YARIŞ

499 69 143
                                    

        "Gökkuşağı..."

  Sanki, derin bir suyun içinden gelen ses ile birlikte gözlerimi açtım. Fakat gözlerimi açar açmaz karşılaştığım manzara, o kadar ürperticiydi ki bağırmamak için kendimi zor tutuyordum.

    "Gökkuşağı..." Kapkaranlık bir odanın içindeydim ve üzerimde var olan tek şey iç çamaşırlarımdı. Nereden geldiğini anlayamadığım ses, tekrar yankılandı. Karşımda bulanık bir silüet belirdi ve ben, sanki tekrar o geceye gitmiş gibi hissettim.

Etraftaki hava bütün soğukluğuyla iliklerime kadar işliyordu. Nerede olduğumu bilmediğim bu karanlıkta, karşımdaki bulanık silüet netleşti, netleşti ve yüzünü tam olarak gördüğüm kişi, olduğum yerde mıhlanmama neden oldu.

"Emre..." Dudaklarımdan titrek bir şekilde çıkan ismi ile onun karşısında ne yapacağımı bilemez haldeydim ama bir tarafım umut tohumlarımı kalbime ekmişti.

"Emre... Yardım et, b-ben nerede olduğumu bilmiyorum."

Yüzündeki ifade anlayamadığım bir hal aldı. Bana okyanusu andıran gözlerinde büyük bir hayal kırıklığına şahit oldum ve dudakları acı bir gülümsemeye sahiplik etti.

"Sana yardım mı etmemi istiyorsun, Gökkuşağı?"

Vücudum titrerken, evet anlamında başımı aşağı yukarı salladım. "B-Ben çok üşüyorum." Dedim, ellerimi bedenime sararken.

"Kusura bakma, Gökkuşağı... Üzerinde sadece iç çamaşırlarınla başka bir adamın, bedenine mühürlenmişken sana yardım edemem."

Karanlık, bir ruhu ne kadar esir alabiliyor ise bedenim ile birlikte bütünleşmiş gibiydi. Nerede olduğumu bilmiyordum. Neden ışıklar yok onu da bilmiyordum ama onun içimi yakıp kavuran mavilerinde hissettiğim tek his, hayal kırıklığı ve şaşkınlıktı.

  "Ne?" Dedim, anlamayarak. Ensemde hissettiğim bir ürperti ile kalbim tekrar anlam veremediğim bir his ile atışlarını arttırdı. Emre'nin yüzündeki acı gülümseme dondu ve bana doğru püskürttüğü ateş dolu cümleler, ruhumu bir hançer misali ikiye böldü.

  "İhanet..." Bakışları netleşti ve mavilerinde gördüğüm tek renk, bana bir okyanustan öte cayır cayır yanan bir alevi hatırlattı.

  "Hayatta en büyük yapılan hata sadakatsizliktir. Ve sana bir şey öğreteyim mi, renkli saç... Hiçbir gerçek aşık, sevdiğine ihanet etmez."

  Sesini yükseltmesi, bütün tüylerimi diken diken etmekle yetinmeyip, gözlerimin dolmasına neden olmuştu. Hayır, gözlerim ruhumun güçsüzlüğünden değil, onu çok sevdiğimden dolmuştu.

  Hayatta en çok sevdiklerinizin söyledikleri canlarınızı acıtmaya yeter. Ufacık bir alaylı cümlede bile, eğer çok önemsediğiniz biri ise kalbinize, ruhunuza dokunur. Ardından zehirli bir sarmaşık misali her yerinizi kaplar ve siz nefes almayı unutursunuz.

  "N-Ne demek istiyorsun Emre?" Dedim, ellerimi daha çok bedenime sararken.

Yüzündeki acı gülümseme daha çok yayıldı ve tam ensemde hissettiğim nefes ile birlikte, nefes almayı unuttum. Kalbim korku ile atıyordu ancak, burnuma dolan koku, korkunun bütün izlerini bedenimden yok etmeyi başarmıştı.

Emre kaybolurken, onun nefesini tam ensemde ve bedenini kendi bedenime yapıştırmasından hissedebiliyordum.

  "Gece..." diye fısıldadım, zar zor yutkunurken. Hareket edemeyecek kadar gerilmiştim. "Şşştttt..." diye fısıldadı, parmak uçlarını dudaklarıma kapatırken.

Bunu yapmasıyla vücudum daha çok gerildi ama anlayamadığım bir his bütün vücudumu esir aldı.

"Beni görmesen bile hissedebiliyorsun küçüğüm... Kokumu biliyorsun."

GECENİN GÖKKUŞAĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin