Jungkook, lisenin son yılı falandı, bana şöyle söylemişti: Birilerini üzmekten nefret ederim. Kimseyi üzmek istemiyorum. Seni üzmek istemiyorum.
Ona inanırdım. İki dudağı arasından çıkan ne varsa gönülden inanırdım. Jungkook kimseyi üzmek istemezdi.
''Taehyung.'' dedi, karşısında durduğumda. ''Konuşmamız lazım.''
Neden gözlerinin altının şiştiğini, neden bu kadar yorgun göründüğünü sormadım. Sadece başımı salladım, yükümü sağ ayağıma verdim. Ne söylerse söylesin yine 17 yaşındaki saf oğlan çocuğu gibi ona inanacağımı biliyordum.
''Arabam yakınlarda.'' Konuya hemen girmeyeceğini anlamıştım bu sayede. Başımı salladım ve sessizce onu takip ettim.
Günlerdir süren boşluk hissinin bir anda kaybolması kendime sinirlenmemi sağladı. Hislerimi bu kadar etkilemesi haksızlıktı. Duygularımı yönetebilseydim ondan nefret etmek isterdim. -Hayır, hayır. Ona karşı hiçbir şey hissetmek istemezdim.-
Jungkook'un arabası kampüsün az ilerisindeki otoparktaydı. Siyah bir audi a6'in kilitlerini açtığında hayranlıkla dudaklarım iki yana kıvrılmıştı. Bu halimi gören Jungkook, "Şirketin arabası." dedi şoför koltuğuna binerken, ben de yanına bindim.
"Bir kafeye oturmak ister misin?" Anahtarı kontağa yerleştiriyordu. Başımı iki yana salladım. Ne konuşacaksak hemen konuşmak istiyordum. Burada. Sadece ikimiz varken.
Ona doğru döndüm ve şiş gözaltlarını, solmuş yüzünü incelemeye başladım. Onu son gördüğümden bu yana sanki daha da çökmüş gibiydi. Bu içimde bir şeylerin burkulmasına sebep oldu.
"Konuya pat diye giriş yapmak nasıl olur bilmiyorum ama..." Burada olduğu için, gözlerini bana dikip sesini bana duyurduğu için minnettar hissediyordum, bu yüzden kendime kızıyordum: Jungkook'un yaptığı şeylerden kendim için pay biçtiğimden.
"Sevgili olalım." Ne?
Jungkook gayet ciddi gözüküyordu. İçimde büyük bir muharebe vardı ama orada, arabasının ön koltuğunda oturan ben, soğuk kanlıydım. "Bu kararı aklı yerinde verdiğini düşünmüyorum."
Omuzlarını silkti, alnına gelen saç tutamlarını geriye taradı. "Çıkalım."
Ne var ki, o an gerçeklik yüzüme çarptı. Gözlerimi yola doğru kaçırırken, dudaklarımın arasından iniltiye benzer bir tıslama çıktı. Jungkook'un ne yapmaya çalıştını anlıyordum. Beni üzmek istemediği için beni kabul ediyordu. Lisedeyken de bu teklifleri çokça sunmuştu bana. Kabul etmemiştim. O zamanlar, Jungkook hep yanımda olacak diye düşünüyordum. Ne zaman istersem ona bakabilirim, ulaşabilirim...Yanıldığımı iki yıl sonra biliyordum. Onu bir daha görmeme olasılılığım oldukça yüksekti, özellikle aramızda belirsiz bir ilişki varken.
"Bunu yapmana gerek yok." Neredeyse fısıldamıştım.
"Seni üzmek istemiyorum."
"Artık bunları söylemekten vazgeçmelisin." Bakışlarım tekrar onun üzerindeydi.
"Benim gibi bir canavarı seven sen için-" Gözlerimdeki duyguların değişimini görebilmesini umuyordum. Sözlerine devam etti. "Bunu yapmam gerekiyor."
"Sana yüzlerce kez canavar olmadığını söyledim. Bunu aklına sok, sen Jungkook'sun. Aşık olduğum Jungkook."
"Kendi hayalindeki Jungkook'a aşıksın sen." Tükürür gibi konuşuyordu, sesi gittikçe yükseldi. "Bak bana bir, iyice bak. Gerçek Jungkook işte burada, karşında. Ben buyum, ne daha eksiği ne daha fazlası. Berbat bir insanım. Herkesi üzüp duruyorum. Nasıl beni sevebiliyorsun? Bir canavara....nasıl?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beni yeniden kıramazsın // taekook
Fiksi Penggemarbana aşktan bahsetmeyin, o acıyla kasılmaktan nefret ederim. (the smiths)