1.Bölüm: Ruhun obruğu
======
Gözlerimi kapatmış, karanlığın en koyu tonuna kendimi bırakmıştım. Burda herşeye istediğim gibi şekil verebiliyordum. Tek sorun uzay boşluğundan bile büyük bir boşluk olan zihnimde, oluşturduğum herşeyin havada asılı kalıp yok olmasıydı. Mutluluk insanlarda kalıp bir yargıydı artık. Genelleme oluşturulmuş ve herşeye bu bir mutluluk örneği demekten kendini alıkoyamıyorlardı.
Bir köpek besleseler bunun mutluluğun bir örneği olduğunu rahatça savunabilirlerdi, ya da evsiz birine yardım etseler bunun da kendilerini mutlu ettiğini açık bir dille ifade edebilirlerdi ama bana göre kendimi cidden mutlu hissetiremezdi. O an ki durumda yaşadığımız vicdan rahatlamasıydı sadece.
Hayatta bir defa bile mutlu olamamış bir kız olarak bunları söylemem yapay kaçabilirdi ama gerçeklerdi. Sen o köpeği besledin diye gün boyu mutlu kaldın mı? Kalmadın. Evsize yardım ettin diye gün boyu mutlu oldun mu? Olmadın. O zaman bu sadace vicdan rahatlamasından ibaretti.
Uzandığım çimlerden biraz kopardım ve yüzüme koydum. Gökyüzünü çimlerin üstünde izlemek bir başka oluyordu. Acılarını, kederlerini, hayatını, yaşanmışlıklarını, umutlarını, kaybetmişliklerini, kazanmışlıklarını, herşeyini düşünebiliyordun. Kafanı boşaltırken aynı zamanda yaptığın hatalar ve başardığın şeyleride tekrar hatırlayıp üzülüyor ve kendinle gurur duyuyordun. Hayatını tekrar gözden geçirmiş gibi birşey oluyordun. Şuanda benim yaptığım gibi.
Tek bir başarı hikayesi olmayan ben, kusurlu hayatını gözden geçirip üzülüyordum. En azından aileden kazansaydım diyorum ve sonra gülüyorum. Zaten en gerekli ve önemli şeyi kaybetmemiş miyim?
Öğle saatlerinde bu parka gelip, çimlere uzanmayı çok seviyordum. Özgür hissediyordum. Hayatımı tek başına yaşayan bir kız zaten özgür olur demeyin. Beyni düşüncelerle doluyken özgür kalmak oldukça güçtü.
Hayatımda en özendiğim şey çocuklardı, ailesi olan çocuklar. Benim ailem ölmüşlerdi. Annemin doğum sırasında öldüğünü öğrenmiştim ve ardından babamında annemin üzüntüsüne dayanamayarak intihar ettiğini. 18 yaşıma kadar bana ebeveynlik eden anneannemde kalıyordum. Onun da ölmesiyle tek kalmıştım. Akrabalarımdan bi haberdim doğrusu. Hayatımı aile şirketinden ve anneannemin bana kalan evinden geçinerek sağlıyordum. Şirketin yüzde 67'lik kısmı diğer ortakdaydı, geriye kalan 33'lük kısım benimdi.
Sanırım yüzde 33'lük kısım şanslı olduğum sınırlı şeylerden biriydi aksi takdirde hayatımı tek başıma nasıl sürdürebileceğim hakkında pek bir fikrim yoktu. Hazır şeylerin üstüne konsamda şuan içinde bulunduğum durum bile benim için bi hayli zordu. Şirket hakkında pek birşey bilmemem orda çalışan insanlara tereddüt etmelerini sağlıyordu. Neyse ki şirketin diğer ortağı Melih Bey duruma el atıyordu.
Melih Bey'in ilk eşi ölmüş ve ondan hiç çocuğu olmamış. İkinci bir evlilik yaptığı karısından bir oğlan sahibi olmuş. Oğlunun yaşı yanlış hatırlamıyorsam 15'di. Babamın sıkı dostlarından biriydi. Çok yakın olduklarından şirketin bir kısmını ona vermek istemiş. Avukatında bulunan vasiyette o ölürse ona devredeceği kısım belli olduğundan herhangi bir tartışma yaşanmadan kendine düşen payı almıştı.
Uzandığım yerden doğrulup üstümü silkeledim. Çim ve toprak üstümde dans ediyorlardı âdeta. Büyük parktan çıkmak yerine içinde dolaşmayı tercih ettim. Adımlarım sakin ve yavaştı. Burda bulunduğum her anı hissetmek ve yaşamak istiyordum. Etrafa büyük gözlerle bakmayı zamanına ve yerine göre daha çok seviyorum. Bu park kimine sıradan gelsede elbette ki benim gibi insanlara da bir o kadar büyülü geliyordu. Yürüdüğüm taşlı zemin ayağımın sağlam yere bastığını gösteriyordu. Güneşli hava da bugün şemsiye ya da yağmurluğa ihtiyacımız olmadığını bize anlatıyordu. İlerde oynayan çocuklar ise... buruk bir tebessüm edip başımı sağa sola salladım. Çocuklarda çocuktu işte.