3|Çöplük ve Güvenlik|

70 8 0
                                    

  Evim, benim deyimimle çöplüğüm yaşamımı devam ettirmek için gerek duyduğum her şeye sahip, olağanüstü berbat bir yerdi. Öncelikle güneş almazdı, ki zaten terk edilmiş bir binanın bodrum katında güneş ne arardı ki? Temiz değildi, üstelik hiç değildi. Yemeğimi zaten Jimin'in yanında yerdim her gün. Kendisi böyle pis bir yerde zehirlenmemden aşırı korkuyordu. Tuhaf, ben de korkuyordum. Fakat insan hayatında bazı şeyleri bırakamaz. Ben herkesi bıraktım, önceden Jimin'le kalıyordum ve ona gitmek istediğimi söylediğimde cevabı büyük ve net bir hayır olmuştu. İzin vermeyeceğini zaten tahmin edebilecek kapasitedeydim. Her ne kadar izin vermek istemese bile ben oraya ait değildim. Bunu benim kadar o da biliyordu fakat bütün bu korkusu benim yalnız neler yapabileceğimi bildiğindendi. Korkuyordu ve şanstır ki ben dokunduğum kişinin korkularını absorbe edebiliyorum...

Sonrası tuhaf gelişmedi, kendime burayı buldum ve burada yaşamaya başladım. Kendime göre düzenliydi, oldukça dağınık olan havası benim zihnimin somutlaşmış örneğiydi. Bulduğum her boşluğa fotoğraflar asıyor, asla ama asla kıyafetlerimi katlama zahmetine girmiyordum. Tek güvende olduğum yer küvetim olduğundan iyice temiz olanana dek asla ama asla küvetten dışarıya adımımı atmıyordum.

Benim hayatım buydu. Zeki olan, okuyan ve üniversite hayalleri olan genç bir oğlanın siktiğiminin laneti yüzünden kimseye dokunamaması sebebiyle bütün hayallerinden vazgeçişinin hayatı.

En son küvette uyuya kalmıştım, çöplüğüme doğru giderken birkaç takım genç beni görmüştü ve eminim ki arkamdan bile konuşmamışlardı. Yani umarım. Aksi hâlde fena belalı tipleri vardı ve onlara bir kez bulaşırsam hayatta kalabilir miydim bilmiyordum. Devam ettim, her şeyden habersiz uyumaya devam ettim. En son gördüğüm o adamın kafasına silah dayadığı sahneyi unutmaya çalışarak devam ettim.

|Yazardan:

  Jeongguk duvarlarında örümcek ağlarının perde yaptığı bu loş yerde küvetinde son derece derin olan uykusuna devam ederken önünde ki perde onu göstermiyordu. Çıplak ve bitkin beyaz tenli vücudu ait olduğu yeri bulmuş gibi iyice kıvranmış, adeta bir top oluşturacak kadar sinmişti. Kapalı gözlerinden acıları gözükmese bile sesini duyan her kimse gırtlağında bir sorun olduğunu anlar ve ses tellerinden geldiğini varsayabilirdi. Kimse onun bir avuç içi kadar küçük olan kalbinde ki yaraları görmek istemez, o ise bu gerçeğe karşın insaların korkularından onları kurtarırdı. Binlerce kişiyi kurtarmıştı şimdiye kadar, onların asla kendisini kurtarmayacağımı bilerek.

Ve kurtardığı yüreklerden yiyeceği ihanet tam da kapının dışından tüm şeffaflığıyla yansıyordu.

"L-lütfen Seok-Jin g-gidelim." diye titreyerek konuştu korkak beden. Karşısında ki adam onun efendisi sayılırdı ve ona baş kaldırmak net bir ölüm sebebi olabilirdi.

Seokjin ise Jongin'in bu tavırlarından utanç duyuyor ve onu çeteye ne için aldığını sorgulamadan edemiyordu. Herif, aptal, korkak bir pisliğin tekiydi ve bu durum ona sinir olmasına bire bir nedendi.

"Bizim köpek yavrusu kekelemeyi ne zaman bırakır sence Yoongi?" fısıltıyla beraber Yoongi'nin kulağına doğru konuşan Sera, grubun en çıldırmış üyesiydi bir nevi. Defalarca kez bıçaklamış olduğu yüzünde tek bir iz bile olmamasına rağmen her daim siyah maskesini burnuna kadar çeker ve bu koyuluğa manyak derecede mavi olan uzun saçları eşlik ederdi. Güzel kızdı fakat dediğim gibi, fazlasıyla çatlaktı.

Seokjin kapıyı büyük bir tekmeyle açıp içeriye daldığı gibi eline geçen her şeyi yıkarak kutsal eğlence anlayışını tazelerken Jeongguk, derin uykusundan dolayı olan biten hiçbir şeyi bilmiyordu.

"Bizimle eğlenmek ister misin küçük prenses?" Yoongi yatağa yönelip çarşafların hepsini yerle buluştururken gözüne çarpan kutuyu eline almıştı. Jeongguk için paha biçilmez olan bu kutu Yoongi'ye duygusal anlamda hiçbir şey hissettirmemişti ve hissettirseydi bu cidden tuhaf olabilirdi.

Küvetin yakınlarına yaklaşan Jongin ekipten bağımsız bir piyon gibiydi. Jeongguk'un küvetten sarkan elini gördüğü gibi küvetin içine geri atmış ve perdeyle biraz oynayarak görünmesi zor olan bir örtü çekmişti uyuyan bedenin üstüne. Kendini kurtaramadığı için duyduğu bu merhamet, şansına bugün Jeongguk'tan yanaydı.

"Küçük yer sıçanı sikim gibi bir yerde yaşıyor anlaşılan. Ben kusmadan çıkalım burdan!" Sera elini ağzına kapattığı gibi Yoongi Sera'nın ağzında olan maskeyi çekmiş ve rastgele bir yere fırlatmıştı.

"Şu soktuğumunun maskesi olmadan daha güzelsin." Yoongi gülerek Sera'ya sataşırken Seokjin duvarda ki fotoğrafı incelemekle meşguldü.

"Siktim seni pezevenk kaçma gel buraya!" Yoongi ve Sera bütün etrafı yıka döke koşuştururken Seokjin cebinden çıkardığı yarım fotoğrafı karşısında ki duvarda asılı olan fotoğrafın altına sabitledi. Eşleşen iki parça olmasına rağmen fotoğrafta hâlâ eksik bazı noktalar vardı. Yine de bu iki parça birbirini tamamlıyordu.

"B-bakın gördünüz i-işte hadi gidelim." Jongin'in çıkışına Seokjin gülerek karşılık vermiş ve birkaç adımda yanına ulaşmıştı. Jongin hemen arkasında ki bedeni görmesin diye ölüm terleri dökerken Seokjin Jongin'in yanaklarını avuç içlerine alıp sertçe sıkarak konuşmuştu.

"Senden de, bu aptal ağzından da ve en önemlisi kekeleyen cümlelerinden de nefret ediyorum."  Sözü biter bitmez Jongin'in çenesini ve yanaklarını serbest bırakıp hızlı bir refleksle odadan çıkmıştı. Onu takip eden Yoongi ve Sera ikilisinden sonra Jongin de nefes alışverişlerini toplayıp orayı terk etmişti.
---------------------------------------------------
Jeongguktan;

  Bilmem bilir misiniz, en yalnız hissettiğiniz zamanlarda gidecek bir yer bulamayıp sadece  şu alacakaranlık kadar ihtişamlı olan hayattan tek dilek olarak birisini isteriz. Ama bu normal bir insandan ziyade sizin için daha özel ve önemli birisi olmalıdır. Mesela bana hep acılarımı unutturabilecek birisi lazım. İhtiyacım olan birkaç tutam canlı kuş ve onları besleyebilecek kadar sevgi.

Bunun hayaliyle korkunç bir gerçekliğe uyandığımda, etrafımda ki her şey yıkılmış ve resmen bar kavgaları sonrası facialarına dönmüştü ortam. Küvetten dışarı adımımı attığım gibi kıyafetlerimi üzerime geçirmiş ve kutumu alıp dağılan eşyaları içine koymaya başlamıştım. Diğerleri zerre umrumda değilken bu kutunun içinde minnacık bir kağıt parçası kaybolsa sonsuza kadar ağlayabilirdim.

Hiçbir şey kaybolmadığı için nefret ettiğim Tanrıya binlerce teşekkürlerimi sunmuştum. Nefret bile önemini yitirmişti şu an benim için. Önemli olan tek şey büyük bir felaketten şans eseri kurtulmamdı ve bununla beraber bir sonuç daha yüzüme gerçeklik sıfatıyla esen bir rüzgar edasıyla çarpıyordu.

Evim güvenli değildi.

Bu olanların bir daha olmaması için bana kanıt sunabilecek tek bir kişi bile yoktu ve buraya gelenlerin bir daha gelmemesi Temmuzda kar yağmasıyla aynı ihtimale sahipti. Can güvenliğimden öte, tek kendim gibi hissettiğim yer savaşta etrafı donatılmış, yalnızca 1 kişilik ordusu olan tek cepheydi. Ayrıca bu kişinin ne silahı vardı, ne de silahı tutmaya cesaret edebilecek bir eli. Benim ellerimi cansız damarlar süslerdi zaten. Atan ama asla atmamış gibi hissettiren birkaç kılcal damar.

Kendime gelip dağılan yerleri topladım ve çantamı alıp birkaç gün önce gittiğim ara sokağa tekrar gittim. Büyük ihtimalle oraya gider, birkaç saat yalnızca boş boş gökyüzünü ve bütün insanlığa sunup bana sunmadığı mucizelerini izler ardından ise evimi her ne kadar toplamış olsamda hâlâ kendini belli eden, küçük olsa bile canımı son derece yakan camlar yüzünden geceyi Jimin'de geçirirdim.

Ve kurduğum planın kusursuz bir şekilde işleyeceğini düşünürken o ara sokağa yeniden gittim. Karşımda geçen intihar etmeye kalkan ve hafızamda yer edinen Hoseok isimli adamın geçen gece ki giydiği ceketin mavi olanını omuzlarından atıp, kalçasını arabaya yaslamış hâlde beni beklediğini bilmeden o ara sokağa yeniden gittim.

Bakın bölümleri geciktiriyorum farkındayım ama özel hayatım çok yoğun durumda.
Biraz anlayış kıyametin kopmasına sebep olmaz.

Feel The Pain|taekook|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin