"Aptal." Büyük bir patlama gibi, odamın içinden sesler geldiğinde uykumdan zıplayarak uyandım. Sesin sadece Namjoon'un açık pencereyi kapatmasından kaynaklandığını anlamam yarım dakikamı aldı. Perdeyi kornişinden sökmek ister gibi kapatırken, "Yirmi yaşındasın ama hâlâ uyumadan önce pencere kapatmayı öğrenemedin." diye bağırıyordu.
Yastığıma sarılıp yüzüstü uzandım. "Sana da günaydın." Sesim uykulu ve bıkkındı.
"Günaydın he!" Yastığım yok oldu ve yüzüm boşluktan yatağın sert yayına düştü. "Saat on oldu, on."
"Erkenmiş ya daha. Bugün hiç dersim yok hem benim."
"Kalk hadi." Namjoon konuşurken sesi gittikçe uzaklaşıyordu, odamdan çıktığını fark ettim. "Sana kahvaltı bile hazırladım."
"Bu iyiliği neye borçluyuz?" diye sorarken doğruldum. Havada yumurta kokusu vardı, aklımı kaçıracaktım. Namjoon yumurtadan da yumurta kokusundan da nefret ederdi.
Yatağımdan hızlıca kalktım ve mutfağa doğru koştum. Masanın üzerinde pirinç dolu iki kase vardı. Birisinin üzerinde yumurta, diğerinin üzerinde de kurumuş yosunlar vardı.
"Sen yumurta mı yaptın?" Yumurtalı pirinç kasesinin önüne otururken sordum. Namjoon, buzdolabına yosun paketini ve iki tane yumurtayı koyduktan sonra karşıma oturdu. "Affedilmeye yeter diye düşündüm."
"Deli misin sen? Affetmeyi bırak ayaklarını bile öperim."
"Tamam, o kadar da değil." İkimizde aynı anda birbirimize tiksinerek baktık.
Pirinç ve yumurta parçalarını ağzıma doldurdum. Aldığım nefis tat karşısında kendimi sandalyenin kollarına bırakmıştım, gözlerim kendiliğinden kapanmıştı bile. "Lezzet orgazmı yaşıyorum sabah sabah, imdat!"
Namjoon'un ağzındaki pirinçleri püskürterek güldüğünü, hemen ardından da küfrettiğini duydum.
"Pişman etme beni yemek yaptığıma!"
İki dakika kadar sessiz ve adam akıllı yemeğimizi yedik. Sonrasında dayanamayıp konuştum. "Şey, dün baya küs gibiydin bana. Ben de uyanıp gönlünü alacaktım."
"Kış uykusuna yatman bana bu konuda çok istekli olduğunu söyleyemez. Sorun değil, ikimiz de koca adamlarız. Hem bu konuda, birazcık, benim suçlu olduğum ortada. Changbin ve Seokjin'den hoşlanmadığını bildiğim halde onları zırt pıt eve topluyorum. Bu arada-" Musluğun üzerinde pembe bir bezin üzerinde ters duran kupamı işaret etti. "Kupan güvende."
Ellerim rahatlık hissiyle kalbimin üzerine giderken, "Kupadan öncesini dinlemedim." dedim ve Namjoon'dan çöpstik fırlatma tehditleri aldım.
"Barıştık yani, küslük falan kalmadı?" Namjoon dakikalar sonra, boş pirinç kasesini ittirip sordu.
"Tabii barıştık. Zaten ben de düşündüm, iki saniye falan işte, düşüncesiz olan da biraz bendim. Tüm suçu sana yüklemem hataydı, belki adam akıllı buluşmam olduğunu söyleseydim sen bir şeyler ayarlardın."
"Aynen, hayatım."
Kaşlarım yukarı doğru kalkarken, dudaklarımda bir sırıtış belirdi. "Hayatım falan noluyoruz ya? Sen bu aralar Seokjin'le çok takılır oldun he. Kafede buluşmalar, arabalara binmeler, eve davet etmeler...hani söyle de bilelim, Namjooncuğum."
"İmalarını duymamazlıktan geliyorum. Bu eve iki gay fazla." Konuşurken ayağa kalkmış, salona doğru yürüyordu. "Barıştık dimi?"
"Tabii, hayatım." Sondaki vurguyu Seokjin'e benzetmeye çalıştım. Namjoon buna sadece gözlerini devirmekle yetindi ve sonrasında, "O zaman bulaşıkları sen halledersin." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beni yeniden kıramazsın // taekook
Fanfictionbana aşktan bahsetmeyin, o acıyla kasılmaktan nefret ederim. (the smiths)