Sanırım on yedinci yaş günümün bana kazandırdığı tek şey daha fazla acıydı.
Sert yastığımın beyaz kılıfını gözyaşlarımla ıslatıp öğlen vaktinde derin bir uykuya dalmadan önce işittiğim tek şey; kulaklarını tıkama isteği uyandıran bağırış çağırış sesleri, birkaç porselen vazonun ya da cam bardakların duvarlara atılmasıyla gelen tiz kadın bağırışlarıydı. Tekrar gözlerimi karanlık odama açtığımda ise içimde idam ettirilen mutluluk duygusunun ölü haliyle başım sanki duvardan duvara çarptırılmış gibi ağrıyor ve sızlıyordu.
Sürekli yaşanan ve bu evde aile kavramının yitip gitmesine sebep olan, acı bir şekilde alışık olduğum kavgalardan ya da -annemin tabiriyle- her evde olan ufak tartışmalardan biri yaşanmıştı. Geçen seneki doğum günümde alınan böğürtlenli pastanın ben henüz mumları bile söndürememişken, birkaç dakika önce bana atılan tokadın acısıyla pastanın kremasına düşen tuzlu gözyaşları geldi aklıma. Sonra titrek nefesimi bir sonraki doğum günüme kadar tüm bunların acısını unutturacak bir mucizenin gerçekleşmesini dileyerek mumlara üflemiştim ve ardından omzumu nazikçe sıvazlayıp başparmağıyla yanağımdaki ıslaklığı silen annemi başucumda hissetmiştim. Çok yakınımdaydı, bu kadar yakınımdayken nasıl olur da bana bu kadar uzak olabilirdi?
Aradan geçen bir yılda herhangi bir mucize olmamıştı. Küçüklükten gelen, mumların tüm dilekleri gerçekleştirebileceği inancım da yitip gitmişti bu durumla beraber. İşler sanırım biraz daha kötü olmuştu. Hayatım artık tüm canlılığını yitiren ve gün geçtikçe daha fazla solan bir cam parçasından ibaretti.
Bu doğum günü pastamı çikolatalı istemiştim diğer tüm doğum günlerimin aksine. Her doğum günümde önüme farklı şekilleri ve farklı tatta kremaları olan, şeker miktarının değiştiği ama genel olarak ağızda bıraktığı hissin benzer olduğu böğürtlenli pastalar getirilirdi. Bu sene pastamı çikolatalı istememin sebebi ise dilediğim mucizenin bir günde gerçekleşmesini umarak hayatıma yeni bir başlangıç yapmak istememdi. Planladığım kadarıyla bu doğum günüm hepsinden daha farklı olacaktı, pastam da dâhil. Fakat pastayı geçtim, ben unutulmuştum. Gözlerimi bağırış sesleri hâlâ kulağımdayken kapamıştım. Akşama doğru annemin bıkkın ellerinin beni dürtmesiyle ve zarif nefesiyle fısıldayarak beni uyandırmasını beklemiştim. Ancak telefonuma baktığımda saat on bire gelmişti, herkes uykusuna dalmıştı ve ben yapayalnızdım. Doğumum belki de dünyanın kaderine yapılan yanlış bir hamleydi.
Çikolatalı pastam neredeydi?
Sanırım şekerli bir pasta yerine bu olayın ardından dumanı boğazımı yakan ucuz bir sigara daha iyi giderdi.
Işığı yaktım ve komodinin üzerine koyduğum çakmakla sigarayı alıp paketteki ince bir dalı dudaklarımın arasına koydum. Çakmağı yaktığımda onu yaklaştırdım ve ateşin tütünü yakmasını izledim. Derin bir nefes çektim, zehirli dumanın ciğerlerime girip stresimi hafifletmesine izin verdim. Duman yavaşça ciğerlerimde dolaşırken öksürmeme engel olamadım. Kalbimin içi kırılmışlar hapishanesiydi ve bu hapishanenin tesiri, ruhuma silleler atıyordu. Bu sillelerle ruhum paramparça olurken tenim diri kalmayı başarıyordu.
Sigaranın tamamını bitirmeden onu küllüğe bastırıp söndürdüm. Normalde sigara içen biri değildim. Sadece moralim bozuk olduğu zamanlarda ciğerlerimi bu zehirle doldurmak rahatlatıcı bir olaydı, o kadar.
Gizlice dışarıya çıkmak için gardırobu açtım. Bacaklarıma umursamazca kot bir şort geçirdim; üzerimde dar, kırmızı tişörtüm duruyordu, onu çıkarmadım. Ayaklarıma bir çift çorap geçirdikten sonra parmaklarımın ucunda, tedirgin bir şekilde odadan çıktım. Çorap ile kayan ayaklarıma mukayyet olmaya çalışarak merdivenlerden indim. Aşağıda kendimi daha az yakalanabilecek ve daha fazla güvende hissetmiştim. Ayakkabılarımı ayağıma geçirip olabilecek en az ses ile dışarıya çıkıp kapıyı örttüğümde ruhumu daha fazla huzur bulmuş hissetmiştim. Beni boğan o duvarlar arasında kalmak benim için ıstıraptan başka bir şey değildi artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMLE DANS
Teen Fiction"Keşke bu kadar güzel olmasaydın," diye fısıldadı kulağıma ürpertici bir nefesle. "Ya sen benim ölümüm olacaksın ya da ben senin."