BAŞ BELASI

433 57 73
                                    

      Yazarın anlatımıyla;

    Zamanın izlerinin küle çevirdiği adamın ruhunu kafanızda  yeniden yaratın, kalbinizi deşen hislerin arasından en keskinini alın ve sizde  bıraktığı darbelerin daha da beterini düşünün. Aras Gece Gürsoy'un ayaklarının altında var olan gaz ve fren büyük bir savaşa tabi tutuluyordu. Arabanın hız sınırını zorlamakla yetinmiyor, normal bir insanın karşılaşabileceği bütün riskleri de yok sayıyordu.

   Çevresinde varolduklarını sanan çoğu popüler hız düşkününe karşın hızı hiç sevmeyen biriydi. Ama bugün, onun için hızlı geçmesi gereken bir gün olmalıydı. Hemde bayağı hızlı...

Gökçe, onun kendisine Emre konusunda yalan söylediğini sanıyordu. Halbuki asla Gökçe'yi zor duruma düşürecek bir harekette bulunmamıştı. Sadece onu ayağını denk alması için uyarmıştı. Emre ise hiç de rahat duracağa benzemiyordu.

"Aptal!!" Diye hırladı, kendi kendine. Ardından gaza biraz daha yüklendi, sanki daha hızlı gidebilirmiş gibi. "Aptalsın Gece! O, hiç bir zaman seni sevmeyecek! Hiçbir zaman ona baktığı gibi sana bakmayacak! Hiçbir zaman gerçek renklerini senin yanında yansıtamayacak!"

Sinirini, tek eliyle arabanın direksiyonuna vurarak çıkarıyordu. Elinin altındaki direksiyonu bir an serbest bıraksa olacaklar onun için hiç de iyi sayılmazdı. Bütün yol boyunca içinde kendine karşı harmanladığı öfkeyi fütursuzca savurdu kendi yüzüne. Canının acıdığını hissediyordu, bunu yapan kişi ise tam da kalbinin sahibiydi.

Sonunda istediği yere gelebilmiş ve ani bir fren ile tekerleklerin tekrar çığlık atarak durmasını sağlamıştı. Arabadan indi ve dinmek bilmeyen ve muhtemelen de hayatı boyunca kendisine karşı asla bitmeyecek olan öfkesini biraz olsun azaltmaya çalışacaktı.

Mekandan içeri girdiğinde, klübün arka tarafındaki odasına doğru ilerledi. İçeriye girmeden önce barmene "her zamankinden" temalı işaretini de yollamayı unutmamıştı.

Barmen anladığını gösterircesine başını aşağı yukarı salladı ve Gece, adını yansıtırcasına simsiyah olan kapkaranlık odaya girdi.

Yere sırayla dizilmiş olan puf minderlerde en köşede onun oturduğunu hatırladı ve aklına getirmemeye çalışarak, bilerek o yöne bakmamayı yeğledi. Halbuki bir saniye bile çıkmıyordu aklından küçük renkli saçlı kızı.

Ama içindeki hayal kırıklığının doğurduğu öfke, bu sefer ağır basıyordu ruhunda. Kendine göre gerçek olduğunu bildiği cümleler beynine yansıdığında elindeki içkiden bir yudum aldı ve iki duvarın birleştiği o köşeye sırtını yaslayarak oturdu.

Bir kaç saat öylece kaldı ve tek dert ortağı olan alkolle kafasının uyuşmasını sağlamaya çalıştı ama olmadı. Aklına annesi gelmişti. Aslında gelmemişti çünkü annesi de renkli saçlı kızı gibi bir an olsun çıkmıyordu aklından, sadece bugün yokluğunu biraz daha hissettirmişti kendine.

Onun varoluşu, ölümünden daha da az yakıyordu canını. Şu an yine bir hastane odasının içerisindeydi zihni, beş yaşındaki küçük bir çocukken.

Annesi bir hasta yatağında, makinelere bağlı bir şekilde boylu boyunca uzanıyordu. Küçükler, yüreğindeki büyük sevgiye bakılmadan içeri alınmazdı ya hani hastanelerde, o da kapı arasından gizlice izleyebiliyordu annesinin ritmik nefes alışverişlerini.

Babasının odadaki varlığını küçük gözleri henüz görememişti. Zaten onun orada olduğunu bilseydi, odadan içeriye bırakın bakmayı, önünden geçmek için bile cesaret gösteremezdi. Babası annesinin yanına yaklaştığında, ilk defa içinden onun üzüldüğünü düşünmüştü. Hislerinde yanıldığının kanıtını babasının elindeki yastık, acımasızca saplamıştı Arasın zihnine.

GECENİN GÖKKUŞAĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin