İtalya'ya geldiğimde saat sabahın beşiydi. Yüzerek yada suyun altından yüreyerek geldiğim için bedenim yorgun ve açtı. İlk önce limandan uzak bir sahiline çıktım. Sanırım Sorrento adında bir köydü. Kendimi kumlara attım ve gözlerimi bir saniyeliğinede olsa kapatım başımı dinledim. Burnuma sıcak ama hoş kokmayan bir hayvanın dolandığı sinyalei geldi. Onu avlamak çok kolaydı. O benim için bir saatlik çerez gibiydi. Etrafta dolandım dolandım. Karşımdan bir sarhoşun geldiğini gördüm. Sallanıyordu. Ters takmış şapkası ile başını kaldırıp beni baştan aşağıya süzdü süzdü. Tamamen aklımdan çıkmıştı. Kaçarken elbisem çalılara takıldığı için o dönemin ahlaki ölçülerinden uzaktı.
Adamın gözleri açılmış ve beni daha yakından görmek için sendeleyerek ilerledi. Zavallızık beni ne kadar hafife aldı. Onun için üzülmüyorum çünkü elindeki yeşil şişesine hapis edilmiş bir hayatı var. Onu yemek zorundaydım, kanında ne kadar alkol varsa bende içimiş kadar olacaktım. Yüzüm gerildi ve keskin sivri dişlerim meydana çıktı. Benim melek olduğumu düşünüyordu ama yanıldığını anlamıştı. Şeytan olduğumu söylüyordu. Tam çığlık atacakkken önüne kadar geldim ve zavvallıcığın boynuna sarıldım. Isırdığımda çıkan ses ruhumu ve bedenimi rahatlatöıştı. İşim bittiğinde akşamdan asıldığını düşündüğüm çamaşırlardan bana uayan bir elbiseyi aldım. Adamı denize sürükledim. Sarhoş bedeni italya kıyılarından ayrıldı. Elbisemi yaktım. Yanık seslerini dinlemeye başladım. Bu bana Anabeth'i hatırlattı. Piyano çalışımızı. Yeşil kanepede oturup konuşmalarımızı ve birbirimizi çizmemizi hatırlattı. Andrew bizim özgürlüğümüzede sahipti. Bir anda onun çatık kaşlı simasını hatırladım.
Sabahın ilk ışıkları ile bana hoş geldin diordu İtalya. Gizli bir kenarda oturdum ve insanları izledim. Kocalarını balıkçı teknelerine uğurlamaya gelen kadınlar çocukları ile el sallıyorlardı. Evlerinin yakınlarındaki bahçelerinde çalışmaya gidiyorlardı. Çeşitli sebzeleri toplayıp öğlene doğruda makarna hamuru yoğurup kesiyorlardı. Akşamleyin ise kocalarını karşılıyorlar ve onlara çeşitli soslar ile hazırladıkları makarnalardan yediriyorlardı. Tüm aile ile yemek yerlerdi. Oyunlar oynarlar ve keman çalarlardı. Gizlice o küçük güzel köyden ayrılmak zorunda kalmıştım.
Floransa.Nüfusu artmakta olan bir şehirdi. Kuzeyde yer alırdı. İtalya Rönesansının doğum şehriydi. Şehrin çıkışlarına doğru bir rönesans döneminden kalma terkedilmiş bir kale buldum. İki odası sağlam durumdaydı. Mezarlıktan bulduğum tabutu getirip odanın bir köşesine kymuştum. İçine bu şehre gelene kadar çaldığım kitapları koydum. İki yıldır bu şehirdeydim. Resim yaparak para kazanıyordum vahşi ruhumu insan ruhuna çeviriyordum adeta. Floransaya gelişimin üçüncü yılında ise Signoria Meydanında bir iş bulmuştum. O meydandan beş adım uzaklıkta bir hastahanede işim vardı. Hemşireydim. Ölüm döşeğindeki insanların kanıyla beslenirdim. Andrew ile oynadığımız oyunu oynardım. Üç yılda bir öldü süsü verirdim kendime. Farklı isimler ve değişik tarzlarla ortaya çıkardım. Taki 1939'a kadar...
2.Dünya savaşının başladığı zamanlardı. Hastahaneye bir sürü yaralı gelirdi ve yine aynı gün gelen yaralılarla ilgileniyordum. Can çekişenlere acılarını unutturuyordum ve huzur içinde ölmelerini sağlıyordum. Kolu kopanlar, ayağı olmayanlar ve hafızası kötü olanlar. Yavaş yavaş beslenme alışkanlığımı değiştiriyordum herkesden değil de yaşlılardan beslenirdim. Yaşlı bir arkadaşım vardı.Ona her şeyimi anlatırdım. Kimseyle konuşmaz kimsye yanıt vermez ve göz teması kurmayan bir dostum. Öleceği gün etraf aydınlıktı hemde hiç olmadığı kadar. Yanına geldiğimde o ilk kez konuştu ve şunları söyledi:
"Webb.Benim adım Alexandr Bob Webb."
Dedi ve ruhunu teslim etti. ben dona kalmıştım. Acaba bir umur ailem olabilir miydi? Ama bu saçmalıktı hemde büyük bir saçmalık! Ölü bedenine odaklandım ve sanki bana bir şey işaret etmeye çalışır gibiydi. Evet bir şeyi işsret etmeye çalışıyordu. Boynundaki anahtar ile kitli olan çekmeceyi. Anahtarı boynundan kopardım ve çekmeceye taktım. Anahtarı çevirdiğimde çıkan ses odaya yayılmıştı ve çekmeceyi açtığımda bir kutu vardı. Üzerinde ise şunlar yazıyordu:
"Ailen ile kullan. Biricik kızın Elenour'u unutma..." Bu cümle benim sinirlenmeme,heyecanlanmama ve nefret duymama neden olmuştu.
**Geç yazdım. Çünkü okul ve dershane çok zorluyor bu dönem beni. Neyse umarım beğenirsiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elanour
FantasyHerkesin garip bir yaşantısı vardır. Elanour'da garip bir kız ayrıca acı çeken ve en büyük acıyı yaşayacak bir tipten. Aşkı merak ediyordu. Yaşantısı değişene kadar...