1|fall in love|

117 9 2
                                    

Değişmeyi bilmiyorum, istemiyorum. İnsan denilen varlık hatalarından ders almaktansa hatalarını yüzlerce ve binlerce kez tekrarlamak için yaratılmıştır. Benim sorunum hatalarım değil, yaratılışım. Bir ucube olarak yaşam sürdürmeyi ben istemedim. Her dokunduğum kişinin kirini almak benim tercihim değildi. Ben dünya dengede dursun istemiyorum. Ben sadece ruhuma yapışmış bu siyah şeyin tonlarca suyla beraber vücudumdan akıp gitmesini istiyorum.

Ama diğer yandan...

Her ne kadar itiraz dolu bir cüsseye sahip olsam da yapabileceğim en ufak şey dahi yok. Ölen annem ve adını bile bilmeyip daha önce hiç görmediğim babamdan bana miras kalan bu yetenek, dünyayı dengede tutmamı istiyor. Çok zor, gözümün önüne gelen şeyleri zaptetmek ciğerimi parçalamaktan daha ileri gidiyor. En kötüsünü söylemek gerekirse, çektiğim bu acıyı ne kurtardığım bedenler ne de Tanrı biliyor. Yalnızım, milyarlarca nüfusa sahip bir gezegende tek canlı benim. Benim bu gezegenimde, yıldızlar bile parlamıyor.

Elliye yakın kafesin bulunduğu minicik, dar ve loş olan bu kulübeye benzeyen yerde bir Jimin'im vardı. Onun hiç çıkarmadığı kirli yeşil ceketi, siyah askılı tişörtü ve bacaklarını saran yırtık pantolonu artık organları haline gelmişti. Benim sırt çantamda öyle. Nereye gidersem gideyim, asla yanımdan ayırmadığım ve koca dünyada tek mal varlığım olan bu çanta.

Jimin kafeslerden birini açıp içinden yavru bir kedi çıkarıp yanıma oturmuştu. Siyah ve beyaz renklerinde olan kediyle mırıldaşmaları dünyanın en can alıcı sahnesi olabilirdi belki. Hayvanlar, insanları iyi anlıyordu.

"Adın Lazy. Tamam mı küçük ufaklık? Şimdi seni Jeongguk abine veriyorum. İstediğin gibi üstüne sıçabilirsin."

Kucağıma adeta atılan kedi ile donup kalsamda ellerim bağımsızca kedinin yumuşak tüylerine ulaşmıştı. Hayvanlara dokunabilmek güzeldi, düşünme yetileri olmadığı için psikolojik acı çekmiyorlardı. Ama sadece psikolojik, bir hayvanın çektiği fiziksel acıya hiçbir insanın dayanmaya gücü yetmez.

"Hyung, tuvalet miyim ben?" büzdüğüm dudaklarımla sordum karşımdaki bedene.

"Değilsin ama öyle kokuyorsun Jeongguk, şu nerede olduğunu bilmediğim çöplüğüne gitte yıkan hemen." diye mızmızlanmış ve kucağımdaki kediyi kendi kucağına almıştı. Aldığı gibi geri kaldırmasıyla büyük bir kahkaha koparmıştım dudaklarımdan.

"Sence de tuvalet olan kimmiş hyung?" gülerek sorsam bile Jimin hyung eğlenmişten çok canı yanıyormuş gibi bakıyordu bana. Sonuçta bir organı kirlenmişti değil mi? Pantolonu.

"Sus Jeongguk, Lazy ile bakışarak anlaşma yöntemimizi bozuyorsun."

Kıkırtı dolu dudaklarımla ayağa kalkarak yerde duran sırt çantamı aldım ve adımlarımı kapıya yönlendirdim. Kapının kulpunu kavradığım sıra Jimin'in nasihat verici cümleleri sıralanmıştı yine. Lâkin bu sefer bakışlarında başka bir koyuluk vardı. Acıyordu, bana acıyordu.

"Git ve aşık ol Jeongguk. Sonsuza kadar dünyayı dengede tutamazsın."
----------------------------------------------------

Hava karanlığa ulaşıyordu. Güneşin ışınları yok olmuştu ki zaten mevsim sonbahar olduğundan adım adım geceye daha çok alışıyordum. Kapüşonlu hırkamın şapkası kafamdaydı ve yalnızca saçımdan dökülen kahküller vardı. Onlarda gözümün birçoğunu kapatıyor sayılırdı.

Ara sokaklardan birinde evsiz bir adam gibi dolaşıyordum. Görenler beni ya psikopat ya da evsiz bir dilenci sanardı. Evsiz olduğum doğruydu ama dilenci değildim, asıl, asıl siz dilenciydiniz. Bakışlarınızla acılarınızı almam için yalvarıyorsunuz. Hepiniz ama hepiniz acınası tiplersiniz. Acılarınıza acıdığım için bunu yapıyorum, acı çektiğimi bile bile.

Yeni girmiş olduğum ara sokak evsizleri kabul eden tek ara sokak gibiydi. Şanssızların yurduydu bir nevi.

Bir adam vardı sokakta ki çöp konteynırının yanı başında. Yanında iki küçük oğlan çocuğu ile uyukluyordu fakat, kabusları vardı. Derin derin nefesler alıyor ve aldığı nefeslerin üçte biri ile hızlıca geri veriyordu. Tiz çığlıkları sessizdi, kimseye kendini duyduramıyordu.

Ama ben duyuyordum.

Postallarımın sularda çıkardığı çıplak seslerle beraber yanına adımlıyordum. Baş ucuna vardığımda ilk bir süre izledim. Yavaşça sağ elimi adamın şah damarının üstüne getirip sakinleşmesini bekledim. Adam sakinleştiği an elimden vücuduma doğru gelen siyahlık, bütün hücrelerime yayılmıştı. Artık adam acısını hissetmiyordu, acısı bendeydi. Siyahlık bana geçmişti.

Bir süre sokaklarda gezerek acı çektiğini hissettiğim herkesin siyahlığını aldım kendi evrelerime. Tükeniyordum, her gece olduğu gibi.

Boş bir yer bulduğumda sırt çantamdan bir iki şişe su çıkarıp elime boşalttım. Bu gecelik fazla insana dokunmadığım için bu kadarı yeterliydi temizlenmeme. Suyu tenime döktüğüm andan beri su siyahlaşıyor ve dökülüyordu. İçimde ki siyahlık yalnızca su ile gidiyor, ve su yine olduğu gibi hayatımı kurtarıyordu.

Şişeleri geri çantama koyduğumda ayaklanıp kendi çöplüğüme gitmeye hazırlandım. Bir işim yoktu, çalışmıyordum. Paraya hiçbir zaman ihtiyacım olmadı. Olduğunda bile Jimin kendi bütçesinden yeterli olduğu kadar bana veriyordu. Hayatım buydu, böyle ilerliyordu.

Gittiğim yolların duvarları sprey boyalarla süslenmiş, umutsuzluğun simgesi haline gelmişti. Tek ben geçerdim buralardan, tek ben umut olurdum.

Fakat bu gece yalnız değildim.

Benim dışımda bir ayakkabı sesi yankılanıyordu.

Paris kaçar.



























































Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere.

Feel The Pain|taekook|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin