• s e k i z •

330 37 15
                                    

Geride kalanları arkamda bıraktıktan sonra sonunda eve varmıştım. Uzun zamandır kendimi böyle hissetmiyordum. Ne düşünmem, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Evet, belki ufacık bir öpücüktü ve umursamam gereken bir şey değildi ama Mark'ta hissettiğim şeyleri Eunwoo'da hissetmemiştim. Ben, nasıl anlatacağımı bilemiyorum.

Yavaş ve sakin bir şekilde bahçenin kapısını aralamıştım. İçeri girecekken tanıdık bir sesle karşılaşmıştım.

"Özür dilerim." Benim birazcık arkamda duran Mark konuşmuştu. Bunca zaman peşimden mi gelmişti yani?

Bahçeye girip kapının arkasından suratına bakıyordum. Hiçbir şey demeden içeriye gidecekken söylediği şeyleri tekrarlamıştı.

"Özür dilerim Lee Donghyuck." Ne diyeceğimi, ne hissedeceğimi bilmiyordum. Arkam ona dönük bir şekilde olduğum yerde duruyordum. Konuşmaya devam etmesi beni biraz daha rahatlatmıştı.

"Ben, ben neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. Belki de kıskançlığımdan dolayı. Ama neden kıskandığımı da bilmiyorum." Aralarda derin derin nefesler alıp tekrar devam ediyordu. "Ben hiçbir şeyden emin değilim Donghyuck. Lütfen bana yardım et."

Yavaşça arkamı dönmüştüm. Kapının dış tarafında sulu gözleriyle öyle çaresiz görünüyordu ki sanki önceden yaptığı her şey birer hayaldi. Yüzüne baktıkça bana az önce söylediği ve benim ona vermem gereken cevabı unutuyordum yavaş yavaş. Sanki büyülüymüş gibi beni içine içine çekiyordu gözleri.

"Geç oldu Mark. Annenler merak edecek."

"Tanrım şaka mısın sen Haechan? O kadar şey söyledim ve bana verdiğin cevap sadece bu mu?" Haechan mı demişti bana az önce?

"Ha- Haechan derken?" Sanki dediği şeyden yeni haberi oluyormuş gibi ellerini saçının arasına almış ve yüzüne o salak ifadesini takınmıştı.

"Sıçayım böyle işe. Haechan mı dedim yanlışlıkla. Hayır hayır olamaz. Olamaz!" Kendi kendine bağırıp duruyordu sokakta. Neden bunu bu kadar abarttığını bilmiyordum ama gerçekten önemli bir şeymiş gibi duruyordu.

Bahçeden çıkıp yanına gitmiştim. Yere çömelmiş, kafasını ellerinin arasına almıştı. Ne yapmam gerektiğinden çok emin değildim ama sanırım onu biraz olsun iyi hissettirmem gerekiyordu.

"Mark. Mark, iyi misin?"

"Değilim." Yüzünü bana döndürmüştü. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. "Değilim anlıyor musun? Ben, ben bu lakabı en son kullandığım zamanı bile hatırlamıyorum. Ama, bildiğim şey şu ki, bunu sadece aşık olduğumda kullanıyorum."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bir kolum hâlâ Mark'ın omzundaydı. Birbirimizin yüzüne anlamsız ve boş bir şekilde bakıyorduk öylece. Böyle bir durumda cevap olarak ne denilebilirdi ki zaten?

"Hadi gel kalkmana yardım edeyim." Ayağa kalkıp elimi tutması için ona uzatmıştım.

"Ne demek peki? Haechan yani." Gülümsüyordum.

"Full sun." O da buruk bir şekilde gülümüyordu.

^^

Sabah uyandığımda yaptığım ilk şey daha tam olarak ayılamamışken bile dünü düşünmek olmuştu. Böyle bir şey yaşanmasını benim beklemediğim kadar Mark da beklemiyordu belli ki. Böyle bir şeyin yaşanma ihtimalini daha önce hiç düşünmemiştim. Yani şey, düşünmüş olabilirdim ama asla bu şekilde olacağını tahmin edemezdim.

Üzerimi giyinip kahvaltı etmek için aşağıya inmiştim. İçimde birbirini yiyen iki his dolaşıyordu. Biri mutluluk diğeri ise üzüntüydü. Mark veya ben birbirimizi ne kadar sevsek de aramızda bir şey geçeceği yoktu. Ki daha ben kendime bile itiraf edememiştim ona karşı hislerim olduğunu. Kendimi yine boş yere ümitlendirip üzmek istemiyordum.

Her zamanki gibi bahçede ailemle kahvaltı yaparken yan taraftan bahçe kapısının açılma sesi gelmişti. İster istemez meraklanmıştım kim olduğuna dair. Ama birkaç saniye sonra öğrenmiştim zaten.

"Günaydın efendim, afiyet olsun. Donghyuck birkaç dakikan var mı acaba?" Evet anlamında başımı sallayıp yanına gitmiştim. Ne konuşacağını anlamıştım bile. Bizim kimyalarımız birbirine uymuyordu.

"Dinle, Hyuck. Dün olanlar için özür dilerim. Sahilde ve burada, kapının önünde olanlar için. Neden böyle şeyler yaptım emin değilim ama sana kendim hakkında yanlış bir fikir verdiysem kusura bakma. Sanırım aklım yerinde değildi."

Ve tahmin ettiğim şey olmuştu işte. Dediği her kelimeden sonra kalp atışlarım daha da hızlanmaya devam ediyordu. Bu konu hakkında ne hissetmem veya ne düşünmem gerektiği konusunda bir fikrim yoktu ama içten içe üzülmüştüm. Ve buna bu kadar üzülmüş olmam kendime karşı kızgın olmamı sağlıyordu.

"Önemli değil." Önemliydi. "Biraz sarhoş gibiydin sanki." Hayır gayet ayıktı. "O kadar önemsemedim zaten." Evet o kadar önemsedim.

"Aynı şekilde düşündüğümüz için çok rahatladım. Gerçekten ne kadar telaşlandığımı bilemezsin. Teşekkürler." deyip koluma vurmuştu hafifçe. Ve başka bir şey demeden yanımdan ayrılmıştı.

Mark'ı anlamak gerçekten zordu. Bazen sanki dünyadaki en kötü insanmış gibi davranıyordu, bazen ise iyilik perisi gibi. Gerçekten kafasının içinden geçen düşünceleri merak etmeye başlamıştım.

Mark yanımdan ayrıldıktan sonra içeriye annemlerin yanına dönmüştüm. İkisi önce bana sonra birbirlerine bakmışlardı.

"Oğlum iyi misin? Ne dedi Mark?" tahmin edebildiğim gibi annem yine sorulara boğuyordu beni.

"Önemli bir şey yok anne. Ben doydum size afiyet olsun." deyip masadan kalkmıştım. Bugün hiçbir şey yapasım yoktu. Kafamı dinlemem gerekiyordu. Hızlıca odama çıkmıştım. Belki bir dizi, belki bir film izlerdim. Ama kesinlikle bu konuyu düşünmemem gerekiyordu.

summertime sadness あ markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin