medya; cr. marzbos
Bir an için bulutların üzerindeyken bir an yere hızla çakılmış hissettim.
Seokjin hyung büyük bir hızla bizi kantine getirdiğinde elimi bırakıp kapıyı sertçe ittirdi ve bizi içeri aldı. Saç uçlarımdan zemine damlalar düşerken elimi karnıma yerleştirip baskı uyguladım. İyi koştuğuma inanıyordum ama Seokjin hyung benden de hızlıydı ve karnımın sancılanmasına neden olmuştu.
O kadar hızlı koşuşumuz ardından paçalarımız oldukça fazla ıslanmıştı, bir dereden geçmiş kadar. Saçlarımız da yağmurdan nasibini baya almıştı. Seokjin hyungun biraz önce düzenli bir şekilde yana doğru kaydırılan perçemleri bozulmuştu. Kendim ne haldeydim biliyorum ama berbat görünmek istemiyordum. Normalde görünüşümü takan bir insan değilim ama yanımda Seokjin hyung varken ve o ortalamayı alt üst ederken düşünmemek saçmalık olurdu.
Gözlerimi kantin içerisinde dolaştırdım. Ancak gözlüğüm yine buharlanmış ve ıslanmıştı. Boş yer varsa da göremiyordum. Gözlüğümü elime aldığımda Seokjin hyung beni "Orada yer var," diyerek bir tarafa doğru çekiştirdi ancak miyop gözlerim gözlüklerim takılı değilken orayı tam olarak göremiyordu. Yürürken gözlüğümü silmeye çalıştım ve görebileceğime emin olup da taktığımda onu daha iyi takip edebildim. İkimiz de duvar kenarında kalan boş masaya oturduğumuzda soğuğu daha fazla hissetmeye başladım. Hasta olacağım artık su götürmez bir gerçek olmuştu. Ama şimdi bunu düşünemeyecek kadar güzel bir anın, güzel bir tablonun karşısındaydım.
Seokjin hyung gerçekten yakışıklı bir adamdı vesselam. Ama ıslakken? Herkes ıslandığında köpek yavrularına dönerken bu adam yakışıklılık mertebesine bir çıta daha çıkarıyordu.
Onun karşısında ıslak bir köpek yavrusuna döndüğüm düşüncesi rahatsız hissetmeme neden oldu. Parmaklarımı saçlarıma atıp karıştırdım. Bakışları elimdeyken elim saçlarımda kaldı. Onları ağırca indirdim.
"Saçlarını neden beyaza boyadın?"
Ufak bir sırıtışla omuz silktim. Bu uzun bir hikâye sayılırdı. Önce ona Simurg'tan ve Zâl'den bahsetmem gerekirdi ama şimdi doğru zaman olduğundan emin değildim. "İhtiyar doğduğuma inandığımdan." Kaşlarının ilgiyle havalanmasını keyifle izledim. Merak duygusunu daha da kamçılamış gibi hissediyordum. Bu keyiflendirdi. "Bunu daha sonra açıklarım," dedim gülümseyerek. "Şimdilik sadece içimden geldiği için diye bilmen yeterli."
Yüzünü eğerek gülümsedi ve böyle yaptığında daha güzel olduğunu biliyor muydu? Gözlerim üzerinde gezindi. "Ama sende yakışıyor. Daha önce beyaz saçın bir insanda bu kadar güzel duracağını düşünmezdim. Özellikle de doğal rengi siyahken."
Ondan iltifat almam yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Gülümsemem gözlerime dek ulaşmış ve onları kısmıştı. Kısık sesle teşekkür ettim. Umarım utandığımı fark etmemişti.
Geriye doğru yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Resmen bana onu seyretmem için neden veriyordu. Seyrederdim de, aklıma kahveler gelmeseydi.
"Ah, kahveleri unuttum," diyerek ayaklandım. Ona teklif eden bendim ve dakikalardır karşısında oturuyordum. "Kahveni nasıl içersin hyung?"
"Sütlü, şekersiz."
