Dilber, başından geçen olaylardan dolayı çok acılar çekmiş, çok ağlamış, insanlığın kimi haksızlıklarına karşı büyük bir nefret duymuş; ama şiddet bilmeyen ince duygululuğu ile heyecana gelmemişti. O sabah, göz yaşları arasından geçerek, karşısında gülümser gibi görünen kadına çevrilen bakışında bir şiddet, o küçük (ve) güzel ağzından birbiri arkasından dökülen sözlerinde bir üzüntü, bütün hâl ve tavırlarında şaşırtıcı bir coşkunluk vardı. Öfkeden birbirine dokunarak, doğanın sanatçı elinin varlığını süslemek için kullandığı incilerdeki güzel seçime, düzene ve ölçüye kanıt olan dişlerinin arasında kaybolmuş sözler, göz yaşlarıyla silinmiş sözcükler, ruhun yücelik ve nefretinde bedende beliren titremeler, ayaklar altına alınmak istenen aşkın heyecanıyla saçlara gelen ürpermeler içinde konuşuyordu. İşitmemek için elleriyle kulaklarını kapadığı bir "öneri," bir gölü kaynatan fırtına gibi, huyundaki ve yaradılışındaki dinginlik ve tatlılığı coşturmuştu.
Hindistan'ın doğu hayâllerini taçlandıran mücevherlerini sunan ve bir tüccarın bütün hazinesini ortaya koyan bu "öneri", satın alınmış bir esirin yüreğini kendi isteklerine boyun eğdiremediğini görünce, şiddete, tehdide başvuruyordu. Hepsi faydasız! Belki de, bu esir akla uygun şeyleri kabul etmez bir inatçı, kendisine edilen iyiliği anlamaz bir nankör, efendisinin emrine boyun eğmez bir âsi idi. Hayır! İnsanlığın yüreğini bilenlerce öyle değil! Dilber, her türlü öneri ve korkutmalara karşı etkilenmeyecek demir gibi bir irâde kesilmişti. Doğu hayâllerinden olarak nisan yağmurunun ilk damlasını alır almaz kapanıp da bir inciyi saklayan sedefler gibi, Celâl Bey'in esinlendirdiği aşkı saklayan yüreği hiç bir emel ve isteğin girmesine izin vermiyor, hiç bir kimseden gelecek iyiliğe açılmıyordu.
Aşkı uğruna büyük bir sevinç ve coşkuyla büyük özverilerde bulunarak, acılar içinde geçen bu hayatında her elemi avutan vicdan rahatlığına sahip olmak istiyordu. Yanındaki kadına öfkeyle, "Efendinizin hazineleri, mücevherleri varsa, benim de gönlüm var. Odalık mı? Ben onun yüzünü gördükçe nefretimden tüylerim ürperiyor. Git, kendisine böyle söyle!" deyince, yanındaki kadın sabrını kaybederek doğru huzuruna çıktığı efendisine, bunun cür'eti, isyânı, küstahlığı cezasız bırakılırsa, kızların eğitimi için olan görevini kabul etmeyeceğini kesin bir dille söylediği için, Dilber'in hapsedilmesine karar verildi.
Bütün ev halkının içinde bu karar, bu emir, yalnız Cevher'i öfkeden delirtecek derecede heyecanlandırarak, sofanın ortasında yüksek sesle, "Kafkasya'nın asil halkının, o mert vasıflara ve göz okşayıcı güzelliğe sahip bir kavmin, Afrika tâcirlerinin ellerinde böyle mahvolması doğru mu?" yolundaki çığlıkları arasından geçirdikleri Dilber'i, ikinci katta, gün ışığına karşı demir pancurları kapanmış, soğuk, karanlık bir odaya koydukları zaman, neşeden çok hüzün ifade eden bir gülümseyişle, "İşte Kleopatr, Mısır'ın bir odasında mahpus," dedi.
Sevdiğinin gülerek verdiği bu ad, kendisine pek hoş geliyordu. Dilber hapsedildiğinin ikinci gecesinde, insanlığın aklına yabancı (olan) bir takım korkunç düşüncelerin acı veren ağırlığı altında eziliyormuş gibi, yuvarlaklığı, beyazlığı şaşkınlık uyandıran uzunca boynunu öne doğru eğerek düşünüyordu. Düşünceli gözlerinin önünden, geçmişin unutturan eliyle belirli renkleri silinmiş bir takım uçuk renkli hayâller geçiyor, kimi zaman çocukluğunda gecenin o korkunç, derin karanlığı içinde boş yere anneciğini aradığını; kimi zaman esircinin Ortaçağ zindanlarını andıran evinde, en son gece kendisine musallat olan gecenin karanlık yaratıkları ile geçirdiği zamanı hatırlıyor; olaylar zinciri, serüveninin daha ileri taraflarıyla ilgili hayâlleri canlandırınca, Celâl Bey'in kolunu hâlâ incecik belinde, ilk aşk öpücüğünün ateşli etkisini hâlâ dudaklarının üzerinde duyuyor; doğanın, durumunu ve konumunu düşünmeden kendisine verdiği bu duyarlı yüreğinde açılan yaraların yavaş yavaş kanadığını duyuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sergüzeşt
General FictionDilber Kafkasya'dan Türkiye'ye getirilmiş genç bir kızdır. Halayık olarak çalıştığı konaklarda çeşitli zorluklarla karşılaşır. Samipaşazâde Sezai Dilber'in Kafkasya'da başlayıp Mısır'a kadar uzanan hüzün dolu sergüzeştini anlatır. Sevgilisi Celâl Be...