• ü ç •

390 41 6
                                    


Ertesi sabah gözlerimi camdan içeriye giren yakıcı güneş ışığıyla açmak zorunda kalmıştım. Yanıbaşımda duran telefonumdan saati kontrol ettiğimde ise daha çok erken olduğunu görmüştüm. Şimdi uykuya dönmeye çalışsam bile uyuyamazdım.

Başım deli gibi ağrıyordu. Sanki her tarafıma koca koca bıçaklar saplanıyor gibi hissettiriyordu. Ağrısını hissetmemeye çalışarak üstümü giyinmek için yataktan kalkmıştım. Üzerimde hala dünkü kıyafetlerim duruyordu ve epey rahatsız edicilerdi. Onların yerine rahat ve gündelik birkaç parça bir şey giyinmiştim.

Ama daha sonrasında boşluğa düşmüştüm sanki. Yapacak bir şeyim yoktu. Aşağıya inmek de istemiyordum. Annem ve babamın uyanık olduklarından emindim. Ve büyük ihtimalle annem kahvaltıyı bahçedeki masaya kurmuş, benim gelmemi bekliyorlardı.

Aslında yanlarına gitmeyi aklımın ucundan bile geçirmemiştim ama daha sonra onlara karşı kızacak bir şey yaşamadığım aklıma gelmişti. Ne olduysa hep yan taraftaki ailenin suçuydu. Daha doğrusu Mark isimli kendini beğenmiş çocuğun.

Biraz internete girdikten sonra aşağı inmiştim. Aslında tam olarak düşündüğüm gibi olmamıştı. Annem gerçekten de kahvaltıyı bahçedeki masaya hazırlamıştı ama beni beklememişlerdi. Babam sandalyesine oturmuş bir yandan gazetesini okuyor bir yandan da kahvesini yudumluyordu. Annem ise kitabını okuyordu.

Benim geldiğimi görmesiyle birlikte annemin şaşırdığını anlamıştım. Büyük ihtimalle dün olanlardan dolayı öğleden sonrasına kadar uyuyacağımı düşünmüşlerdi. Çünkü genelde öyle yapardım. Ama belli ki bugün uyandığım saat tek beni değil herkesi şaşırtmıştı.

"Günaydın oğlum. Gel otur şöyle. Portakal suyu mu istersin yoksa kahve mi?"

Fark etmez anlamında bir işaret yapmıştım kafamla. Aslında hiçbiri olmasa da olurdu. Şuan yemek yemesem bile olurdu. Bütün iştahım kapanmıştı. Ama birkaç dakika sonra annem elinde portakal suyuyla yanıma gelmişti bile. Kahve getireceğini düşünmüyordum zaten. Sabahları içmeme karşıydı.

İlerki saatlerde aç kalmamak ve annemin laflarından kaçınmak için bir şeyler atıştırmıştım. Ama şimdi de yapacak bir şeyim yoktu. Daha fazla bahçede durup müzik dinlesem veya kitap okusam annemin laflarından asla kaçamazdım. Odama çıksam orada da yanıma gelme ihtimali vardı. En iyi çare evden çıkmaktı.
Bu küçücük yerde nereye gideceğimi bilmiyordum ama öylece sokaklarda yürüsem bile zihnimi boşaltabilirdim belki.

Telefonumu cebime attıktan sonra bahçe kapısına ilerlemiştim. "Ben gidiyorum." dedikten sonra ikisinin de sorduğu sorulara cevap vermeden kendimi hızlıca sokağa atmıştım. Sağ tarafa mı, sol tarafa mı gitsem diye kafamı iki yöne de çevirmiştim ki gördüğüm manzara hiç de hoşuma gitmemişti.

Ben kapının önünde dururken yan tarafta kendi evinin kapısının önünde de Mark duruyordu. Birkaç saniye birbirimize baktıktan sonra hiç aklımda olmayan bir tarafa, ileriye doğru gitmeye karar vermiştim. O bakıştığımız iki saniye içinde Mark'ın gidebileceği yerleri hesaplamıştım kafamda ve uğramayı aklının ucundan bile geçirmeyeceği bir yere gitmeye karar vermiştim. Çünkü kendisi tam olarak her gün barlarda, kafelerde takılan tiplerdendi.

Kulaklıklarımı takmış biraz ilerlemiştim ki takip edildiğim hissine kapılmıştım. Arkamı dönüp baktığımda Mark'ın peşimden geldiğini görmüştüm. İlk başta önemsemeden önüme dönmüştüm çünkü bir şey demeye hakkım yoktu. Başka bir yere de gidiyor olabilirdi. Ama birkaç dakika daha yürüdükten ve bir sürü sokak geçtikten sonra hala arkamda olduğunu gördükten sonra gerçekten takip edildiğimi anlamıştım.

Kulaklıklarımı çıkarıp arkamı dönmüştüm ve bana yetişmesini bekliyordum. Ben durunca o da durmuştu. Ama bir iki saniye sonra yere bakarak yürümeye devam etmişti. Bana yetiştiğinde önüne geçip yüzüne bakmaya başlamıştım dik dik. Konuşmamıştım ama ne demeye çalıştığımı anlamıştı.

"Bak, Hyuck. Özür dilerim tamam mı? Öyle bir şey demek istememiş-"

"Hyuck mu? Biz ne zaman bu kadar yakın olduk da adımı kısaltarak söylemeye başladın?" dedikten sonra önüme dönüp yürümeye başlamıştım. Tek sorun tabii ki adımı kısaltarak konuşmadı değildi. Sorun konuşmasıydı.

Biraz yürüdükten sonra artık peşimden gelmez diye düşünüyordum ki kolumu tutup kendine çevirmişti beni.

"Özür dilerim diyorum anlamıyor musun? Zaten ben de keyfimden burada değilim. Annem zorladı."

"Ana kuzusu." dedikten sonra çekip gitmiştim. Bu sefer peşimden gelmiyordu ve iyi de yapıyordu.

Yüzümü sıkmaktan istemsizce çatılan kaşlarımı düzeltip yürümeye devam ediyordum. Sahilin diğer ucuna geldiğimi anlayınca kumların üzerine, kimsenin olmadığı bir yere oturup huzurla dalgaların sesini dinliyordum.

Burası o kadar güzeldi ki saatin nasıl hızla geçtiğini hava kararmaya başlayınca anlamıştım. Ve bir de karnımın gurultusu vardı tabii.

Hızlıca ayağa kalkıp eve doğru yürümeye başlamıştım. Hava karanlıkken bile güzeldi buralar. Biraz yürüdükten sonra şenlik olduğunu düşünmemi sağlayacak kadar heyecan doluydu etraf.

summertime sadness あ markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin