Jin sessiz sokaklarda yavaş adımlarla yürümeye başladı. Saat sabahın üçüydü. Bilinmeze doğru bu zamanın hakimi olan adam,yine gün ağarana kadar yürüyecek en tenha köşede karanlığın içine karışan çığlıkların ortasında bir ruhu vücudundan ayıracaktı. Geride bıraktığı cansız bedene son bi bakış atıp gözerinde ki yaşam ışığının sönüşüne bakıp bi sigara içecek, zevkin tadına varacaktı. Efsane derlerdi bazı hikayelere, dilden dile dolanan ve yüceltilen hikayeler.. Jin böyle bir hikayenin en özel detayı olduğunun farkındaydı. onun için dünya ve içindekiler mağaza vitrinini süsleyen sıkıcı mankenler, o ise en zengin müşteri...Yıllar geçtikçe daha da nefret eder olmuştu bu sefil insanlıktan.onlar sadece yemdi. Besin zincirinin en zayıf halkası. Böyle düşünürken şah damarını yırtıp kanını bir bir lokmada çekivermişti kurbanının. kırmızının en güzel tonunda yıkamıştı ruhunu.Gece yerini gündüze teslim ederken bir cansız bedenin arkasında kalan son şey kaldırım taşlarına saçılmış eşyaları ve arta kalan kan lekelerinden başka bişey değildi. Bomboş sokakların çıkışına doğru yönelen ağır adımlarla insan ayağının bile değmediği kadar yüksekte olan evinin yolunu tuttu Jin. Gelir gelmez kendini siyah çarşaflı devasa yatağına sırt üstü bıraktı. Yarın yine kendine tasarladığı normal sıradan yaşantısına geri dönücekti ve kuklası olarak gördüğü insanların karşısında yarın hangi yüz ifadesini takınacağını geçirdi aklından. Aslında bu o kadar da önemli değildi. Çünkü Jin görünüşü sebebiyle adeta büyüleyici bir rayiha gibiydi. Uzun boyu, geniş omuzları, beyaz soluk teni ve kestane rengi saçları...öylesine güzel öylesine nefes kesiciydi ki ona bakan çoktan kendini bi girdabın içinde bulurdu. bu etkileyici kişiliği ardında kendine saklanacak bir maske yaratmıştı jin. karanlık yaşamını gizleyecek ve her istediğini yapabilecek bir hayat. Yılların vermiş olduğu tecrübe sayesinde büyük bir şirketin ünlü CEO suydu. Çok büyük başarılı bir reklam şirketi onun gizli yaşamının kusursuz bir perdesi gibiydi. Çalışanları onun öyküsünü küçük yaşta anne babasını kaybetmiş, yurt dışında çalışıp başarılı genç bir iş adamı olan şeklinde duyup buna inanmışlardı. bu durum ona saygı duymalarını ve ona bağlı olmalarını sağlamıştı. Jin her şeye rağmen yarattığı bu ikinci hayatı seviyordu. hatta öyle ki işlerini bile ciddiye alır, onları büyük bir titizlikle sürdürürdü. Sabah uzandığı yataktan şoförü milesın sesiyle kalktı. hemen üzerini değiştirip akşamdan kalan kanlı giysileri banyoya fırlattı. üzerine bi takıp geçirip saçlarını yapıp parfümünü sıkıp dışarı çıktı. Arabaya binip şirketin yolunu tuttu. İnsan olarak yalnızca Milesa güvenmiş ve sırrını ona söylemişti. ve bu güven onları uzun zamandır iki yakın dost haline getirmişti. Şirkette ki toplantı ardından genel konular konuşulmuş değerlendirmeler yapılmış herkes odasına gitmişti. Jin oda da dosyalara göz geçirirken sekreteri odaya girdi ve usulca jine yaklaşmak için izin istedi. -efendim bu geceki şirket parti yemeği için hazırlıklar neredeyse bitmek üzere ve emriniz üzerine tüm çalışanlar orda olacak eklemek istediğiniz bişey var mı? - hayır yok her şey sorunsuz görünüyor. - evet efendim sadece yeni müdürümüzün uçağı rötar yaptığı için yemeğe gecike bilirmiş.- tamam sorun yok onunla sonra görüşürüm.
Sekreter başıyla onay verip dışarı çıktı. Jin ilerleyen saatlerin ardından eline bi sigara alıp camdan şehri izlemeye başladı. Bu sessizliği jinin masa üzerindeki telefonu adeta bir bıçak gibi kesti. Arayanı görünce istemsizce gülümsedi bu uzun zamandır özlediği kuzeni ve en yakınlarından Taehyungdu.-seni beni aratan sebepte nedir? - kuzennn seni çok özledim. bugün döndük sugayla norveçten. hemen en pahalı şarabını al ve her zamanki yerimize gel. Jinin cevabını beklemeden kapatmıştı telefonu Tae. Jin her zamanki asi tavrına alışkın olduğu kuzenine gülümseyip telefonu cebine koydu ve ceketini alıp odadan çıktı. sekretere dönüp - benim işim çıktı tüm hazırlıların bittiğine emin olun sonra yemekte görüşürüz. Sekreteri başıyla onaylayıp yerine geçti. Jin milesı arabanın yanında görüp gözüyle kapıyı işaret etti. Arabaya geçip öne doğru uzandı. -miles şarap mahzeninden en pahalı şarabı getir ve çabuk ol. Miles emre uyup hızlıca mahzenden elinde bi içkiyle geri döndü ve onu Jine uzattı. Arabaya geçip hızlıca Taenin bağ evinin yolunu tuttular. Kapıda onu suga karşıladı ve odadan koşar adım gelip sert bi şekilde jine sarıldı ve üçü beraber eve girdiler. uzun sohbetlerin kahkahaların ardından hafif sarhoşluğun etkisiyle suga acıktığını söyleyip çıkmıştı. Tae ise Jinin teklifini reddedip onunla birlikte yemeğe gitmeyip evde piyona başına geçip şarkılar mırıldanmaya başlamıştı. Zamana hükmeden Jin bu sefer dostlarının yanında kalıp yemeğe geç kalmıştı. Milesa acele etmesini söylemiş ve bir küfür haykırmıştı kendine. Başı dönüyor, kafası gidip geliyordu. Vampirlerin adrenalini alkolle birleşince neredeyse duyu organlarına hakim olamıyorlardı. Bir an önce oteldeki yemeği sorunsuz atlatmak istiyordu. Miles otelin önüne gelir gelmez jinin inmesine yardım etti ve arabayı parketmeye gitti. Jin hızlı adımlarla otele giriş yaptı başı hala dönüyordu. uzun koridorda salona gidecekken bir bedene çarptı. Çarpmanın etkisi ile bedeni diğer bedenin üzerinde kalakalmıştı. gözleri daha önce böyle bir güzellik görmemişti. Altındaki bedenin artan vücut sıcaklığı ve kulakları sağır eden kalp atışını duyabiliyordu.Nefesini suratına üflerken gözleri adeta o iki zeytin karası gözlerinde koybolmuştu. Bu neydi. bu lanet olası duygu da neyin nesiydi böyle. vücudu felç olmuş gibiydi. İşin kötü tarafı diğer kişide ona doğru yaklaşıyor ve gözlerini ayırmıyordu. Jin birden ani hareketle dudaklarını altındaki nefes kesici oğlanın dudaklarına bastırdı. Diliyle dudaklarını ayırıp sanki kayıp birşeyi ararmışçasına geziyordu. diğer bedende Jine izin veriyor onu adeta davet ediyor gibiydi. Jin dudakları ayırmadan ayağa kaldırdı genç adamı. onu en yakın boş bir odaya sürükledi ve kapıyı kapadı. dudaklarını aralayıp nefes nefese kalmış bedene baktı dudakları kızarmış saçları dağılmıştı. onu duvara doğru itip arasına aldı. üzerini bir çırpıda yırttı ve tekrar kızaran dudaklarına yapıştı. bir eliyle boynunu okşuyor diğeriyle de bacak arasından aletini sıkıyordu. Genç oğlan daha fazla dayanamayıp mermer gibi bedeni yatağa itip üzerine çıktı. Gömleğini açıp kravatını kopardı. buz gibi bu tenin soğukluğuna aldırmadan boyundan öpmeye başladı sonra jin hırıltı ile bi inleme bırakıp genç oğlanın saçlarından çekip yüzünü yüzüne yaklaştırdı. nefes nefese kalmış bi halde :
-Sen nereden geldin kimsin sen diye sordu.. jin'in üzerindeki genç ona gülümseyip
-Adım Jungkook ya senin ki ne? Jin dudağını kıvırıp gülümserken
- adım Jin. Kim SeokJİN dedi.
daha sonra junkook jine yaklaşıp öpmeye devam etti. Nefesleri karanlık odada hızlanmıştı. junkook jinin boynunu emmeye devam ederken jin de onun kalçasını avuçluyordu. Aniden jinin telefonu deli gibi çalmaya başladı. ilk başta duymamazlıktan gelince sonra junkooku yana kaydırıp telefonu açtı. Arayan sekreteriydi herkes onu bekliyordu. Jin yemeği tamamen unutmuştu. Kafası karma karışıktı. Kendine gelememişti. Jungkooka bakıp hemen gömleğini geri kapadı. Apar topar kalkıp odadan çıktı. Jungkook tarafında da durum aynıydı, ne olduğunu anlamadan arkasından bakakaldı. hızlanan kalp atışını ve vücut ısısını kontrol edemiyordu. Jin onu yakmış sonra gitmişti. Hemen toparlanıp oda odadan koşar adım çıktı. Neler olduğunu anlamıyordu. Az önce neler yaşanmıştı öyle. Bir erkek onu baştan çıkarmıştı. sanki görünmez bir güçtü ruhunu ele geçiren.. Gelmiş dağıtmış ve gitmişti..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ask Me Your Name...
Fanfictionbana göre imkansızdı ama ona göre değil..Ona doğru adımımı attığımda hayatımı değiştirecek insan ile karşılaşacağımdan haberim yoktu..Bu bir aşk mıydı yoksa ölüm arzusu mu???