Kasvetli hava ağırlaşıp omuzlarıma binmiş gibi adımlarım yavaşlamış ve zamanla her biri yorucu bir hal almıştı. Her zaman dinç bir yapıya sahip olan bacaklarım şimdi beynimin verdiği komuta uyarken isteksizdiler. İçimi kaplayan huzursuzluğu onlar da hissetmiş gibiydi. Uzun ve genelde gri renklere sahip binaların yanından geçerken üzerimdeki soluk yeşil paltonun fermuarı bozuk olduğu için kendi kendime söylendim. Annemi dinleyip paltomu daha önceden terziye vermeliydim.
Şehrin kıyısında köşesinde kalmış sokakları aratmayacak kadar sessizdi geçtiğim sokaklar. Ara ara geçen arabaların sesleri geliyordu kulağıma. Duvar diplerinde birbirleriyle konuşan insanlar, çocuklarının ellerinden tutmuş onları gezdiren anneler vardı. Tüm bu insanlara rağmen yine de havada unutulmuşluk kokusu vardı. Renkler gri bir perdenin altına gizlenmiş; insanlar sıradan ve soluk, en önemlisi ise hava burada daha da kasvetliydi.
İki haftadır her gün bu sokakların içinden geçmem bana bir şeyi çok iyi kanıtlamıştı: Hayat gerçekten de burada başka atıyordu.
Atkuyruğu yaptığım saçlarımı elimle toparlayıp arkama bıraktım. Sırt çantamın iplerini tutup günlerdir buraya her gelişimde yaptığım gibi sahafın olduğu köşeden dönüp o buraya her geldiğimde girdiğim o çıkmaz sokağa döndüm.
Bu sokağa her girdiğimde yaptığım gibi İmparatorluk çıkmazının girişinde duran ağaca baktım sevecenlikle. Bir anda üzerimdeki huzursuzluk kalkmış gibi hissetmiştim. Ağaç kaldırımda yükselmiş, sokağın yüksek ve boğucu binalarına rağmen kendini belli edecek kadar ihtişama ulaşmıştı. Ağacın yanından geçerken karşımdaki duvara ilk gördüğüm zamanki gibi baktım; merak ve hayranlıkla.
Kesinlikle daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu.
Duvarın en ufak bir boş noktası yoktu. Her yeri renkli sprey boyalarla resmedilmiş yüzlerle doluydu. Hepsi o kadar gerçekçi ve o kadar inanılmaz duruyordu ki ilk gördüğümde elimi uzatıp gerçekten bir beton yığını olduğundan emin olmak istemiştim. Sırt çantamda taşıdığım eski fotoğraf makinesiyle bu duvarı onlarca kez çekmeme rağmen yine de tekrar sırt çantamı önüme doğru çekiştirip içinden fotoğraf makinemi çıkardım.
Alabora semtini iki hafta önce okuldan eve dönerken keşfetmiştim ve ilk gördüğüm anda burada ilginç bir his beni yakalamış içimde hep yalnız kalmış Asude'nin elinden tutmuştu. Bunun ne olduğunu bilmiyordum ama ilk hissettiğim andan beri bunu tekrar yaşama isteğiyle doluydum. Semtin hangi sokağına girersem gireyim en sonunda hep aynı noktaya çıkıyordum: İmparatorluk Çıkmazı.
Başlarda bunun benim yanılgım olduğunu sanmıştım, ama daha sonra bir şey fark ettim; semtin sokakları birbiriyle o kadar hesaplı oluşturulmuştu ki içine giren kişi çıkmazın olduğu sokağı görmeden semtten kurtulamıyordu.
İlk geldiğimde çıkmazı fark edip geri dönmeyi düşünmüştüm. Ancak çıkmazdaki renkli duvar diğer boyalı duvarlardan çok daha fazla anlam ifade etti bana. Bu yüzden duvara doğru yaklaşıp saatlerce duvarı izledim, bunda bir amacım yoktu. Hiçbir şey düşünmemiştim duvara bakarken. Sadece duvardaki resimlerde kendimi görmüştüm, çizgiler kaybolduğum zihnim gibi korkusuz ve cüretkârca çizilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düş İmparatorluğu
Fantasia*Her cumartesi yeni bölümleriyle yayında! Çıkmazın yüksek duvarının önünde seni bekliyorum Neyim ben? Yalancı demiştin İnsanları olmayan bir hayale inandıran zirveden en alçağa düşüren ben Neyim? Yalancı demiştin He...