk teninin üzerinde bir kirazdan farksız olan dudakları kıpırdandı ve keyifle gülümsedi. Köpeğe sevimli şeyler söylüyor olmalıydı. Olduğum yerden onu pek duyamıyordum ve dudak okumakta da iyi değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
simurg'un siyah kanadı | namjin ✓
Fanfiction"Sen kanadımdan bir tüy götürerek, her zaman benim himayemin gölgesine sığınabilirsin Eğer düşmanların sana bir güçlük çıkarırsa, iyi veya kötü bir harekette bulunurlarsa Benim tüyümü ateşe at, işte o zaman kudretimi görürsün Çünkü ben seni kanadımı...