Beklenmeyen Misafir

51 1 1
                                    

   Anabeth'in her geçen gün duyguları değişiyordu. Bedeni büyümese bile düşünceleri,hayalleri büyüyordu. Noel arifesindeydik. 1904 yılına giricektik. Hayatımda geçirdiğim 100. Noel arifesiydi. Andrew  dışarı çıkmam için Noel günlerini bana veriyordu. Özel olduğumu düşündüğü için dışarı çıkartmazdı beni. Düşünceleri duyabiliyor,insanları kontrol edebiliyor ve telekinezi yeteneklerim vardı. Andrew bu yeteneklere sahip değildi. Ben bile yeteneklerimin farkında değildim. 1900 Yılının Noel arifesinde dışarı çıktığımda bir falcı elime bakıp geleceğimi ve güçlerimi söylemişti. Ben ise kadını yiyecekmişim gibi bakmıştım! HAklıydı. HEm de çok haklıydı. Gözlerimin kırmızı olmasının nedeni taşıdığım zehirden kaynaklanıyordu. Andrew benim kadar hızlı değildi. Anabeth ise benim kadar göze çarpmıyordu,yetenekleri dışında...

    

      4 Yıl içinde var olan yeteneklerimi geliştirmiştim. İnsan kanı içtiğim sürece yeteneklerim dahada üst düzeye çıkıyordu. Düşünceleri duyabiliyor, eşyalrı hareket ettirebiliyor,insanları kontrol edebiliyor  ve en önemlisi zamanı 1 dakika dondurabiliyordum. Bunları üst seviyeye çıkarmamda etkili olan bir kişi de Anabethti. Bana her konu da yardım ederdi. Acı çektiğim zamanlarda yanımda olmuştu. Beslenirken kendimi kaybettiğim gerçiğini onun yanında öğrenmiştim. Andrew ise bana yardımcı olmaz tam tersine canı sıkılmadığı sürece eve bile adımını atmazdı. Tavernalara gidip, kadınlarla eğlenirdi. Her gün başka evde uyandığından emindim. Anabeth tuvalinin önünde resim yaparken ben ise piyanomun başında bişeyler çalıyordum. Böylece  can sıkıntımızı geçiriyorduk.

     Noel arifesinin olduğu gün New Orleans sahilinde dinlenmeyi umuyordum. Her insanın düşüncelerini duyabiliyordum. Bazılarını kontrol edebiliyordum.Bu benim için en büyük eğlence idi. Eve döndüğümde Anabeth dört kişilik bir sofra hazırlatmıştı. Anabeth'in odasına girdiğimde üstünde yeşil uzun ve göğüsü işlemeli bir elbise giymişti. Turuncu saçlarını topuz yapmış ve Andrew'in ona hediye etmiş zümrüt kolyeyi takıyordu. 

 " Misafirlerimizin olacağını söylememiştin! Kim bu şanssız kişiler?"   Diyerek yatağının ucuna oturdum. Gözleri parlıyordu. Bir anlığına insan gibi olmuştu.

  " Jack ve arkadaşı bugün bizim misafirimiz." dedi neşeyle. Dudaklarına kırmızı rujunu sürerken.

   "Andrew öğrenirse onlar ölü olur bunu da biliyorsun değil mi? " Rujunu sürmeyi bitirdiği sırada bir somurtkanlık yayıldı suratına. 

   " Elanour, zaten Andrew eve uğramıyor ve onu en son iki gün önce gördük." Kendinden emin bir şekilde söylemişti bunu ve cümlesine tekrar etti:

   "Odanda çok güzel bir elbise seni bekliyor. Bugünkü tatilimde aldım sana hazırlanmalısın neredeyse gelirler." Diyerek beni odasından kovdu. 

    Odama hiç istemeyerek gidiyordum. Kapıyı açtığımda yatağın üzerine serilmiş beyaz renginde neredeyse yarısı dantellerle süslenmiş uzun bir elbiseydi bu. Anabeth ciddi olmazdı. Ben bunu giyecek kadar cesurda olamazdım. Yıllar ilerledikçe insanlar gerçekten neler giymeye başladılar belki bundan 100 yıl sonra kıyafet kalmayabilirdi de. Anabeth'in kızacağını biliyordum ve elbiseyi istemeyerek giydim. Aynanın karşına geçtim ve o kadarda kötü durmuyordu. Saçlarımı her zaman ki gibi salık bıraktım. Yetimhanedeykende bende olan yıldız safir kolyemi takarak kıyafetimi tamamladım. Aradan sıyırtan tek şey gözlerim olmuştu. 

      Aşağıya indiğimde kapı çalınmıştı. Maria kapıya bakmış olmalıydı. Çünkü adımları Mary'e kıyasla daha yavaştı. Düşünceleri ise karmaşıktı. İki gelen beye bizimde bulunduğumuz salona kadar eşlik edeceğini söyledi. Anabeth benim kadar gergin değildi. Düşüncelerim karmaşıktı ve eminimki bu gözlerimede yansıyordu. Büyük kemerli kapıdan önce Maria geçti ve arkasından iki uzunboylu beyler geldi. Biri Jack'ti. Öyle bir giyinmişti ki sanırsınız bahçivan değil sömürgen zenginler gibi. Yanında ise ondan daha uzun ve daha yakışıklı bir adam vardı. Saçları geriye taranmış ve keskin bakışlara sahipti. Gözleri yeşil gibiydi. Hiç öyle bir renk görmemiştim. Jack önce Anabeth'in elini avuçlarına aldı ve öptü. Sonra benim ellerimi. Elleri insanlardan biraz daha sıcaktı. Aynı hareketle yanındaki arkadaşı ellerimiz öptü. 

   Jack bize dönerek: 

"Bu arkadaşım Lucas. Alaskadan geldi. Lakabı 'Alaskanın Tanrısı' " Diyerek Lucası bana ve Anabeth'e taktim etti. 

   Lucasla göz göze geldiğim sırada hiç görmediğim bir düş gördüm. Karanlıkla beyazın birleştiği yerde onunla birlikte bir ata binip yükseliyordum ve dünya yok oluyordu. Bu 1 dakikalık sürse bile bana 1 saatlik gelmişti. Gözlerim yeniden görmeye başladığı sırada Lucas bana bakarak sırıtıyordu. Anlamsızlık beynimin her köşesine hakim olmuştu. 

    

   Yemek masasına ilerledik. Biz  azda olsa bir şeyler yiyebiliyorduk. Mide görevini yapmıyordu ama bağırsaklar gayet iyi yapıyordu görevini. Lucasla karşılıklı oturmuştum. Gözleri gözlerime bakıyordu. O da herkes gibi gözlerimin tuhaf olduğunu anlamış olmalıydı. Yemek masasında eğlenen Jack ve Anabethti. Jack Anabeth'e bazı sorular soruyordu ve yanıt alamayınca benden bekliyordu.

  "Kardeşsiniz ama hiç birbirinize benzemiyorsunuz. Yoksa değil misiniz?" Bu sorduğu soru karşısında ne diyeceğimizin cevabı hazırdı:

   "Babalrımız bir annelerimiz ayrı."  Her sorana bunu diyorduk zaten. 

Lucasa dönerek:

   " Seni Alaskadan buraya getiren şey nedir?" Çok ciddi bir soru sormuştum.

Keskin gözleri birazda olsa yumuşamıştı: " Özel sebeblerden dolayı Jack'in yanına geldim." Cevabımı aldığımı düşünerek bakmaya başladı.  Anabeth'in yaptığı espiriye gülerek şarabını yudumladı. Gecenin ilerleyen saatlerinde eğlencemiz iyici artmıştı. Jack, Anabeth, Lucas dans ediyordu. Bense onlara olabildiğince eşlik ediyordum. Mary endişeli bir şekilde salona koştuğunda Andrew'in geldiğini haber verecekti ki arkasında bitiverdi. 

   Öfkeli gözleri ile bize bakıyordu. Yanımızdakileri süzüyordu ve en kötüsü yüzü gerilmeye başlamılken hızılıca yanına gittim. Andrew'i sakinleştirmek için çatı katındaki odama zorla götürmüştü. Anabeth ise Jack ve Lucas'a olanları unutturuyordu ve onlara gitmalrini söylüyordu.

    Andrew öfkesini benden çıkartıyordu. Bana son günlerde sinirliydi ve siniri iyice artmıştı. Küçük bir boğuşma yaşadıktan sonra sandalyenin ayağını kırdı ve kalbime saplamaya geliyordu  2 santim kalmışken Anabeth hızlıca yanımıza geldi ve kazığı Andrew'in sırtına sapladı. Andrew geçiçi olarak bayılmıştı. Uyanması Dakikalar alırdı. Bana dönerek:

  " Kaç! Elanour kaç!" Diyerek bağırıyordu. Ben ise:

  "Hayır, hayır, seni yalnız bırakamam sende benimle birlikte gel."  Dedim üzgünce.

   " Saçmalama! Kaç ben olanları unutturacağım ne kadar istemesede! Sonra yeniden birbirimizi buluruz. Lütfen,kaaaç!"  Diye bağırdığı sırada ben merdivenlerden inmiş çıkışa doğru ilerliyordum. O kadar hızlıydım ki çalılar elbisemin eteğine batıyor ve yırtıyorlardı. New Orleans'ın sınırına geldiğim sırada son kez ardıma baktım ve yüzmeyi ne kadar sevmesemde İtalya'ya doğru yol almaya başladım. 

  

ElanourHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin