• b e ş •

349 44 21
                                    

Soğuk rüzgar tenimi okşarken değişik bir hisle gözlerimi açmıştım. Yıldızları izleyeyim derken uyuyakalmıştım. Neyse ki saat o kadar da ilerlememişti. Etraf hala karanlıktı. Üşüdüğüm ve artık uykumun gelmediğine ikna olduğumda eve gitmek için ayaklanmıştım. Birkaç sokak geçmiştim ki karşımda, irice iki kişi zayıf diyebileceğim birisini dövüyordu. Dövülen taraf da karşılık veriyordu ama gücünün tükendiği bariz belli oluyordu.

Hızlıca yanlarına koşup kavgaya karışmıştım bir şey demeden. Birini ben birini diğeri hallediyordu. Benim de harika dövüş yaptığım söylenemezdi ama birkaç sene önce gittiğim karate şuan biraz da olsa işe yarıyordu.

Karşımdaki kişi vurduğum yumrukla beraber sendelemişti. O sırada göz ucuyla diğer kişinin kim olduğuna en azından bir bakmak istemiştim ki o şokla bir yumruk da ben yemiştim. Mark'tı.

"Bana bakmayı kes de yumruklardan kaç."

Dediğini yapıp adama doğru dönecekken ikimiz de bir yumruk daha yiyip yere düşmüştük. Bu sefer kalkacak gücümüz yoktu. Yani benim yoktu ama Mark için de aynı şeyin geçerli olduğunu düşünüyordum.

Yerde birkaç tekme daha yedikten sonra adamlar ikimizi sokakta tek bırakarak kaçmışlardı. Şuan resmen nefret ettiğim adam yüzünden neden dayak yediğimi sorguluyordum. Zaten çok bir faydam da olmamıştı. Ama yine de ben olmasam ağzı yüzü kırılmış olacaktı. Sanki şimdi olmamış gibi.

Ben Mark'a göre daha iyi durumdaydım ve en azından ayağa kalkıp yürüyebilecek haldeydim. Yavaş yavaş ayaklanıp onu yerden kaldırmak için hızlı bir hamle yapmıştım. İkimiz de hissettiğimiz acıdan dolayı değişik sesler çıkartıyorduk ama sonunda Mark'ın kolunu omzuma atıp, yürümeye başlayabilmiştik.

Çok hızlı olduğumuz söylenemezdi ama zaten uzak olmayan evimize gelmiştik çok geçmeden. Zor olmuştu ama yapabilmiştik. Onların bahçe kapısının önünde durduğumda bu kısmı hiç düşünmediğimi fark etmiştim. Bu gece vakti nereye gidecekti? Ailesi bu halde görse olaylar çok kötü ilerleyebilirdi.

Onu bizim eve almaktan başka çarem yoktu. Son bir kez gözlerini bile açamayan Mark'a baktıktan sonra bahçe kapısını açıp hafifçe itlemiştim. Onu salıncağa uzandırttıktan sonra sessizce içerden ilk yardım kitini almıştım. Kendimi çok da iyi hissetmeyerek tekrar bahçeye inmiştim.

Mark bıraktığım yerde hâlâ bıraktığım şekilde duruyordu. Yüzü kanlar içinde, kıpırdamaya bile hali yoktu. Ona bu haliyle acıdığım kaçınılmaz bir gerçekti.

Yanına gittiğimde kafasını bile kaldıramıyordu. Ellerimle benim yüzüme bakmasını sağladıktan sonra gerekli malzemeleri çıkartıp halletmiştim birkaç dakika içinde.

"Mark beni duyabiliyor musun? Vücudun için doktora gitmen gerek. Yani benim de kendim için gitmem gerek aslında."

"Neden bunu yapıyorsun?" Gözlerini açıp yüzüme bakarak konuşmuştu. Bitkinliği, kavgadan beri ilk defa duyduğum sesinden anlaşılıyordu.

"Neyi yapıyorum?" Ne demek istediğini anlamıştım ama anlamıyormuş gibi yapmak işime geliyordu. Çünkü verecek bir cevabım yoktu.

"Sana muhtaç olduğumu bana da kabul ettirmek için, değil mi?" Hâlâ yüzünde duran elimi uzaklaştırırken söylemişti bunları. Şimdi de ayağa kalkmış kendi evine gitmeye çalışıyordu.

"Ne saçmalıyorsun sen yine? Bulunduğun duruma bak yaptığın hareketlere, söylediğin sözlere bak. Tamam, git evine. Annenlere göster bu halini, kavga ettim de. Hadi gitsene." Gitmiyordu. Arkası bana dönük, kapıya yakın bir şekilde olduğu yerde duruyordu.

"Kalk o zaman ordan." dedi arkasını bana dönüp yürürken. Yanıma gelmişti ve salıncaktan kalkmamı bekliyordu.

"Ne?" yüzümde anlamsız bir ifade oluşmuştu.

"Kalk o zaman ordan Lee Donghyuck. Bugünkü yatağım senin lanet olası salıncağın."

Dediği şey ne kadar saçma olsa da kendi evine gitmesinden iyiydi sonuçta. Söylediği şeyi yapıp kalkmıştım. Benim ayağa kalkmamla birlikte kendini hızlıca salıncağa bırakması bir olmuştu. Elini ensesine koyup gözlerini kapatmıştı.

"Bir de başımda dikilmezsen bugün güzel bir uyku çekerim diye düşünüyorum?" sonunu soru soruyormuşcasına vurgulamıştı. Kendime şaşırıyordum ama yine dediği şeyi yapmış ve yanından ayrılmıştım.

Eve girdiğimde annemlerin hala uyuyor olduğunu görmek beni sevindirmişti. Zaten bu saatte uyanık olmalarını beklemiyordum ama yine de korkmuştum. Beni ve Mark'ı bu halde görmeleri büyük sıkıntılara yol açabilirdi.

Odama girdiğimde bu sefer de ben kendimi yatağa bırakmıştım. Bugün çok yorucu, bir o kadar da tuhaf geçmişti. Mark'ı düşünüyordum. O çocuklarla neden kavga ettiğini bilmiyordum ve merak da ediyordum açıkçası. Ama soramazdım tabii ki.

Bu kadar yorgun olmama rağmen bir türlü uyuyamıyordum. Bir o yana bir bu yana dönüp duruyordum ki kapının açılmasıyla birlikte o tarafa dönmem bir olmuştu.

"Hyuck, uyanık mısın?" Gözlerim açık bir şekilde kendisine baktığımı anlayınca devam etti.

"Özür dilerim ama aşağısı baya soğuk. Yatamıyorum." Kesinlikle şu an görmeyi hiç beklemediğim Mark konuşmuştu kapı eşiğinde.

"Aklıma gelmedi kusura bakma. Battaniyeler şurada." diyerek kapının arkasındaki dolabı işaret etmiştim. Dolaba bir defa baktıktan sonra yüzünü yine bana çevirmişti. Sorgulayan bakışlarıyla cevap verir gibi konuşmuştu.

"Battaniye istemedim ki."

"O zaman niye geldin Mark Lee?"

Kısa bir sessizlikten sonra olduğu yerde yine konuşmaya başlamıştı.

"Biraz düşündüm de... Teşekkür ederim. Yani bütün bunları beni hiç sevmemene rağmen yaptın. Bıraksaydın orada geberebilirdim bile." Onu sevmediğimi düşünüyordu. Ben de mi öyle düşünüyordum?

"Sebebi neydi? Kavganın yani."

"Cidden merak ediyor musun bunu?" Evet anlamında kafamı sallmıştım.

Derin bir nefes verdikten sonra yatakta yanıma oturmuştu. Ellerini dizinde birleştirip ona bakan gözlerime bakıyordu.

"Senin için Lee Donghyuck." Afallamıştım. Neden benim için kaybedeceğini bildiği bir kavgaya karışmıştı ki? Daha doğrusu neden benim için herhangi bir kavgaya karışmıştı

summertime sadness あ markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin