asıl olaylara giriş yaptığımız bölüme hepiniz hoş geldiniz! keyifli okumalar dilerim!!
(aynı zamanda #BOOM2NDWIN be oley be)
Hiçliğin ortasındayken bir anda etraf aydınlanmış ve başındaki ağrı geçmişti. Uzandığı yerde yavaşça doğruldu ve etrafa baktı. Alışılmışın aksine normal bir ortamdaydı, ayrıntı vermek gerekirse normal bir odaya benziyordu.
Her şeyden önce normal bir insan bedenindeydi. Önceki seferki gibi tuhaf nesnelerden oluşmuyordu. O anki aklıyla bunu kavramış sayılmazdı, her şey normal görünüyordu. Bir rüyada olduğunu ise fark etmemişti.
İlk görünüşte normal bir odaydı, öyle olmasına ama etrafa incelediğinizde aslında ne kadar dağınık olduğunu fark edebiliyordunuz. Kırılmış bir ayna, üstü darmadağın bir yatak, üstündeki eşyalar gelişigüzel yere atılmış bir masa, yırtılmış duvar kağıtları ve aynı durumda olan perdeler ve aklınıza daha ne kadar dağınık bir oda gelebilirse... İşte tam olarak böyle bir odadaydı ve eğer daha da dikkatli bakarsanız etraftaki kan lekelerini gayet belirgin bir şekilde görebilirdiniz.
İşte o an pis kan kokusu burnuna dolmaya başlamıştı. Yüzünü buruşturdu. Koku lekeleri fark etmesiyle keskinleşmişti, başı dönüyordu. Buna rağmen içinde büyümeye başlayan merak duygusunu bastırma gereği duymadan ellerini sertçe yere bastırarak ayaklandı. Ayağa kalkmasıyla gözlerinin kararması bir olmuştu, başına hafif bir ağrı saplanmıştı.
"Ah!" Elini alnına çıkardı ve sıcaklığın en belirgin olduğu yeri kavrayarak gözlerini yumdu. Sendelemesinin üzerine diğer eli de, bir adım kadar arkasında kalan duvara yaslandı. Saniyeler içinde kendine gelmişti neyse ki. Gözlerini yavaşça kırpıştırdı ve ardından tamamen açtı. Adımları bağımsız olarak odada dolaşmaya başladığında onlara dur diyemedi ve ne yaptılarsa uydu.
Kapağı kırık gardrobu inceledi bir süre önünde durup. Ardından dağılmış yatağa ve üstündeki yırtık örtüye baktı. Beyaz çarşafın her yerinde damla damla kan lekeleri vardı. Aynısı yırtılmış mavi örtü için de geçerliydi. Ve bakışlarınızı yataktan birkaç inç çıkartırsanız örtünün kalan parçasının, neredeyse mavisin görünmeyeceği kadar kanlı bir şekilde yerde uzandığını görebilirdiniz. Bu onu sarsmıştı. O kadar çok kanlıydı ki, daha fazla bakamayacağını hissetmişti. Onu es geçerek bakışlarını tam ortasından çatlayarak kırılmış aynaya çevirdi.
Tam önünde duruyordu. Kırık parçaların her birinde yüzünü görebiliyordu. Evet, bir yüzü görüyordu. Çok net bir şekilde orada binlerce parçanın her birinden direkt olarak gözlerine bakan bir yüz vardı. Ama kimin yüzüydü bu?
Nefesleri sıkılaştı ve inanamayarak bakmaya devam ederken gözlerini yumdu ve sarsılarak geriledi. Arkasında duran kırık masaya çarptı ve üzerinde kalmış son parça olan parfüm şişesi yere düşerek parçalara ayrıldı. Sesle irkilerek oraya döndü ve burnuna yabancı olduğu bir erkek parfümü kokusu çalındı.
Başını iki yana sallayarak hızla koşturdu ve odadan çıktı. Aynanın gerçekliğini test etmek istiyordu. Bir "ayna" arıyordu.
Karşısına çıkan kapıları açıp kapadı. Ta ki bir banyo bulana kadar.
Delirmiş gibi bir ifadeyle kapıyı çarparak içeri girdi ve tepesinde yanan ampulle banyoyu aydınlatan ve sapasağlam olan aynanın önüne ilerledi korkarak. Gözlerini kapadı ve ellerini lavabonun iki kenarına koyarak kendisini yavaşça aynanın önüne çekti. Korkarak gözlerini açtı ve dudaklarından bir çığlık koptu. Aynada biri vardı. Aynada biri vardı ama bu "biri" kimdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
phosphenes // mark.hyuck
Fanfiction→Askıda. "Seni kurtarmak zorundayım." * Yıllardır ülkesinden ayrı yaşamış ve kendini stajına vermiş bir öğrencinin çalıştığı, dondurulmuş ve uyandırılmayı bekleyen insanlarla dolu laboratuvarda ona başka şeyleri anımsatan biri vardı. Tek sorun onun...