Başımı sallayıp kantine ilerledim ve siparişleri verdim. Kantin kalabalık olmasına rağmen sıra yoktu. Herkes yağmurun dinmesini beklemek için buraya gelmiş gibiydi.
Arkamda kalan Seokjin hyunga döndüğümde başını duvara yaslamış ve gözlerini kapatmış olarak gördüm. Çok yorgun görünüyordu ama güzelliği gram eksilmiyordu. Bu, kıskanma duygumu harekete geçiriyordu. Seokjin hyung gerçek gibi durmuyordu çünkü. Bir Antik Yunan heykelinden farkı yoktu. Beyaz ve pürüzsüz. Enfes.
Özellikle de bir kirazdan farksız olan o dolgun dudakla-
Çalışan, iki karton bardağı uzattığında silkelenip kendime gelmek zorunda kaldım. Saniyeler içerisinde aklım yine bir yerlere uçmuştu. Kantinde gibi değil de Simurg'un Gaokerena'daki yuvasında gibiydim. Kendi dediğime gülümsedim. Simurg'umu bu sıralar biraz ihmal ediyordum ve onu sadece düşüncelerimi tasvir etmek için kullanıyordum. Umarım bana çok kızmıyordur.
"Kahveler geldi." Gözlerini aralasın diye söyleyerek oturduğumda sol elimdeki bardağı ona doğru uzattım. Hemen bardağa uzandığında çok kısa bir an parmağı parmağıma değmiş ve karıncalanma hissi de beraberinde gelmişti.
Saçmalıyordum. Vücudum saçma tepkiler veriyordu. Bu, sadece basit bir temastı. Altında hiçbir anlam bile yoktu. Neden vücudum böyle tepkiler veriyordu? Daha biraz önce elim zaten adamın elindeydi. Bu çok saçmaydı.
Kendime sinirlenişim yüzüme yansımış olacak, kahvesinden bir yudum alan Seokjin hyung kaşlarını çatarak bardağı bıraktı. "N'oldu Namjoon? Yüzün ekşidi."
Hemen yüz ifademi değiştirdim. Gülümseyerek başımı iki yanıma salladım. "Bir şey yok. Sadece kahvenin şekerli oluşuna kızdım."
"Ama daha içmedin ki?"
Pekâlâ, yakışıklı bey, beni izleme de yalan söyleyebileyim.
"Sorun da o zaten. Şekeri daha geçen hafta bıraktım ama sipariş verirken unutmuşum."
Yalan.
"Hım... Sorun olacaksa benimkini içebilirsin." Önündeki bardağı parmağı ile bana doğru iteledi. "Ben şekerli de içerim, fark etmez."
Bakışlarım kahve ile yüzü arasında mekik dokurken başımı sert bir şekilde sallamış olmalıyım, gözlüğüm burnuma kadar düştü. "Yok, hyung, sen iç kendininki. Bir kereden ölmem ya."
"Eh, sen bilirsin." Bardağını yeniden eline alarak sırtını yasladı ve öyle içmeye devam etti. Benim şu noktadan sonra ne diyecek bir şeyim vardı, ne de anlatacak bir olayım. Rahatsız olmasın diye bakışlarımı karşımda kalan camdan dışarıya yönelttim. Yağmur hâlâ son sürat yağıyordu ve bizim bir süre daha burada böyle oturacağımıza işaret ediyordu. Yaklaşık yarım saat önce şemsiyemi almadığım için kendime kızarken şimdi iyi ki dememin nedeni sadece Seokjin hyungla karşılıklı kahve içmem miydi?
Altında çok daha başka şeyler vardı. Normalde her hikâyeyi, her şiiri tahlil edebilen ben bu noktada kendi hislerimi tahlil edemiyordum ama çok uzun sürmezdi. Elbette bulurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
simurg'un siyah kanadı | namjin ✓
Fanfic"Sen kanadımdan bir tüy götürerek, her zaman benim himayemin gölgesine sığınabilirsin Eğer düşmanların sana bir güçlük çıkarırsa, iyi veya kötü bir harekette bulunurlarsa Benim tüyümü ateşe at, işte o zaman kudretimi görürsün Çünkü ben seni kanadımı...