"Diğerlerini burada mı bırakacağız?"
Yeeun'un sorusuyla ona döndüm ve "Kimseyi burada bırakmıyoruz." dedim. Taehyung seçimini yapmıştı. Muhtemelen şu an ölü olan sevgilisini ve yakın arkadaşlarını alıp buradan çıkmayı planlıyordu. Jennie'nin öldüğünü bilmiyor olması iyi bir şeydi belki, hala buradan çıkmak için umutluydu ama diğerlerini arkada bırakmayı tercih etmesini ona yakıştıramıyordum. Ben kendi planımı Mark ve Yeeun'a anlatırken Taehyung'un da planı için hazırlık yaptığını biliyordum.
Yemek saati yaklaşırken geçen her dakika beni daha fazla geriyordu. Sanki ete kemiğe bürünen dakikalar karşıma geçmiş benimle alay ediyordu. Asla başaramayacaksın. Asla. Asla. Asla. Beynimin içindeki sesler dayanılmaz olduğunda ayağa kalktım ve o anda kapılar açıldı. Askerler getirdikleri yemekleri içeri taşırken onlara doğru ilerdim. Mark'ın hemen arkamda olduğunu hissediyordum.
"İlaç almam gerekiyor, çok ağrım var."
Karnımı tutarak önümdeki askere baktım. Bir ter damlası alnımdan sağ gözümün içine doğru süzüldü. Terlemiş olmam iyiydi, daha inandırıcı gözükürdüm.
"Dışarı çıkmak yok." Asker bana bakmadan cevap vermişti.
"Lütfen, çok ağrım var." diye tekrarladığım sırada Mark "Ölmesini mi istiyorsunuz?" diye bağırdı. Sol tarafta ayakta duran asker Mark'ın üzerine doğru yürürken kendimi Mark'ın önüne attım. "Adım Jisoo, Kim Jisoo." dedim. "Paketleri dışarıdan alan kız." Paketleri alma işi beni biraz önemli bir pozisyona getirmişti ve şimdi bunu kullanmaya niyetliydim.
Askerlerin birbirlerine baktığını ve bir karar verme aşamasında olduklarını görünce derin bir nefes aldım. Bu sırada ben de onlara bakıp içlerinde Taehyung'u aradım ama Taehyung'un ikinci sınıflarla bir işi yoktu artık.
"Şöyle geç."
Askerin komutuyla Mark'a tutundum ve "Tek başıma yürüyemem." dedim. Sonra üç kelime ağzıma yapışıp kalmış gibi "Çok ağrım var." diye tekrarladım. Buradan Mark ile birlikte çıkmalıydım. Kendimi Mark'ın kollarına bıraktım ve beni kucağına almasına izin verdim. Gözlerim kapalıydı ama her hareketi hissedebiliyordum. Lütfen, lütfen Mark da benimle gelsin. Dualarımın arasında biri beni zorla Mark'ın kucağından aldı ardından daha sert ve güçlü kolların üstünde derslikten dışarı çıkarıldım.
Yol boyunca sadece ayak seslerini ve açılıp kapanan kapıların sesini işittim. Birbirleriyle hiç konuşmuyorlardı. Ağızlarından birkaç kelime alabilmek için gözlerimi kapalı tuttum. Yaklaşık beş dakika sonra revirde bir sedyeye yatırıldım. Birisi üniformamın sol kolunu yukarıya doğru sıyırdı ve kısa bir acı hissettim ardından koluma serum takıldı. Her şey çok hızlı gerçekleşiyordu. Tüm bunları gözlerim kapalı bir şekilde hissederek gözlemliyordum.
Mark'tan ayrı kalmak beni korkutmuş ve planımı gözden geçirmeme neden olmuştu. Tek başıma kalmıştım. Taehyung, Mark, Yeeun yoktu. Gözlerimden yaşlar akmaya hazırlanırken kendimi sıktım. Baygın taklidine devam etmeliydim. Kapı açılıp kapandı ve odadaki ayak sesi bire düştü. Ardından birisi ismimi seslendiğinde yavaşça gözlerimi açtım. Karşımdaki kişi Taehyung'un arkadaşı Jin'di. O da tıpkı Taehyung gibi Askeri Birlik'in bir askeri olmuştu.
"Taehyung nerede?" diye sorduğumda bana Taehyung'un üçüncü sınıfların dersliğinde olduğunu ve Jennie'yi aradığını söyledi.
"Onu ben de sürekli aradım ama hiçbir yerde yok. Taehyung onu bulmakta ısrarcı, başka bir yerde tutulduğunu düşünüyor. Bazı öğrencilerin farklı yerlerde tutulduğunu şahit olduk. Taehyung Jennie olmadan gitmeyecek."
Jin hiç durmadan konuşurken yerimde doğruldum ve serumu çıkarıp çıkarmama konusunda kararsız kaldım. Aslında biraz serum vücuduma iyi gelebilirdi. Sırtımı arkama yaslayıp Jin'e baktım. "Diğerlerini burada mı bırakacaksınız?" diye sorduğumda Jin afalladı ve aklının karıştığının habercisi gözlerle bana baktı.
"Siz gideceksiniz ve kalanlar deney faresi olacak!"
Sinirlenmeme engel olamıyordum. Sanki bu zamana kadar yaşadığım sıkıntının intikamını Jin'den almak ister gibi ona bağırdım.
"Bize ne yapmak istediklerini Taehyung sana söyledi mi?"
Gözlerim yanmaya başlamıştı.
"Darbeci askerler olacağız, hükümeti devirip Viodot Devri'ni başlatacağız!"
Artık göz yaşlarıma engel olamıyordum. Öfkeyle akıp sıcaklıklarıyla yüzümü yakarak ilerliyorlardı. Jin karşımda ne yapacağını bilmez bir halde bana bakarken kolumdaki serumu çekip çıkardım. "Ben buna izin vermeyeceğim!" Sedyeden inip kapıya doğru koştuğum sırada Jin beni kolumdan yakaladı. "Hiçbir yere gidemezsin. Taehyung seni onun yanına götürmem için bana söz verdirdi."
Jin'in beni tutan eline ve oradan kollarına baktım. Beni Mark'ın kucağından alıp buraya taşıyan o olmalıydı. Sol elimle Jin'in kolunu tutup onu kendimden uzaklaştırdım. "Beni zorla götüremeyeceksiniz."
Kapıdan çıkacağım anda Jin kapıyı kapattı. Öfkeden deliye dönmüş bir halde ona döndüm. "Anlamıyor musun, diğerlerinin hiçbir şeyden haberi yok! Taehyung onlara anlatmama engel oldu şimdi de onları habersiz bir şekilde bırakıp gitmeyi planlıyorsunuz."
Denizaltından dönerken Taehyung'a Askeri Birlik'in ne planladığını anlattığımda "Diğerlerine de haber vermeli ve bir araya gelmeliyiz." demiştim ama Taehyung buna izin vermemişti. Nedenini şimdi anlıyordum: Kaos çıkarsa ve bir şeyler ters giderse kendi planını tamamlayamaz dolayısıyla buradan çıkamazdı. Jin'in gözlerine bakarak "Lütfen beni bırak, inandığım şeyi yapayım." dedim. Jin'in gözleri benimle kapının arasında gidip geldi ve dudaklarından hiç beklemediğim kelimeler beni şaşkınlığa uğratarak döküldü: "Ben de seninle geleceğim."
Jin ile birlikte laboratuvara doğru yola koyulduğumuzda benim de üzerimde asker üniformalarından biri vardı. Jin beni revirde yalnız bırakıp iki dakikalığına dışarı çıkmış ve elinde askerlerden birinin üniformasıyla içeri girmişti.
"Hazırladıkları kapsülleri yok etmeliyiz. Önceliğimiz bu olacak." Üzerimdeki siyah üniformayı askerlerin koyu lacivert üniforması ile değiştirirken Jin'e ne yapacağımızı böyle anlatmıştım. Merdivenlerden aşağı inerken Jin benim önümden ilerliyordu. Ben de etrafı kolaçan ederek onu takip ediyordum. Başımdaki kaskın içinde neredeyse zorlukla nefes alıyordum. Şimdiden terlemeye başlamıştım. Elimdeki silah oldukça ağırdı ve hızımı kesiyordu.
Koridorda ilerlerken iki askerin önümüzden geçerek kıdemlilerin sağ tarafta kalan ofislerine gittiklerini gördük. Laboratuarda bizi neyin beklediğini bilmiyordum ve bu beni ölesiye korkutuyordu. Yine de bu korku, aşağıda arkadaşlarımla birlikte dersliğe tıkılıp kaldığımda hissettiğim korkudan daha iyiydi, beni tetikte ve uyanık tutuyordu. Laboratuvara giden merdivene ulaştığımızda Jin ile birbirimize baktık. Kaskın ardındaki gözlerini bir an olsun kırpmıyordu. Ona başımla onay verip devam etmesi için cesaretlendirdim. Merdivenin sonunda karşımıza üç Birlik Askeri çıktığında durduk. Jin temkinli adımlarla onların yanından geçip aşağı indiğinde ben de onu takip ettim. Hemen ileride dört asker daha vardı. Anlaşılan laboratuara girişimiz kolay olmayacaktı.
Olduğumuz yere göz attığımda Jennie'nin öldüğü merdivene yakın bir yerde olduğumuzu fark ettim. Bana kaçış merdivenini işaret ettiği yerdeydik. Uzun saatlerdir bana işkence eden şeytanım, Jennie'nin ölümü, kendini yeniden göstermişti. Jin'i arkamda bırakarak merdivene doğru ilerledim. Jin arkamdan "Ronson!" diye seslense de onu dinlemedim. Ronson üzerimdeki üniformanın sahibinin kod adıydı ve bu saçma Viodot Devri'nin kurbanlarından sadece biriydi. Şeytanım beni aşağıya çekerken ona itaat ettim.
Babam "Şeytanını uyanıkken öldür." demişti. "Böylece sen uyurken sana musallat olamaz."
Şimdi aşağıya inecek ve Jennie'nin ölümü ile yüzleşecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıkış Yok | Vsoo
Mystery / Thriller❝Etrafın darbeci askerlerle çevrildiğinde kendinden başka kime güvenebilirsin?❞ Çıkış Yok |@Balaccie| Tüm hakları saklıdır.© for: @urnotkrystalz