Söyledikleri karşısında bütün tüylerim diken diken olmuştu. Beynim uyuşmuş gibiydi ve hiçbir şeyi idrak edemiyordum. Küçük bir çocuğun gözleri önünde annesinin babası tarafından öldürülmesi, zihnimde canlandıramayacağım kadar ürpertici ve caniceydi.
Çaresizlik bu olsa gerekti... O, nasıl bu kadar güçlü durabilmeyi başarabilmişti? Tamam, yaşadığı bu olay dünyanın en kötü olayı olmayabilirdi ama benim için şu an hayatımda gördüğüm en büyük çaresizlikti.
İnsanlık nereye doğru ilerliyordu? Daha doğrusu ilerlemek yerine geriliyordu. Başımıza her gelen olayda daha iyisini düşünmek yerine daha kötüsünü aklımıza getirerek, büyüyenlerdik biz... Bir çocuğun gözleri önünde annesinin, öz babası tarafından öldürülmesi bile bir çok olaydan daha önemsiz ve yadırganmaz hale gelmişti. İnsanlık git gide yok oluyordu ve bunun sebebi yine insanlardı.
Biz, daha kötü olayları, başka ülkeleri veya başka gündemlerin daha berbat hallerini düşünerek, kendimizi onlardan bir kademe daha iyiyiz diye şükredenlerdik... Evet biz buyuz... Çünkü bize öğretilenler, daha iyisini görüp onun için çabalamak yerine kötülerini göstererek şükretmekti. Şükretmek kötü bir şey değildi ama biz bulunduğumuz an için şükretmiyorduk , insanlar bizden daha kötüleri var diye neredeyse kendi haline sevinip şükreder hale gelmişti. İnsanlık dostlarım... Biz bir şekilde dur demez isek, hep aynı bitiş noktası ve başlangıç noktasında tökezleyip, daha da parçalara ayrılacak...
Alt dudağımı dişlerimin arasında parçalamak istercesine dişliyordum. Can damarına bastırdığı elini aşağı indirdi ve gözlerime baktı.
Bakışlarını anlamayacak kadar kendimi suçlu hissediyordum çünkü, onun karşıma geçip bunları bana anlatması bile onun için canını yakan bir nokta olmalıydı.
"Özür dilerim..." dedim, bakışlarımı halıya çevirirken. "Ben, düşünemedim yani böyle olduğunu ben zannettim ki..."
Yanıma gelip, beni kollarının arasına aldığında, her şeyi etkisi altına alan kokusu, burnuma dolmuştu. "Özür dilemene gerek yok küçük... Hadi yat artık, geç oldu."
Kendimi geri çektim ve "Gitmelisin..." dedim. "Bak... sana bugün dediklerim için özür dilerim bir anlık bir sinirle çıkmış kaba sözlerdi ama Yeşim konusunda dediklerimin her zaman arkasında olacağım. Çünkü babanın yanında o kızı gördüğüme eminim. Bana inanmayacaksın bundan da eminim ve bu yüzden bugün bu iş bitsin istiyorum. Senden tek isteğim..."
Boğazıma acı veren bir yumru oturduğunda, gözlerimi ondan çekip başka yere sabitledim.
"Git... Hayatım o kadar karmaşıklaştı ki, sürekli yanlış anlaşılmaktan, yalan söylemekten ve başımı derde sokmaktan bıktım Gece. Eğer ailem başıma gelen bir şeyi daha öğrenirse beni muhtemelen kolejden alıp, izmire babaannemin yanına gönderecekler ve arkadaşlarımdan, okulumdan ayrılmak benim için nefes almayı unutmak gibi bir şey... Bu yüzden bu gece birbirimizi son kez görüşümüz olsun. Bir daha seni çevremde görmek istemiyorum. Bir de..."
Acı veren o yumru yavaş yavaş, kalbimin ortasına inmeye başladı ve canımı haddinden fazla yaktığının farkındaydım. Gözlerine baktım ve konuşmaya devam ettim.
"Sen... sen o kızı ne kadar sevmiyorum desen de sevdiğini biliyorum. Çünkü... neyse boşver ama dediğim gibi sen ona aşıksın. Sadece kabullenmek istemiyorsun o kadar. Annene benzetiyorsun, Yeşimi... Eğer seversen, ona bağlanırsan sonunda yok olmaktan korkuyorsun. Bir gün onun sonunun da anneninki gibi olmasından korkuyorsun."
Konuşmamı bitirdim ama onun bakışlarında gördüğüm şey de bitmişlik hissiydi. Görünmeyen yıldızları vardı ve onlar git gide daha çok görünmez bir hâl alıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN GÖKKUŞAĞI
Teen FictionGökçe yani namı diğer Gökkuşağı, herkes tarafından fazla çılgın, fazla renkli ve çocuksu olarak görünürken, birlikte büyüdüğü dört arkadaşıyla kendi küçük dünyasında yuvarlanıp gitmektedir. Aynı zamanda okuldaki baş düşmanı olan kuzeni de için...